Gidişi bir rüzgâr gibi hızlı olsa da, gelişi bir ormanın büyümesi kadar asudedir ramazanın. Kendini hissettire hissettire gelir o. Yaklaştıkça insanı, mekânı ve hatta zamanı bir nizama sokar. Hilal görünür; günler altın bir ekine, ezanlar gümüş bir orağa döner. Yeni bir harman olur her gün. İçinde ramazana yer veren ve onun içinde yer alan herkeste bir duruluktur başlar. Nefisler sessizce eğilir. Tadılan bir güzelliğe dönüşür zaman.
Hatırlıyorum da, orucun tadını bilen bazı büyüklerim, daha recebin ilk gününden niyetlenerek ramazana koşardı. Kimi büyükler de recep ve şabanın başında, ortasında ve sonunda oruç tutarak karşılardı ramazanı. Hasadı harmanı erkenden kurardı onlar. Yüzlerine tuhaf ve güzel bir aydınlık çökerdi. Anneler, nineler çiçekli entari ve şalvarlarıyla bir bahçe gibi kurulurdu ramazan hazırlığına. Babalar çalışırdı. Gözlerinde nice geçmiş zamanları damıtan ihtiyarlar, cami avlusunda, iğde gölgesinde sohbete koyulurdu. Oruç ağzıyla konuşurdu herkes. Oruç ağzıyla gülerdi.
Küçük kasabamızın ramazan akşamlarında, iftar öncesi telaş belirgin bir hal alır; fakat ezan yaklaşınca, neredeyse kuş sesleri bile dinerdi. Sanki her şey kulak kesilir, ezanı beklerdi. Evde iftar gözleyen büyükler de, orucunu vaktinde açmak için dışarıda bir çocuk görevlendirirdi. İşte onlar, kilitli ağızlara anahtar sunan ezan müjdecileri olurdu.
Ezanla birlikte içilen bir yudum su, boğazlardan can verilir gibi inerken, yaratılışı düşünen olur muydu, bilmem. Fakat rızık etrafında dönen hayatın özü bu ayda daha bir anlaşılırdı. İbadeti çoğaltan ve Rabbi’ne daha bir yaklaşan insana rızkı bol bol veriliyor olmalı ki fakir soframız dolar taşardı. Bereketin cisimleştiğine bir kez daha şahit olur, şükrederdik.
Minarelerden salât ü selamlar okunmaya başladığında mahalle arkadaşlarıyla teravihe gider, yarı çocuk, yarı büyümüş ruh haliyle, o uzun namazı sıkılmadan tamamlardık. İmamımız da, cemaat sıkılmasın diye olacak, ayetleri kısa kısa olan Rahman Suresi’ni okurdu. O günden beri bu suredeki ahenk ve mana beni etkiler.
O günlerde beni sarsan bir başka şey de, her dört rekâtta bir okunan ve çok hoşuma giden ilahilerdi. O ilahinin, büyük Itrî tarafından bestelenen Salâtı Ümmiye olduğunu sonradan öğrendim. Sesi güzel bir kişinin şefliğinde, Salâtı Ümmiye’yi öyle coşkuyla söylerdik ki, başka dünyalara götürürdük birbirimizi. İşinde uğraşında gün öğüten köy ahalisi de ibadetin verdiği neşveyle sanki birer veliye dönerdi.
Yorgun girdiğimiz gecede, o güne kadar unuttuğumuz bir sesle uyanırdık. Ramazan davulcuları, evleri uyandırır, aydınlık pencereler birbirini sobelemeye başlardı. Bir ışık, bir ışık daha derken herkesin gecesi aydınlanırdı. Er davulu yaklaşmışsa verecek bir şeyler hazırlanır, okunan bir maninin ardından takdim edilirdi. Gelen de mutlu olurdu, kalan da. Sonra, mütevazı bir sahur sofrası açılırdı. Annem, sahurda mutlaka erişte pişirirdi ve kaysı hoşafıyla birlikte afiyetle yerdik. Neredeyse gün boyu tok tutardı bu menü.
Geçmiş ramazanlara döndüğümde biraz da zihnimdeki anneye dönüyorum. Annem, ya ocağın başında ya da kuzine soba önünde hamur işleri yapardı. Özellikle arife günü konu komşuya dağıtmak üzere çokça ‘katmer’ kızartırdı. Çayla birlikte nefis olurdu taze katmerler. Güzel yiyeceklerle ramazanı sevdirirdi annem. Bundan olacak, ne zaman kızaran bir hamur kokusu duysam aklıma ansızın annem gelir.
Ramazan o günlerde de burcu buram kokardı. Bildik tanıdık kokulardan farklı olan ve insanı doğrudan sarıp sarmalayan bu kokuyu, öyle sanıyorum, cümle âlem hissederdi. Bu rayiha, her oruç ayında, tıpkı cemreler gibi ipeksi bir yumuşaklığı mayalar durur ve insan ruhuna cennet hakkında kuvvetli ipuçları verir. Sanki İç Anadolu’da Akdeniz iklimi yaşamak gibi bir şeydir bu. İnanıyorum ki, dünyada orucun yaşandığı her yerde böyledir.
Güzelim kokusuyla, dolup taşan camileriyle, ibadet hazzıyla ruhanileşen müminleriyle, sükûna eren şehirleriyle bu gün de bir başkadır ramazan. Adeta, biz fanilere emaneten bahşedilen cennet gibidir; lakin faniliğin rengi, yapraklarını sarartır onun da. Geride aydınlık çehreler ve tatlı hatıralar bırakarak ve henüz kendisine doymadan, tatlı bir bayram eşliğinde, uyku öncesi okunan güzel bir kitap gibi kayıverir elimizden.
Cihangir Asyalı