Hatıraların Oyunu / Derya Hekim


Önümde koca kalabalık, elimde mikrofon heyecandan kalbim duracak sanki. “Hoş geldiniz sevgili misafirlerimiz…” duraksadım. Yeni bir cümle kuramadım. O sırada “Kestik” diye bir ses geldi. Dönüp baktığımda koca bir boşluk gördüm.  Beni yıllardır tanıyan birinin varlığını biliyor, hissediyor ama kim olduğunu çıkaramıyorum. Tekrar önüme dönüp daha gür bir sesle “Hoş Geldiniz Kıymetli Misafirlerimiz” derken heyecanım biraz yatışmış, sesimdeki çatallaşma azalmıştı. Karşılık olarak alkış sesinin geldiğini zannederek elimdeki kağıda bakıp sunuma başlıyorum.

“Bugün sizler için hazırladığımız gösterimizin ön tanıtımı şöyle” deyip kısa bir açıklama yapıyorum. Söylediğimi düşündüğüm cümlelerin cisimleşip salonun tavanın raks edişini izliyorum.  “Söyleyemedin ki.” dercesine benimle alay ediyorlar sanki. Piyes kendi akışında devam ederken bana her sıra geldiğinde elimdeki kağıtta yazan cümleleri yutarak okuyorum. Bu kadar kalabalık önünde yer almanın bana göre olmadığını düşünüyor, benim burada ne işim var diye kendimi sorguluyorum. Kendi halimde iken taklitler yapmak, bir hikayenin kahramanına bürünmek hiç zor olmuyor. Ayna karşısına geçip iki karakteri canlandırıp onları konuşturmak, kavga ettirmek ve sırlarını açığa vermek oyun oynamak gibi. Ta ki birinin beni izlediğini anlayana kadar. 

Sahnelerin ne kadar hızlı değiştiğini anlayamadan masa başında ders çalışırken buluyorum kendimi. Yılların geçtiğini hatırlıyorum bir an. Ne günlerdi diye hasretle yad ediyorum. Önümdeki ders notlarına bakıp şu sınavları da bir versem sonrası daha rahat olacak biliyorum. Ama o kadar çok stres yaşıyorum ki her gün sınava geç kalma kaygısı ile uyanıyorum. Ve büyük gün geldiğinde geç kalıyorum. Okul olabildiğince kalabalık. Sınav için açılmış sınıflar dolmuş. Bir türlü yer bulup sınava giremiyorum. Yorulup pes ettiğim an bir sırada otururken buluyorum kendimi. Önüme gelen kağıttaki sorular başta çok kolay görünüyor. Hepsini yaparım, bu sınavı geçtim diye seviniyorum. Daha ilk soruyu bitirmeden süre bitiyor. Büyük bir üzüntü ile sınav salonundan ayrılıyorum.

Çok yorulduğum zamanlarda annemin yanında nefeslenmek iyi gelirdi. Anne elinin değdiği sofrada oturup çayımdan iki yudum alınca derin bir “oh” çekerdim. Bu kadar birikmiş yorgunluğuma iyi gelecek ilacı biliyorum madem neyi bekliyorum ki. Devamlı yolcusu olduğum firmadan biletimi alıp yola koyuluyorum. Tam otobüse binecekken pasaport istiyor. “Ne şimdi bu!” diye şaşa kaldım. “Ama pasaportumu size veremem ki o bana lazım” diyorum. Baktım görevli ikna olma niyetinde değil ben de vazgeçiyorum yolculuktan. Zaten uzun yolculuklar beni çok yoruyor diye kendimi avutuyorum. Yıllarımın geçtiği sokakları gezerken küçük bir çılgınlığın kimseye zararı dokunmayacağını düşünüp uzun bir yola çıkıyorum. Madem otobüs ile yolculuk yapamadım ben de yürüyerek aşarım koca dağları. Gitmeye kararlı olunca insanı tutmak zormuş. Bir kere niyet edip yola adım atınca varmak istediğim yerde buldum kendimi.  Çok yorulmuş ve susamıştım.  Annemi evin içinde koşuştururken buluyorum. Sağa sola gidip geliyor sürekli, bir şeyler söylüyor ama anlayamıyorum.  Durdurup bak ben geldim demek istiyorum, olmuyor. 

Gece karanlığının her yeri sardığı saatlerde uğultulu bir sessizlik var. Bu saatte sıcacık evimde olmak varken daha önce görmediğim bir yerde uykunun ağırlığını hissediyorum. Yol üzerinde bulduğum bir kütüğün üstüne birkaç dakika soluklanmak için oturuyorum. Çalılar arasından gelen hışırtı dikkatimi çekiyor. Çok az ışığın olduğu yerde karşımda parlayan kocaman gözlerden ürperiyorum. Korkunun verdiği alarm ile kendime geliyorum. Orman sakinini rahatsız etmeden uzaklaşıyorum. Kendi iç muhasebemi yaparken fark ediyorum ki soğuktan kaskatı kesilmişim. Eğer o hayvancağız gelmeseydi soğuktan donabilirdim. Anladım ki yalnız değilim. Beni gören, duyan, sahipsiz bırakmıyor.  Dilimde şükür ile yoluma devam ediyorum. Bir dönme dolap içinde yer bulup dinlenmek istiyorum. Dönme dolap döndükçe sürekli aynı yerde birbirinin tekrarı olan günler yaşıyorum. Bir filmde görmüştüm, başına gelecekleri bilen kahraman olayları değiştirmek için sürekli yeni şeyler planlıyordu. Rüyada sıkışıp kalmıştı. Ben de şimdi öyle sürekli birbirini tekrar eden günler arasına sıkışıp kaldım. Bir şeyleri bekliyorum. Bir türlü sonu gelmeyen bir bekleyiş bu.  Sert bir müzik ile sahneler arasında yeniden bir akış hasıl oluyor. Bekleyişin pişirip harmanladığı sabrımın ümidimi ikna edemediğini gördükçe üzülüyorum. Bir hayal kuruyorum bir gün kardelenlerin müjdelediği baharı göreceğim.

Yeni bir alkış sesi ile sahnede olduğumu hatırlıyorum “Ve bugün size kardelenler armağan edeceğim. Baharı müjdeleyen kardelenler” derken hayalimin gerçekleşmesini izliyorum.  Seyircilerin  üzerine kardelenler nazlı nazlı süzülerek iniyor. Herkesin yüzünde tebessüm. Şimdi her yer aydınlık. Salonu dolduran simaları tanıyorum. Ailemi, öğretmenlerimi, arkadaşlarımı ve daha nice güzel insanı bir arada görüyorum.

Mutlu biten bir hikayenin verdiği huzurla gözlerimi açtım. Ne uzun bir geceydi. Ne çok özlem biriktirmişim meğer. Dua ederken isimlerini andığım bu güzel insanlara vefalı olmaya gayret etmenin aslında kendime yaptığım iyilik olduğunu anlıyorum.

Derya Hekim

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

WordPress.com'da bir web sitesi veya blog oluşturun

Yukarı ↑

%d blogcu bunu beğendi: