Vav Harfi Üzerine / Fadi Kılıçzade


İnsan, hikmetin sırları ile çepeçevre kuşatıldığı şu dünyada bilgi, birikim ve
irfanına göre herşeye mana yüklemekte, duygu, düşünce ve hayal dünyasını hikmet
paletinden aldığı  boya ve idrak fırçasıyla renklendirmektedir. Bakılan bir şey sıradan
görüntüsü dışında öyle çağrışımlar yapar ki, neredeyse o camid, cansız eşyalar
canlanıp dile geliverir. Bazen bir kayalık, bazen bir ağaç, bazen hiç de
önemsemediğimiz bir obje sadece olduğu ve göründüğü sıradanlıktan öte manalar
taşır üzerinde. Ve bazen de bir harf yırtar sıradanlık perdesini ve konuşmaya başlar.
                Arap alfabesinin 27. harfi olan “vav” da sıradanlığın dışına çıkıp, farklı mana
iklimlerinden tatlı esintiler sunar bize ve gönlümüzü yumuşatıp, tebessüm ettirir.
                Hem duruşuyla, hem yazılışıyla, hem çağrışımlarıyla, hem de Ebced
ilmindeki sayısal karşılığıyla aynı manzaraya farklı pencerelerden bakmamıza vesile
olur harf-i vav.

Göze çarpan ilk hali ile anne karnındaki bir
cenini andırır vav harfi, bir bakıma insanın nereden geldiğini, başlangıçta hangi hal
üzre olduğunu hatırlatır insana, arz üzerinde “küçük dağları ben yarattım” edasıyla
yürümesin diye. Ve aynı görünüş, zikre durmuş, kalbi Allah’a ram olmuş bir derviş
halini göz önüne getirir. İnsanın asli vazifesi olan Allah’ı(c.c) zikretmeyi ve
O’na(c.c)kulluğu hatırlatır, gaflet uykusundan kendini kurtarabilmişlere. Vav şekline
gelmiş bir insanın beden dili bize ne kadar muhtaç ve ne kadar aciz olduğunu söyler,
iki büklüm hali ile. Yalnız bu acziyet hali insanlara karşı değil, Kudret-i Sonsuz ve
Gani-yi bihesap Allah’a (cc) karşı bir acziyet halidir. Nasıl ki, anne karnındaki cenin,
rahimde bir kordonla beslenir ve anne ile sıkı bir irtibatı vardır, öyle de Rahman
suretinde yaratılan ve ilahi harem dairesine giren insan da kendi acziyetini anlayıp,
boyun büküp tüm hacatını Rahman ve Rahim Allah’tan (cc) istemelidir telkinini verir.
                Yine vav harfinin iki büklüm hali, içi dolu boyun bükmüş başaklara
çağrışımda bulunmakta ve asıl kemal ve olgunluğun tevazuda olduğunu
fısıldamaktadır.
                Bilen bilir, Arap alfabesinde Ebced hesabı denen bir ilim vardır. Bu hesaba
göre her harfe sayısal bir değer verilmiştir. Çeşitli amaçlar için kullanılan bu
hesaplamada “vav” harfinin ebced karşılığı, altıdır. İslamiyet sonrası Araplar, vav
harfinin ebced karşılığı olan altı sayısı ile imanın altı rüknünü birbiriyle
irtibatlandırıp adeta bir harfle önemli bir konuyu şifrelemişlerdir. Eskilerde vav
harfini görenler bu çağrışımla iman rükünlerini hatırlayıp, kendini yenilemesi
gerektiğini hatırlıyorlardı. Camilerdeki hat yazılarında ve süslemelerde vav harfinin
kullanılış amaçlarından biri de budur. Bazen ise iç içe geçmiş iki vav harfi gözünüze
çarpar. bu tür yazılışlarda da iki farklı niyet ve düşünce vardır;

                Birincisi, yine vav harfinin ebced karşılığı ile alakalıdır. Yukarıda da dediğimiz gibi vav harfinin ebced değeri altıdır, Allah (cc) lafzının ebced karşılığı ise altmış altıdır. iki vav’ın yanyana yazılışı, tıpkı iki altını yan yana yazılışı gibidir ve neticede altmış altı sayısı elde edilmektedir. Yani iki “vav”a bakan insan, Allah’ı(cc) hatırlmaktadır. Böyle bir tablonun olduğu eski camilerde bu mana vakıf insanlar, namazlarını özellikle bu tablonun karşısında kılarlar ki, Allah(cc) sürekli hatırlarında olsun. ayrıca böyle bir yazıda Allah’ın(cc) Basir ismi gereğince sürekli insanı izlediğine de atıf vardır.
                İki vav yazısının/resminin içinde taşıdığı diğer mana ise kendisi ile başlayan kelimelerle alakalıdır. Arapça bilenler, Arap kelimelerinin manaları ile telaffuzları arasında sıkı bir irtibat olduğundan haberdardırlar. Kelime telaffuzunda çıkan ses, kelimenin taşıdığı manayı kuvvetlendirmektedir. Mesela “vesvese” kelimesini telaffuz ederken ortaya çıkan ses fısıltıyı anımsatmakta ve fısıltı halinde insana gelen vesvesenin hakikatine atıfta bulunmaktadır. Diğer bir örnek de şerh kelimesidir. Açmak, genişletmek manasına gelen bu kelimeyi söylerken de insan, içinin ferahladığını hissedebilir. Diğer taraftan, Arapça’nın bir diğer özelliği de, kelimelerde kullanılan harflerin manaca bir merkezde toplanması ve kümelenmesidir. Kelimeler içindeki harflere göre özel bir tasnife, sınıflandırmaya tabi tutulabilirler. Mesela içerisinde “Cim” ve “Nun” harfi bulunan kelimeler daha çok gaybubet(bilinmezlik) ifade ederler; cin, cenin, cennet, cehennem, cenn(gizlemek) kelimeleri bu duruma örnek gösterilebilir. Aynen burada olduğu gibi, vav harfi ile başlayan kelimelerde de önem ve sorumluluk duygusu göze çarpmaktadır. Vali, veli, vekil, vazife, vezir, va’ad, vakıf ve valide kelimeleri örneklerinde olduğu gibi.
       İki vavın yazılış amaçlarından diğeri, yukarıda saydığımız son iki kelime ile alakalıdır; Vakıf ve valide. Bu aslında koca bir Osmanlı kültürünü ve sosyolojik durumunu özetler mahiyettedir. İlk olarak Edirne Eski Camii‘nin sağ duvarında karşılaştığım ve adına “vav çatışkısı” denen resimde topluma ve insana temel teşkil eden iki kavram gözler önüne serilmiştir. O iki vavdan biri insana temel teşkil eden, onun yetişmesine, büyümesine yardımcı olan ve çok büyük bir hürmeti hak eden validenin vavıdır, diğeri ise toplumun ve insanlığın ihtiyacını gideren, yaralarını saran ve onun gelişmesini sağlayan vakıf kurumunun vavıdır. Bir bakıma vav çatışkısı bize, “insanı valide ayakta tutar, toplum ve insanlığı ise vakıf ayakta tutar” demektedir. Osmanlı Devleti‘ndeki sosyal hayat incelendiğinde, vakıf kurumuna verilen önem çok daha iyi anlaşılabilir.

                Hazır söz hat yazılarından açılmışken, hat sanatı ve hattatlar ile devam edelim. Hat sanatı  ile uğraşanlar, bu sanatın nasıl zor ve meşakkatli bir uğraş olduğunu bilirler. İnsanın edebi yönden gelişmesine yardımcı olan bu sanatta, kişi ciddi bir sabır ve tahammül imtihanından geçer. Günlerce, haftalarca belki aylarca boş kağıda çizilen sağdan-sola, soldan-sağa, yukarıdan-aşağı, aşağıdan-yukarı çizgilerden sonra elinize aldığınız kamış kalem ile parlak kağıda yazdığınız ilk harf, hocanızın meşkinde gördüğünüz vav harfidir. Neden ilk vav harfi yazılıyor peki? Çünkü yazımı en zor kabul edilen harf vav harfidir de ondan. Öyle ki, Osmanlı zamanı hattatları yazının güzelliğini, kalitesini sadece vav harfine bakarak hükme bağlayabiliyorlarmış, çünkü vav güzelse, diğer harfler de güzeldir.

                 Ve bir vav hikayesi;

                17. yüzyılın meşhur hattatı Hafız Osman Efendi, fırtınalı bir günde dolmuş kayıkla Beşiktaş’a geçecektir. Bir kayığa biner. Yol bitmek üzereyken kayıkçı ücretleri ister fakat Hafız Osman o gün aceleyle çıktığı için yanına para almayı unutmuştur. Kayıkçıya; “Efendi, yanımda param yok, ben sana bir “vav” yazayım, bunu sahaflara götür, karşılığını alırsın” der. Kayıkçı yüzünü ekşitip söylenerek yazıyı alır. Bir müddet sonra kayıkçının yolu sahaflar tarafına düşer. Bakar ki yazılar, levhalar iyi fiyatlarla alınıp satılıyor. Cebindeki yazıyı hatırlar ve götürür satıcıya. Satıcı yazıyı alır almaz “Hafız Osman vav’ı” diyerek açık artırmaya başlar. Sonuçta iyi bir fiyata “vav”ı satar. Kayıkçı bir haftalık kazancından daha fazlasını bu “vav” ile kazanmıştır. Bir gün Hafız Osman yine karşıya geçecektir ve yine aynı kayıkçıyla karşılaşmıştır. Yol bitmek üzereyken yine ücretler toplanır. Hafız Osman da yol ücretini uzatır. Kayıkçı “Efendi para istemez, sen bir “vav” yazıver yeter” der. Hafız Osman gülümseyerek; “Efendi, o “vav” her zaman yazılmaz. Sen dua et para kesemi yine evde unutayım” der.   

Vav harfinin, görünüşü itibariyle benzetildiği şeylerden bir diğeri de laledir. Divan Edebiyatı’nda da lale-vav ilişkisi çok kuvvetlidir. Lale deyince vav’ın, vav deyince lalenin hatıra gelmesi bunun kanıtıdır. Aralarındaki ilgiyi anlamak için lalenin yapısını bilmek gerekir. Osmanlı’da, bir döneme ismini vermiş bu çiçeğin soğanları o dönemde kese altınlarla alınıp satılırmış. şimdilerde de -uzun yıllardan sonra değerini bulan- laleler, bahar mevsiminde çevreyi tezyin edip, süslemektedirler. Bu narin ve nadide çiçeğin rengi ve duruşunun ötesinde en önemli özelliği ise, dikilen lale soğanından sadece bir çiçek açmasıdır. İslamiyetin, hayatın her alanını Tevhid rengine boyadığı bir toplumda, tek soğandan tek lale çıkması da Tevhid hakikatine yorulmuştur. Nasıl ki, Divan Edebiyatı‘nda gül Peygamber Efendimizi temsil ediyorsa, lale de Allah’ı (cc) temsil etmektedir. Ve bu temsilin tek sebebi lalenin tek soğan kökünden, sadece bir tane çiçek açması da değildir. Lalenin de tıpkı Allah (cc) lafzında olduğu ebced karşılığının altmış altı oluşu bu temsilin keyfiyetini derinleştirmektedir. Duruşuyla, şekliyle laleye benzeyen vav harfi, ebced karşılığı olarak da benzemekte ve laleye, oradan da Allah’a (cc) çağrışımda bulunmaktadır. Bakıldığında bu üç kelime arasındaki anlam ilgi ve yoğunluğu karşısında insan şaşkınlık seviyesinde bir hayranlık duyuyor.

