Umut /Adem Yağmur



Sabahın alaca karanlığında elinde küçük bez bir çanta içerisinde biraz peynir biraz zeytin bir parçada ekmekle yürüyordu yolları.
Her gün yapa geldiği bu yürüyüşler sesli düşünmesine sebebiyet veriyordu. “Nereye neden gidiyorum, varmak istediğim şeyi bile bilmiyorum.”
Bir saate yakın bir zaman yürüdükten sonra varabilmişti. Dükkânın kapısını besmeleyle açtı, ışıkları yaktı. Hoş geldin diyordu dört katlı kocaman hantal bina.
“Hoş bulduk!” dedi ağır bir nefes alış verişiyle.
Burası köyden gelenlerin şehri ilk gördüğü yerdi. Fiyatlar piyasanın altında olmasına rağmen alış verişler pek hareketli değildi. İşlerin biraz kısıtlı olmasında köye giden çerçilerin de rızkı vardı ya, “olsun elhamdülillah” diyordu. Çerçilere toptan fiyatına mal vererek arada ki farkı telafi ediyordu.
Etrafı düzenlemeli birazdan gelecek misafirler için her taraf pırıl pırıl olmalıydı. Müşterilere misafirimiz diyordu ama diğer çalışanlar onun bu haline bir anlam veremiyorlardı. Çocukluk yıllarında her yaz tatilinde esnaf olan amcasının yanında çalışırdı. Amcası ona “ Müşteri veli nimetimizdir.” demişti. Amcasının diline gelen bu sözü çalışanların gönlüne hitap eder tarzda söyledi ama bir yankısını hissedemedi.
İşyerine çalışanlardan henüz gelen olmamıştı tek başınaydı masasına oturdu.
Uzak diyarlara gitmişti. Gitmesek de görmesek de o köy bizim köyüzdür denilen köylere kasabalara gitmişti. Hala yüreğini sızlatan manzaralar gözlerinin önündeydi. Her şeyden habersiz geleceklerinden biçare çocuklar. Gördüğü her çocuğun başını okşadı. Sesli düşünmeleri devam ediyordu. “ Bunlar bizim geleceğimiz biz bu dünyayı evlatlarımızdan emanet aldık, emanette emin olmak esastı.”
Şimdilik asıl mesleğini yapamıyordu ama bu rızık kapısını da aşındırmaya engel değildi. Bu dükkânı devren aldı birkaç kişinin de evine rızık kapısı olur düşüncesiyle iki işçi almıştı. Onların hizmet ve gayretleri ölçüsünde bir gün geçip gidiyordu.
Buraya nasıl geldik, kimler ne planladılar hiç birini bilmiyordu. “Bildiğim tek şey geleceğimiz çalındı.” diyordu. Nerden nereye…
Ülkedeki yangın her yeri yakıp yıkmıştı. Ateş ona da dokunmuştu. Yangını söndürmeye çalışanlar yangın çıkarmakla suçlanıyordu. Eş dost kavramları alt üst olmuş yakınlar yanan ateşe odun taşıyorlardı. Ateş düştüğü yeri yakıyordu, oysa öyle mi diyordu atalarımız; “Bir yere ateş düştü mü onu bağrında söndürmelisin.” Ateşin düştüğü yerlerde matem havası izleyenlerde ise zafer sarhoşluğu vardı. Dinleri aynı dilleri aynı milliyeti aynı ortak paydası olanların feraseti kapanmıştı. Aralarına uçurumlar girmişti, ne yaparsan yap kimsenin halden anlayacak derdini dinleyecek birbirlerine ayıracak vakitleri yoktu. Aynı zamanın çocukları birbirlerine bigâne zamane çocukları olmuştu. Şehrin sokaklarında kendini arayanlar zamanı sorgulayanlar bir türlü göz göze gelemiyorlardı.
Beklediğim bir şey olmadığı halde beni bu şehre bağlayan neydi acaba?
Çevresi her geçen gün daralmakta yaşam alanı azalmaktaydı. Başka şehirlerin başka ülkelerin hayali geliyor gözünün önüne ama adını bilmediği bu yerleri hangi ülke hangi şehir anlamlandıramıyordu.
Kapı hafif bir gıcırtıyla açılıyor içeriye yaşlı bir teyze giriyor; “Kimse yok mu evladım.” diyor. İkinci kattan aşağıya iniyor; “buyurun teyzeciğim.”
Teyze etrafa göz gezdiriyor aradığı bir şeyleri var, o da teyzeye bakıyor, sen de tanıdığım bir şeyler var dercesine.
“Bir kalem bir de açacak ver, torunuma hediye alacağım da.”
“Bir de silgi vereyim mi?”
“O kadar param yok evladım.”
Teyzenin gözlerine dalıyor gözleri. Silgisini bir iple boynuna asan annesi geliyor aklına “Kaybetme oğlum her zaman silgi alamayız.”
Paketin içine bir silgi atıyor, teyze bunu fark etmiyor. Fiyonklu hediye paketi yapıyor, teyze mahcup bakışlarla paketi eline alıyor. Göçmeninden para çıkartıyor ama o para kalemle açacağa bile yetmiyor.
“Teyze o parayı da bu paketle birlikte torununa verirsin.” teyzenin yanakları kızarıyor gözleri nemleniyor, kapıdan çıkarken bir daha bakıyor geriye göz göze geliyorlar. Teyze dua ediyordu herhalde ya da ne garip adam mı diyordu acaba?
