Boşluktaki Umut/Derya Hekim


                  

“Alışkanlıklar köleliğin farklı bir biçimidir.” der: Michel de Montaigne. Beklemek, bir de umutla yoğurmak bitmeyen sancılarımın adı. Ben  umutla beklemeyi alışkanlık edindim. Bugün yarının gelmesini bekliyorum. Yarının dünden daha iyi  olmasını bekliyorum. Mutluluğu bugün yaşadıklarımda değil de yarın daha iyi şeyler gelince yaşayacağım  diye erteliyorum. Ben beklemenin zavallı kölesi olmuşum.  Kölelikten azat olmak istiyorum. Bir yol bulmalıyım. Sadece beklemek olmamalı alışkanlığım.  Tüm insanların umudu vardır, olmalıdır ya da. Yoksa ne için var ki insan? Kendi köleliğimi sorgularken Turgut Uyar seslendi sanki: “Herkesin bir umudu vardır”.Bir savaşı, bir kaybedişi,bir acısı, bir yalnızlığı, bir hüznü. Evet  herkesin var.  Bir savaşım, hüznüm var.Hatta yer yer yenilgilerim bile var. Fakat bunlara öyle alışkınım ki birinin  eksik olmasını istemem.  Ve bir seslenişe daha kulak kabarttım. Friedrich Nietzsche, “Umut, kötülüklerin en kötüsüdür çünkü işkenceyi uzatır.” dedi. 

     Karmaşanın ortasında kalmış gibi hissediyorum. Filler tepişti ve ben ayakları altında çim misali ezildim. Nicedir yarınları beklemeyi alışkanlık edinmiştim.  Umudum yorulmuşken Monteign’e kulak kabarttım. Kölelikten vazgeçip o yarınları doğurmaya karar verdim. Fakat nerden başlayacağımı bilemedim. Aradığım yarın bugünde, hatta yaşadığım anda saklıymış. Fark edince yeni bir rüzgar esti. Kölelikten uyandırdığın için teşekkür ederim Montaigne.

     Bir arpa boyu yol aldım. Alışkanlıklardan kolay kolay vazgeçilmiyor ki.  Ama köle olmaya niyetim yok.  Ve Nietzsche’den umudun işkence olduğunu işittiğimde durup dinlenmeyi kendimde hak görmedim.  Çok yoruldum.  Yanlış anladığım bir şeyler vardı. Bana doğru yorumu yaptıracak bir ışığa daha ihtiyacım var. Ve bu esnada Turgut Uyar, dur! Dinlen! Biraz durmak daha çok yol almanı sağlar, dedi sanki. Bir savaşı, bir kaybedişi, bir acısı bir yalnızlığı,bir hüznü var derken umut etmenin alışkanlık olmadığını  anlattı sanki.  Umutla bekliyorum diye sadece boş boş oturmanın umutla beklemek olmadığını anlattılar bana. Evet savaşacak hatta kaybedip ağlayacak, derin acılar çekecektim. Ancak bu şekilde sadece öylesine beklemenin kölesi olmaktan kurtulabilirdim. Boş beklerken umutla ben bir adım atmadan düzelir deyip işkence ediyordum kendime.  Fernando Pessoa ile son vuruşu yaptım kendime: “Olduğum şeyle olmadığım şey arasında, hayal ettiğim şeyle hayatın beni yaptığı şey arasında bir boşluğum.”  Evet vardığım son noktaydı burası. Çürümekte olan düşüncelerim, heyecanım ve yeteneklerimi gömdüğüm koca boşluk.   

      Bir ip merdiven gibi her birini sıra ile dizdim.  Koca boşluğun içinde oturup bir gün kendi dolar diye boş umutla işkencemi bitirmek kendime yaptığım bir iyilikti.  Savaşıp kaybetmek bu kaybın acısını çekmek daha manidar.  Bir kelimeye götürdüler beni. Kuyumu adım adım dolduranın adını yaşayarak  bulmamı istediler.  Yaşayarak öğrenmek bu hayattaki en iyi öğrenme metodu sonuçta. Kendi kabuğunu aşanların varacağı son nokta.  Başlangıcı zehir, neticesi şeker-şerbet olan bir şey varsa o da, sabırdır. 

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

WordPress.com'da bir web sitesi veya blog oluşturun

Yukarı ↑

%d blogcu bunu beğendi: