Sürgün Yüreğim / Gülten Bayduz

Aç kalbinin kafesini
Sal gitsin ürkek güvercinleri
Ruhun titrek bir mum ışığı
Bedenin bir ülkenin soğuk kışı
Yüzüne yansımış yakamozlar
Göz bebeklerinde hırçın dalgalar
Gecenin sukutudur çığlıklar
Göz yaşlarındır parlak yıldızlar
Çekilmiş kirpiklere sukûtî sürmeler
Dost bildiklerim karanlığın yareni
Baykuşlar tek bir ağızdan ötüşmedeler
Her anı bir temmuz ateşi aynalar
Ana kucağı aramakta var olanlar
Korkunun esareti altında ruhlar
Tıka basa dolu zindanlar
Uykularım uykusuz dertli
Hayaller kurşun sanki
Dualar yolunu kaybetmiş bedevi
Bir mazlumun duruşu kadar asil
Bir uygurun çığlığı kadar suskun
Kıyıya vurmuş mülteci yorgunluğu
Sürgünüm şimdi yok saydığın benden
Sürgün verdim bitti dediğin yerden

Masal Yeni Başlıyor / Zeynep Bilgin

Bir adam umudu buldu
Ve karşılıksız bıraktı insanların gözlerinde
Bakışlar keskin bir susturucu
Herkes gördü bahar çiçeklerini birinde
Adam sakince yere bıraktı onu
Elleri bembeyaz yüzünde
Gitgide kırıştığını fark etti
Ömrünün serverliğinde
O da yıllardır amacını arıyordu
Oysa ne derdi vardı ki dünyalık meselelerle
Başıydı uçurumun, yolun sonu
Ama bir şekilde süsledi kendince
Yaşamın iplerini sıkıca senin için tutan biri mi olmalıydı
Adanmış olmak istedi adam sessizce
Nefrete umutları ekleye ekleye
Boğmak istedi masumların suçlusunu
Yazmak istedi mahkumların mektubunu
Ve olmak istedi adam sadece kendisine korku
Dünya dönerken o aradığını bile bilmediği amacını buldu
Son nefesini kesik kesik gülerek verecekti o
Musibetleri seve seve kucaklayacak
Adam sakince yere bıraktı umudu
Ve unuttu bulduğunu
Kalbine yerleştirdi kendi gerçekliğini
Öyle ya da böyle yaşıyorum dercesine
Başıydı bu henüz masalın,
Soğuk bir kışın ortasında
Ama kalbim üşümeden.

Değişti / Erkan Bilgin

Takvimler döküldü yaprak yaprak, zaman değişti
Saçlarıma düşen akta imtihan değişti
Evhamlar çaldı huzurumun nikabını
Tükendi nev-baharım derman değişti

Güveler sardı ruhunu zamanın, an değişti
Gönülde vicdan, akılda izan değişti
İhanet sarmalında işlendi bu cinayet
Şaştı adaletin terazisi, mizan değişti

Eğrildi şimdi gözler, hüsn-ü zan değişti
Satılmış kalemlerden akan kan değişti
Doğrular yalan oldu güzelse bir çirkin
Nefis debdebesinde nice insan değişti

Firkatin kasırgasında şimdi canlar, figan değişti
Baykuşlar tünedi hayallere, aşiyan değişti
Firavunlar çıkardı bu karanlık dehlizler
Musa ile insan, asa ile umman değişti

Mana ikliminden süzüldü ahenk, mekân değişti
Billurdan elbisesini giydi cisim, burhan değişti
Seherin yakarışında aralandı bu hikmet
Kâinat senfonisi dokundu kalplere, iman değişti

Ve şefaat pınarından kanan değişti
Ümmet olma şerefiyle yanan değişti
Varlık alemine gönderildi bu rahmet
Kalbini kalplere bağlayan insan değişti