                Vavın camilerde kullanılan hat yazılarında ve süslemelerdeki önemine yukarıda değindik. bu cümleden olarak, bir de Bursa Ulu Cami‘de bulunan vav harfinden de bahis açmak gerek. İçerisinde şadırvanı, üç boyutlu Ka’be resmi, Ka’be örtüsünün bir parçası, hat yazılarının yazıldığı kalemleri, çivi kullanılmadan yapılan tahta oymalı minberi vb. gibi şeyleri barındırması ile müzeyi andıran bu caminin minberinin hemen sağında bulunan vav harfi, ziyaretçiler tarafından en fazla ilgi gören yerdir. öyle ki, çoğu zaman vav harfinin önü ya namaz kılanlarla, ya uzun uzun harfe bakanlarla veya grup halinde gelip de rehberi dinleyen insanlarla doludur. Daha önceleri ziyaretçiler elleri ile dokunup, vav harfinin tahrifine sebep oldukları için son restorasyon çalışmalarında üzeri bir camla örtüldü. Bu harfin bu kadar rağbet görme sebebi, yukarıda değindiğim manalardan fazlasına sahip. Camiyi ziyarete gelenlere vav karşısında iki rekat namaz kılınması tavsiye edilir, öncesinde anlatılan bir hikaye ile.

              Ve bir vav hikayesi;
     
              Ve bir vav hikayesi;
      Rivayet odur ki, yaşlı bir amca gece rüyasında, ak saçlı ak sakallı bir pir-i fani görmüş. Ak saçlı ak sakallı pir-i fani, yarın Ulu Cami‘ye Hızır’ın(a.s) geleceğini söylemiştir. Yaşlı amca, pir-i faniye, Hızır’ı(a.s) nasıl tanıyacağını sorduğunda, üç alametten bahsetmiş pir-i fani: Birincisi; Hızır (a.s.) cübbesini minbere asacak. İkincisi; elini caminin kubbesine değdirecek. Üçüncüsü;  vav harfi karşısında namaz kılacak. Ertesi gün yaşlı adam, camiye gidip Hızır’ı (a.s) beklemeye başlamış. Uzun bir süre ne gelen olmuş ne giden. sonunda yaşlı amcanın bu halini gören biri yaklaşmış ve niçin camide beklediğini sormuş. Yaşlı amca, rüyasını anlatıp, Hızır’ın(as) camiye geleceğini ve onu beklediğini söylemiş. Adam, Hızır’ı(a.s) nasıl tanıyacağını sormuş, yaşlı adam da Hızır(a.s) geldiğinde cübbesini minbere asacağını söylemiş. Bunu duyan adam cübbesini çıkarıp, minbere asmış ve “böyle mi amca” demiş. Yaşlı amca, “evet öyle” diye tasdik etmiş. “Peki başka” diye sormuş adam, “elini kubbeye değdirecek” diye cevap vermiş yaşlı amca. Adam elini kaldırıp, kubbeye kadar uzatmış ve sormuş; “böyle mi amca”, yaşlı adam tekrar “evet, öyle” diye tasdik etmiş. Adam, yaşlı amcaya dönüp, “hadi sana kolay gelsin, ben şu vav harfinin karşısında iki rekat namaz kılacağım” deyip, cübbesini de alarak oradan uzaklaşmış.
                Ulu Cami‘de, vav harfinin karşısında namaz kılan insanlardan biri yine Hızır’dır(a.s) diye ve ona rast gelmek içindir bu gayret kim bilir. Ama öyle olmasa bile, vav harfi mahiyetinde barındırdığı manalar itibariyle bu ilgi ve alakayı zaten hak ediyor.
 Fadi Kılıçzade
 

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

WordPress.com'da bir web sitesi veya blog oluşturun

Yukarı ↑

%d blogcu bunu beğendi: