Kohistan Farzımuhal

Adım Kohistan
Öksüz bir coğrafyanın mütevekkil bir ferdiyim ben
Sırtımda memleket kokulu mintan
Ellerim toprak
Ellerim kan
Dilimde ıslaklığı susturulmuş şarkıların
Tümcelerim haymatlos
Düşlerim vatan

Adım Kohistan
Sevdam Ağrı dağından yüksek
Ağıtsız tüm hayallerin kıymığı
Beynime saplanan
Günüm işaret dilinde vaha
Gecem ışığa meyelan

Adım Kohistan
Adı konmamış destan

Farzımuhal

Koh bazi dunya dillerinde dağ demek

Güzel Annem/Ceren Sıla

Güzel annem,

Bu, sana yazdığım altıncı mektubum. İlkini Bursa’dan yazmıştım. Üniversite için gittiğim şehirde gurbetin içime çöktüğü bir akşamdan. Sen okuyamadığın için benim mutlaka okumamı isteyişinden, diplomamı çerçeveletip  duvara asma hayallerinden bahsetmiştim.

Sonra başka bir mektubumu Yalova’dan yazdım. Başkalarının çocukları için ağlamanın lezzetinden bahsetmiştim sana. Eylül sevdamdan… Ben o çocukları çok sevmiştim anne.

Peki şimdi niye mi yazıyorum? Geçenlerde yakın bir arkadaşımın çocuğunun vefat haberini aldık. Bir annenin yürek yangınına bizzat şahit oldum. Daha önceleri yaşım mı küçüktü de dünyadaki acılardan bihaberdim ya da acıyı mı hiç tatmamıştım bilmiyorum. Ya da insan büyüdükçe mi büyüyordu acılar da? Annenin yangınını gördüm dedim ya, o yangının en fazla diken batışı kadar acıtabileceğini de gördüm. Ben şimdi anladım  Hz. İbrahim’i yakmayan ateşi. İşte bu yüzden yazıyorum sana.

Hatırlıyor musun tatillerde yanına geldiğimde elimden bırakmadığım kitaplarım vardı. Sen ara ara sitem ederdin ‘’Burada bari onları bırak.’’ diye. Ben de uzun uzun anlatırdım sana. En sevdiğim yanlarının derdi söyleyip derman anahtarının da en azından yerini göstermeleri olduğunu. Mesela namaz kılmak mı konu? Sadece kılın demezdi o kitaplar: En az 3 – 5 kitap okuyun derdi. Kendini 65 yıl namaz kılmaya zorlayan büyük zatlardan bahsederdi. Böylece neyi nasıl yapabileceğimi de öğrenirdim. Şimdi sana bir annenin yürek yangını nasıl sönebilir onu anlatacağım. Dünya hali olur ya bir gün benden ‘’son haber’’i alırsın. Son kez koklayamadığına, dokunamadığına, son kez öpemediğine yanarsın. Yanında da olamam ki ‘’ annem üzülme ‘’ diyebileyim. Lütfen bana kızma nasıl dile getirdin bunları diye tamam mı? Kendi evladımın başıma gelmesini hayal edemedim. Belli ki daha çok yolum var. Ama seni her şeye hazırlamak istedim. İmkanım varken, yapabiliyorken.

Güzel annem, evladının yangınını nasıl söndürüyordu o anne biliyor musun? Evladının yaşadığı hayata şahitlik ederek. ‘’Allah yolundaydı benim kuzum’’ diyerek. Şimdi sen de şahit ol. Senin evladın yanlış hiçbir şey yapmadı anne. Derdi Allah’ın rızası istikametinde bir hayat sürmekti. O yüzden gelemedi tatillerde yanına. Bazen bayram günleri bile yollarda bıraktı gözlerini. ‘’Anne şu an öğrencilerimleyim, seni sonra arayayım mı?’’ dedi ama günlerce arayamadı. İçin çok rahat olsun, evladın bile bile birinin hakkına girdiyse, birinin hakkını veremediyse o sadece sensin. Hakkını helal et olur mu? Senin evladın bir şeyleri eksik yaptı belki ama doğru yoldan hiç şaşmadı. Vicdanı rahat uyudu hep. Şimdi de vicdan rahatlığıyla kapattı gözlerini. İlla birileri için ağlayacak, üzüleceksen, zerre kadar vicdanı kalıp da irade gösteremeyenler için ağla anne. ‘’Onlar masumdu.’’ diyemeyenler için. ‘’Bize onlardan hiçbir zarar dokunmadı.’’ diyemeyenler için. Çünkü ben kardeşlerime ağlamayı bırakalı çok oldu. İnsan gurur duyduklarına ağlar mı? Birilerine ağlıyorsam, haline acıdıklarıma ağlıyorum. Bizim acınacak halimiz yok şükürler olsun. Sen de istemez misin anne?

“Dünya onların ahiret bizim olsun.’’

Ceren Sıla

Sevda Kuşunun Vedası / Mehmet Karadayı

çiğ olsun gözyaşın gönlüme düşsün
inci taneleri kavursun beni
sen ki her saniye kurduğum düşsün
karanlık gecede ararken seni
çiğ olsun gözyaşın gönlüme düşsün


bana göstermeden gizlice ağla
seven kalbim hicranını görmesin
git bir kuytu yer bul gönlünce çağla
göz yaşların yüreğimi delmesin
bana göstermeden gizlice ağla

gülün tebessümü soluyor artık
sevda güvercini veda ediyor
biz sevgiyi kör bir kuyuya attık
aşkım yüreğimde garip eriyor
gülün tebessümü soluyor artık

Bazı Ayrılıklar Gitmeden Başlar/Farzımuhal

Yusufuna Elif, Elifine Yusuf olan bahtiyarlara

Bazı ayrılıklar gitmeden başlar
Gri bir sis çöker evin odalarına
Gümüş eğerli atları düşlemekten bezmeyen
Kışa , ayaza , taylara mahrem
Çıldırtan bir kelimesizlik bürünür vedalarına
Hava soğuk, yolun uzun
Sahi ceketini giydin mi Yusuf
Yusufunun elinden tuttun mu Elif

Bazı aydınlıklar şafak sökmeden başlar
Fecri kazip kıskanır bu billur hikayeyi
Kışta gelenin avazıyla bir sabah
Kardelenler başkaldırır elli yıl sonradan
Çilesi mükerrer modern havarilerin
Erbain bakışlarını saydın mı Yusuf
Yusufunun gününe aydın mı Elif

Bazı umutlar, hüznü daha bitmeden başlar
Umut dağınık bir masa, bir kitap ayracı
Bir kırık gözlük, bir beyaz sandalye
Sessiz sessiz temizliğe giderken, bir savcı
Umut Gökhanın, gözaltında verilmeyen ilacı
Yüzlerce bebeğin kodeste ağlaması
Bu sesleri sen de duydun mu Yusuf
Yusufuna bir demli çay koydun mu Elif

Farzımuhal

WordPress.com'da bir web sitesi veya blog oluşturun

Yukarı ↑