Babası hiçbir veli toplantısına gelmemişti öğretmeni “Sen çalışkan bir çocuksun neden gelmedi baban yoksa söylemiyor musun?”
Öğretmenine cevabını sessizliğiyle veriyordu.
Söylemez olur muyum söylüyorum söylemesine ama onun biz den daha önem verdiği arkadaşları var o yüzden gelmiyor. Ben de öğretmen olursam veliler gelmiyorsa ben öğrencilerimin evine giderim, diyemiyor.
Her gün sabahleyin sabah yürüyüşüyle işine akşam dönüşüyle evine gidiyordu. Umutları da doğan güneş gibi kendini aydınlatıyor ama güneş batarken etrafını karamsarlık bulutları kaplıyordu. Yollarda selamlaşmalar kısa da olsa tatlı şakalaşmalar. Hey gidi günler! Şimdi ise yolda seksek oynayan çocuklara selam veriyor. Komşular bir an da yabancılaşmıştı. “Neden böyle oldu insanlar ne arayan var ne de soran ama önceden öyle miydi evimiz de sofra yerden kalkmazdı. İnsanlar zaten vurdumduymazdı da ben mi fark etmemiştim? Vicdan ve merhamet duygularının hiçbir anlamı yok muydu?”
Ev ıssızlığa bürünmüş evladına da yangından bir pay düşmüş, dört aydır içeride, haftalık yarım saatlik görüş haricinde yavrusuna doyamıyordu. Torunlarıyla geçimini geliniyle hüznünü paylaşıyordu.
Buralardan gitmeli mi şu memleketi terk etmeli mi bilemiyordu. Hatıralarından, evlerinin bulunduğu çocukluğunun geçtiği mahalleden ayrılık, seni misafir eden bu evceğizi bir başına yapayalnız bırakmak nasıl olacaktı.
Dükkâna önceki gibi müşterilerde gelmiyordu. Gelenlerde ne yaptı sizin çocuk demiyor “Hayırlısı olsun canım yapacak bir şey yok kaderi böyleymiş!” diyordu. Bazıları konuşmalarının arasında da yattığına göre bir şey varmış demek ki anlayışındaydı. Evladını çok iyi tanıyanlar bile düşüncelerini dile getirirken çok rahat bir şekilde onlarda böyle düşünüyordu. “Evladım tertemizdi bir iftiraya kurban gitti.”diyordu. Kardeşi bir kez olsun dil ucuyla da olsa geçmiş olsun dememişti. Bazen “Kardeşin de yeğeninin çok gizli işleri olduğunu söylüyor” diyenlere pek itibar etmese de gelip gitmeyişi onu düşündürüyordu.
İşler iyice düşüyordu, günlük kazanç elamanların ücretini karşılayamaz olmuştu. Ne yapmalı ne etmeli diye düşünmekten günlük işlerine odaklanamıyordu. “Bir umudum var eğer o gerçekleşirse her şey güzel olacak” diyor yüzünde bir tebessüm beliriyordu.
Bir cumartesi akşamı çalışanları başına toplamış ani bir karala işçileri çıkarmış, işyerini kapatmıştı. Ertesi günün tatil olması bir avantaj mıydı tam kestirememişti. Pazartesi açılmayan dükkânın hiç gelen gideni olmadı.
Onu kimse aramadı. Birkaç gün sonra komşu dükkânlarda şöyle konuşmalar oluyordu; “ İyi biriydi ama neden kapattı anlayamadım, borcu çoktur canım o yüzden iflas etmiştir, biz bir kötülüğünü görmedik ama başın da sanki bir dert vardı. Allah yardımcısı olsun kardeşim ne diyelim.” İşin gerçeğini hiç kimse sormadı çünkü merak etmiyorlardı.
Bazı vefalı müşteriler dükkânın önüne geldiklerinde kapalı yazısını görünce komşu dükkâna ; “ Nerede bu adamlar, dükkân açılacak mı acaba?” diye sorduklarında ; “Valla biz de bilmiyoruz teyze .” cevabıyla geri dönüyorlardı. Hiç kimse onun yokluğunu hissetmedi. İnsan öldüğü zaman da yakınları ağlar, torunlar dedelerini özler bir dua gönderir dedesine, torun da vefat edince unutur herkes seni, hiç kimsenin ölüsü olursun. Sen öldün diye işler aksamaz dünya dönmeye devam eder bir an bile duraksamaz.
O dükkân bir daha açılmadı, kendisini ne gören bir kimse ne de kendisinden bir haber duyan olmadı…

Umut /Adem Yağmur” için 13 yorum

  1. Sayın Hocam Bi çok kişinin duygu ve düşüncelerine tercüman oldunuz
    Bende esnafım. Esnaflığın ne kadar mübarek bir iş olduğunu daha iyi anladım
    Güzel yazılarınızı bekliyorum
    Allah’a emanet olunuz

    Beğen

  2. Cümlelerde kendimi buldum. Bitmesin devam etsin dedim ve ara ara kaydırma çubuğuna baktım “iyi daha çok var bitmesine dedim sevindim” birden satırların sonunda buldum kendimi. Su gibi geçti. Yüreğine sağlık abi.

    Beğen

Yorum bırakın