Sımsıkı Sarılsam / Elif Özbek

..Hani şöyle sımsıkı sarılsam..
sana dair tüm hasretim,kollarımın arasından akıp gidecek gibi..
Senden uzakta geçen zamanın telafisi olacak,zaman sanki bıraktığımız yerden devam edecek gibi..
Sancılı sürecin açtığı yaralar,izler kaybolacak..
Ruhumdaki tüm boşluklar kapanacak,kalbimde kelebekler yine yeniden uçacak gibi..
Hayat tekrar heyecanla yaşanmaya değer bir hal alacak gibi..
İçim bir yangın yeri,..katıksız bir aşkla bağlanmanın, sonrada ayrı kalmanın dayanılmaz acısını hissediyorum..
Kaçacak yerim yok,..
Hani şöyle sımsıkı sarılsam..
Tüm acım,sızım gözyaşlarımla dökülüp gidecek gibi..
Aramıza giren yollar eriyip yok olacak,..
buna sebep olanlar utanıp mahcup olacak..
Çıkarımlar yapılıp,kıymetlerimiz daha bi anlaşılacakmış gibi..
Hani şöyle sımsıkı sarılsam..
Dünyadaki bu kargaşaya rağmen,reva görülenlerin aksine,
Hafızamdaki unutulmaya yüz tutmuş,..
insanlığa dair umutlarım canlanacak..
Korkmadan bir cesaretle yarım kalmış hayallerim tekrar kurulacak gibi..
Hani şöyle sımsıkı sarılsam..
Sensizliğin tüm yorgunluğu unutulacak,..
Gün yeniden ağaracak,tüm varlıklar rengine kavuşacak..yitirilen anlamlar bulunacak gibi..
Hani şöyle sımsıkı sarılsam..
Sessizliğin perdesini yırtıp,..
geçen zamandan kelimelerin hıncını alırcasına avazım  çıktığı kadar..onları sese dönüştürmenin,sevincine ortak olacak gibi..
Hasretle beklemenin yerini, kavuşmaya terkettiği..sana dair gurbetin sona erdiği..
İçim içime sığmayacak gibi..
Hani şöyle sımsıkı sarılsam..
Aşk,sevgi, muhabbet daim olacak..
Ömrüm bahar olacak gibi..
Hani şöyle sımsıkı sarılsam..

Ben Bir Mülteci Demir Yolu Görevlisi / Talha Erçevikbaş

Günlerden Cuma , haftanın son mesai günü….

İncecik yağmurun altında duran , iki vagonlu kırmızı tramvay

Her yağmur tanesini bir melek indirirken yeryüzüne benim gibi bedeni ve ruhu yorgun….

Rüzgârın sesini ray tıkırtısı izlerken,

Yüreğimin kafesindeki damarlar tramvayın rayları zorladığı gibi zorluyor….

Çok şey anlatmak istiyorum lakin bedenim bu yaşanan acılarınağırlığını daha fazlakaldıramıyor.

Ince uzun vagonun iÇerisinde sıkışmış kalmış bir ruh gibiyim….

Kırmızı tramvay , duyulmayan çığlıklarım içerisinde bir istasyona ilerlemeye çalışıyor

Akşam üzeri , güneş hafiften batmak üzere , Raylarda ince uzun insan gölgeleri,

Tramvayın kömür rengi telleri aldı götürdü uzaklara yine beni

Kendimi Haydarpaşa tren GARINDA buluyorum……

Bıraktığım hali canlandı gözlerimin önünde,

Gurbete düşmüşlerin, gideceği istikameti bilen bilmeyen yolcuları

Kavuşanlar, birbirini yolcu edenler…

Dolup boşalan trenler ………..

Fakat şimdilerde oralarda Paramparça olmuş yolcu hayatları , kırgın aileler ,

tutsak çocuklarınyakınları , özlem ile kavuşmayı bekleyenler ile dolu

Ve daha nice gaybubette olupta haydarpaşa garından baska diyarlara yol almak için düşleyenler….

Sanki yorgunluğumu hisseten demir yığınının içerisinde yalnız kalıyorum

Dizlerim çözülüyor

Başım hafif tutuşmuş yanıyor

Gözlerimin feri sönüyor

En İçte derinlerde yaralarım tramvayın RAY sesi gibi acıtıyor Icimi !

Hasretten mi?….. yoksa dünyanın renklerini kirletenlerden dolayı mı?

Kendimi arıyorum tramvay rayının seslerinde

Yine kalabalığın sesi ile karışan gürültü kirliliğinin içerisinde

Alnımı yağmur damlalarının çizdiği cama dayıyorum…

Ayakta kendime zor yer bulduğum köşede, gözlerimden süzülen damla damla gözyaşları ,

sessizlik ile mühürlenmiş dudaklarıma kadar süzülüyor ……

Tramway ise yokuşu alırken sanki nefes nefese soluyor….

İçimde acıyla gözlerim dolaşıyor hicret ocağı raylarının üzerinde ,

geride bıraktığımız sevdiklerimizi düşünürken……

Tam uzaklardayken , derin derin dalmışken

Sırılsıklam kalmış kızıl saçlı , hafif kilolu , ne kısa ne de uzun boylu, gözleri yeşil iskoç asıllı Avustralyalı yolcu , yalnız , biletsiz tramvaya biniveriyor……

Nefes nefese kalmış solumasıyla uzaklardan irkiliyorum ,

Sesimi toklaştırpı “Bilet kontrol” diyorum

Önce bana bakıyor ve özür dileyerek yağmurdan dolayı biletsiz bindiğini aktarıyor ve peşine aksanımdan dolayı “Nerelisiniz? memur bey” diyor

Ben ise bir anda dudaklarımdan çıkıveren Ben bir mülteci demir yolu görevlisi

Sanki o an zaman durdu

Beden dili her şeyi anlatıyordu …

ikimizde susmuş ve gözler sessizliği ile ifade etmişti tüm olup biteni , tüm acıları özlemleri hasreti göz bebeklerimin buğusundan okumuştu sanki olup biteni

Daha fazla soru sormadı

Anlamlı sessizliğin içerisinde Ayrı yönlerde uzaklaşan

İki tramvay gibi ayrılmıştık sessizce

Yürümekte olduğum istikamette her bir cisim sanki hücreciklere ayrılıyor

Bir an kulaklarımda Musab Bin Umeyr in “ Rıza yolunda biraz cefa gördük diye Rahman’a naz mı edeceğiz.” Yankılanıyor ……

Sesim titrek, gözlerim ağlamaklı

Perişan kalbim,Ruhum ise boyun bükmüş her bir eziyete

Sesler uzaklaşıyor yavaş yavaş benden

Utanıyorum kendimden..

Bana bahşedilenlerin değerini bilememekten

Görememekten verilen onca nimeti

Utanıyorum işte..

Meleklerden Utanıyorum

Hapisteki kardeşlerimizden utanıyorum

Masum bebeklerden utanıyorum

İNSANLIĞIMDAN UTANIYORUM.

Talha Erçevikbaş

Bir Haykırış / Deniz Akif Mahir

Rabbim! Dedi:
Sustu, kış yaprağına düçar
Kar çiçekleri, ağladı.
Oyuklar oyuldu tırnakla.
Zemheri üçe bölündü:
Üçüncüsü, direndi şafağa
Aylar hep ve hiç yirmi sekiz
Yıldan ikisi eksik ve fazla.
Rabbim!
Bütün arda kalan iki ve üçler
Hep beyaz yazmaya mı ilişti?
El dizle, göz baharla…
Yutkundu:
Ceylan yavrusu sırtlan pençesinde
Dağlandı,
Sinem, kor harmanı, koruyamadım!
Doğar küllükte zulüm
Saplanır hovarda mızrak
Kimi cana, kimi dikişli kuleye
Kimi her ikisine.
Ciğer, yanar ciğere
 Akrep ve yelkovan durur,
Kırka bir kala,
Sine yolcu Tur’a.
Çeşmi Asa’ya hayduttur,
Afarozlu uç, kızıl ok!
Nehirler emanetidir nâr’a
Bilek(çe)ler tutukludur
Mühürlü mektuplara.
Ana rahmine doğmuş
Üç beş harflik mezar taşı.
Ana doludur kemer
Irmak ırmak besler
Gökkuşağına gezgin gülleri
Zar’a atılır ayasız el,
Ak zeytin dallarında.
Kesik serçe tırnağı,
Baykuşlara bayram
Al çehreli göz,
Yeşil beşik tavanında.
Kır at vurulur nala,
Kaldırıma düşer kırat.
Kül küfesi savrulur
Yüze vurur isi
Kederi yükler kadere.
Dilde perdeli zerreler,
Okunur mazgal merhametine.
Kilitlenir ağaç kavuğuna
Üçer beşer ters sıralı
Ur, mızrak, ok, kül…
Güvercin kalbi ısıtır
Siyah bilekçe ayağını,
Güvercin ve pervaz, marisanda…
Allahım!
Yalnız değilim tek başımayım


Deniz Akif Mahir

Yanmış Sineler / Ziya Paşa Akyürek

Aşkın mukim dili selsebil gibi
Yanmış yüreklere hep inşirahtır
Leyla’dır çöllerde Mecnun’un gülü
Bülbülün mirası bir gülden ahtır

Hal ehli derdini gözünde saklar
Kapanmaz yaranın adı hicrandır
Geceler onlarda gelip sabahlar
Yüzleri seherden daha rahşandır

Mestane yürürler dünya bağında
Mevsimler onlara hep bahar olur
Sevdaya düşenin gurbet yurdunda
Gönlü hicran adı sevdakar olur

Elemin bağında aşkı dermenin
Zevkinde söyleşmek nazar-ı Hakk’tır
Yar deyip yoluna ömür vermenin
Tarifsiz tanımı “Garip” olmaktır

Tüm dertleri infak edip Leyla’ya
Mecnun himmetiyle yaşar giderler
Yeniden gelseler hani dünyaya
Ne olur Allah’ım bir daha derler

Ziya Paşa Akyürek

Aslı’m / Ahmet Terzioğlu

Bir hal oldu bana Aslım’ı gördüm,
Bir şey diyemedim halden utandım.
Bilmem hasta mıydı yaslı mı gördüm,
Renkten renge girdim aldan utandım.


Uzaktan seyrettim yaklaşamadım,
Derdimi bir türlü paylaşamadım.
Yanına varıp da söyleşemedim,
Kurudu damağım dilden utandım.



O geldiği zaman bahar gelirdi,
Dilinde nağmeler coşar gelirdi,
Yüzü gonca gonca açar gelirdi,
Dikene takıldım gülden utandım.


Dağlarda yollarda kırda arardım,
Her gece hayalde düşte görürdüm.
Gel dese düşünmez anda varırdım,
Kalkıp gidemedim yoldan utandım.


Ahmed’im bir dilek dileyim dedim,
Aslı’mı defterden sileyim dedim,
Canıma kıyıp da öleyim dedim,
Mevla’dan utandım, kuldan utandım

Karadayı Ekvatorlu Atışması 2 / Mehmet Karadayı – Ekvatorlu Süleyman Halidoğlu

Karadayı

Nur yağsın eskiye rağbet edelim
Feodal düzene geçelim artık
Deveyi biraz da öyle güdelim
Gelin derebeyi seçelim artık

Ekvatorlu

Adalet, hak-hukuk külliyen zarar
İnsanın yok yere neşesi kaçar
Edebin, ahlakın ne faydası var?
Şu ütopyaları geçelim artık

Karadayı

Yağız olsun ağaların atları
Demirlesin gemileri, yatları
Ormanın içine dikip katları
Altından bir hülle biçelim artık

Ekvatorlu

Ağa dedin, hiç unutma beyleri
Keyfi arşa varsın, zulmü ileri
Fakirin açlıktan ölsün keleri
Hırsıza servetler saçalım artık

Karadayı

Bu şato olmazsa diğer şatoya
İster Kars’a yerleş ister Hatay’a
Veda edip memlekete, ataya
Diyardan diyara göçelim artık

Ekvatorlu

Sen öyle bir kazık çak ki hayatta
Gölgesiyle serinlesin beş kıta
Cennetten tapu da aldık bu hafta
Sıratın köprüsünden uçalım artık

Karadayı

Karadayı, tapşırmadan yoruldu
Hayale dalınca kalpten vuruldu
Bulanıktı günden güne duruldu
Bu duru kaynaktan içelim artık

Ekvatorlu

Ekvatorlu, tariz döşenmiş mayın
Cahil gerçek sanar, siz yanılmayın
Kabe’de ters yöne namaz kılmayın
Tertemiz bir sayfa açalım artık

Mehmet Karadayı

Ekvatorlu Süleyman Halidoğlu

WordPress.com'da bir web sitesi veya blog oluşturun

Yukarı ↑