Her yeri derin bir sessizlik kaplamıştı. Ruhumun aynasında her şeyin suratı asık görünüyordu. Göklerin azade halinden habersiz ben, yalnızlık çölüne düşmüştüm. Tıkanmıştı yollar ve sarpa sarmıştı hadiseler. Nefes almanın ne kadar zor olduğunu hissettiğim çok anlar oldu. Kocaman diyarların içinde minicik kalmış, bunalmıştım.

Halimi çocuklarım da görüyordu ama onlara içimi anlatamıyordum. Hiçlik duygusu ile yaşıyordum günleri ve geceleri. Dilim yoktu, vatanım yoktu, evim yoktu, candan bir dostum yoktu ve çaresiz alev alevdi yüreğimde. Bazen bir davet, bir tebessüm az ısıtsa da içimi minnet çizgisinde bir şeyler hissetmek, insanı kahrediyordu.

Gök maviydi yer yeşildi ama kimsesizlik içime koyu rengiyle çökmüş ve beni perişan ediyordu. Gittiğim kapılardan anlayış görmeden geri dönüyordum çoğu zaman. Acı içindeydi gönlüm, kalbimi hisseden, beraber ağlayıp gülebilebileceğim, dertleşebileceğim bir sine arıyordum. Zaman zaman kendimi dışarı atıyor, parklarda patika yollarda yürüyordum. Bazen çiçeklerle konuşuyor bazen bir güvercinle arkadaş oluyordum. Sonra yüzümü büyük ümitlerin temsili olan göklere çeviriyor, yüzüme akseden bulutlarla hisleniyordum.

Dedim ya halim çocuklarıma da yansıyor ve onlar da gülemiyorlardı. Bu da ayrı bir sıkıntı idi ruhumda. Bazen hayatın bittiğini düşünüyor, buraya kadarmış herhalde diyordum. Bir yerde yabancı olmak. Dil bilmemek. Komşularla muhabbet edememek. Yani ölüsün demek. Komşularım da beni yabancı bulmuş olmalılar ki uzaktan kısa bir selam ile geçip gidiyorlardı.

Tam bu günlerde bir dil kursunun başladığını duydum. Hemen gidip kaydoldum. Okula yeni başlayan bir çocuk gibi heyecanla ilk dersin başlayacağı günü bekledim.

İlk derse girdiğimde aradığımı bulduğumu hissettim. İki yıl kolay değil, iki çarpı üç yüz altmış beş gün. Ben sınıfta öğretmenimize odaklanmıştım. Anlattıklarını duymuyor gibiydim. Aradığım şefkatli bir sine ve bana gülen bir yüz ve yüreği açık bir güzellik… Evet, Doamna Alexandra idi öğretmenim. Alexandra Romence öğretmenimdi. Beş dil biliyor ve üniversitelerde ders veriyordu. İki çocuğu, bir torunu vardı ve o da biliyordu garipliğin, yalnızlığın acısını. Çünkü daha küçükken kaybetmişti anne ve babasını. O da o kadar içliydi ki yanında “anne” lafı edemezdim. O kadar sevgi dolu bir çehresi vardı ki yanında cennet bahçesinde gibiydim. İki yıldır aradığım ama bulamadığım her şey onda vardı. İlgi, sevgi, güler yüz ve şefkat. Bırakır mıyım hiç? Hemen samimi olmanın yollarını aradım onunla. Sık sık evime davet ettim ve onunla beraber olmaya çalıştım. Ne hikmetse o da beni sevmişti. Ben dinledikçe o anlatıyordu. Geçmiş günlerden dem vuruyor, günümüzde yaşananlara bakarak insanlık adına üzüntülerini dile getiriyordu.   

Bayan Alexandra kimsesizlik günlerimde kimse oldu bana, bir ana gibi başımı okşadı, gözümün yaşını sildi. Bana sarıldı ve beni teselli etti. Artık benim de bir can dostum vardı kimsesizlik çöllerinde ve adı Doamna Alexandra’ydı. Ona olan bağlılığımın ebedi olmasını çok istiyorum. Yaşanılan hiçbir şey boşuna değil ve biz fani alemden bekaya yolcuyuz. Rabbimden niyazım orada cennet bahçelerinde Doamna Alexandra ile beraber olmak. Seviyorum onu ve onun gibi güzel yüreği olan tüm insanları. Ve bekliyorum hep o baharı.

Neslihan Paş


Kültür ve Sanat Platformu sitesinden daha fazla şey keşfedin

Son gönderilerin e-postanıza gönderilmesi için abone olun.