Tutacaktım Kızımın Elinden…
Yavaş yavaş iyileşiyorum galiba. Yazabildiğime göre.. Belki de iyileşmek zorunda olduğuma karar verdim de aldım kalemi elime. Zaman geçiyor çünkü acılar aynı kalsa da. O yüzden artık yarama kabul olmanın zamanı..
Niye mi hastalandım ? Sadece bir gecede, hiçbir şeyden haberim bile yokken terörist ilan edilişimden. Ülkemi, anılarımı terk edip yollara düşmek zorunda kalışımdan.. Bebeğimi kalabalık ailemle büyütmeyi hayal ederken kimsesizliğin iliklerime kadar üşüşmesinden.
Hayallerim vardı benim. Bildiğim sokaklarım.. Tutacaktım kızımın elinden sokağın karşısındaki parka gidecektim, o mutlulukla koşarken ben onun her gülüşünü gözlerime dolduracaktım ve olur da bir gün ağlarsam sadece o gülüşler akacaktı gözümden. Tutacaktım kızımın elinden burası Kız Kulesi diyecektim, binecektik bir vapura kuşlara simit atacaktık, eğer kışsa Eminönü’nde kestane yiyecektik, babamız, “Buraya gelip de balık-ekmek yemeden olur mu?” diyecekti, gülüş doldurduğu gözleriyle.. Hele yazsa, değmeyin keyfimize. Beyaz piknik sepetimizi attığımız gibi ver elini Çamlıca, Emirgan..
Tutacaktım kızımın elinden babaanneye gidecektik kahvaltıya. Hala orda, amca orda.. Dedemiz, ‘Akşama size balık yapayım.’ diyecekti. Kocaman bir masada toplanıp yiyecektik yemeğimizi. Ben konuyu değiştirmek istersem “ Baba, Sivas’a kar yağmış.” diyecektim.
Sonra şöyle birkaç gün tatil olsa da memlekete gitsek diyecektik. Olacaktı o tatil elbet. Tutacaktım kızımın elinden, atlayacaktık arabamıza ver elini Ordu. Yolda yeriz diye sandviç ve tost yapmayı da unutmayacaktım, sevdiğimiz müziklerle dolu CD’mizi de alacaktık elbette yanımıza. Babamız heyecanla yol alırken, ben ‘Mola ver uyuyalım, gün doğmadan uyuyamazsam kavga çıkabilirim.’ Diyecektim. Bir yerde dinlenecektik. Sonra tekrar sürecektik Ünye’ye kadar ve çıkacaktık Çakırtepe’ye.
Ben yine başlayacaktım lise anılarımdan. Lise anıları olunca konaklar hep Can’a çıkacaktı. Okulumdan kaçıp hayatı yakalayışlarımıza. Tutacaktım kızımın elinden “Bak bu sokaktan aşağıya Can teyzemle koşa koşa inmiştik, çığlık çığlığa.” diyecektim, tüm sevincimizle koşacaktık yokuş aşağı.
Ünye’den yol alıyor olmak üzmeyecekti bizi, yolun sonunda sevdiklerim vardı çünkü. Denizin bittiği yerde başlayacaktı benim dağlarımın mucizesi. Yol boyunca kızım birçok kez, “Anne oradaki dağın tepesine bir tane ev yapmışlar, nasıl olabilir ki ?” diyecekti. Ben çocukluğumda babama sorduğum aynı soruya tebeşirle cevap verecektim; ‘Burası Karadeniz kızım.’
Sonra Kabataş ta mola verecektik. Çocukluğumu tatmak için küçük lahmacun lokantamıza girecektik. ‘Bu kadar lezzetlisini başka bir yer neden yapamıyor acaba?’ diye soracaktık kendi kendimize. Eve varmamıza 10 dakika kala dayımızı arayacaktık, geldiğimizden yine haberleri olmayacaktı tabi. ‘Kapıya inip benim için bizim sokakta yürüsene biraz.’ diyecektim. Ona mantıksız gele gele ablasını kırmamak için inip yürümeye başlayacaktı. Sonra sokağın başında bizi görüp gözlerine dolduracaktı sevincini. Kızım elini tutmamı beklemeden, “ Dayı biz geldik!” diye koşacaktı. Kapı önündeki sesleri duyan annem balkona çıkacaktı. Bizi görünce, “Çocuklarım, hoşgeldiniz.” deyip bir solukla iniverecekti aşağıya. Yeğenlerim de çoktan inmiş olacaktı tabi ki. Öyle bir sarılacaktım ki onlara hala olmayı koklayacaktım doya doya. Babam bizi görünce yine tutamayacaktı kendini, dolacaktı gözleri. Babama sarılınca onun da içinden geçenleri duyacaktım. Kavuşunca da ağlardı, ayrılırken de .. Ama hiç bu kadar uzun ayrılıklar girmeyecekti araya. Evde birkaç saat geçirip doğruca köyümüzün yolunu tutacaktık. Tontonum ve dedelerin en kralı meşe ağacının dibinde oturuyor olacaklardı. Ben bir meşe ağacını bile bu kadar özlemenin acısını çekmeyecektim. Tutacaktım kızımın elinden yaşayacaktık memleketi ve bize aiit güzellikleri doya doya. Ve ben şimdi tutuyorum kızımın ve de ümidin elinden. Buradan bakıyorum gelecek güzel günlere yeniden.
Gözümün önünde tüm sevdiklerim; Çekmeköy’üm, Bursa’m, Yalova’m… Birgün tutun inşallah kızımın elinden..
Ceren Sıla