Gurbette Gelen… (1)
“Yurt dışına gidelim mi?” diye sordu genç adam eşine. “Yurtdışı mı? Nereden çıktı şimdi bu?” dedi genç kadın şaşırarak. Aslında eşinin hep yurtdışına gitmek istediğini biliyordu. Kendisi de üniversite yıllarında önden giden atlıların kapıyı araladığı Orta Asya steplerinin güzel hikayelerini duydukça, ‘bir gün ben de gidebilir miyim?’ diye içinden geçirdiği zamanları hatırladı.
Evliliklerinin dördüncü yılında lüks eşyalarla donattıkları geniş evlerinde, karı koca çalıştıkları ve borçları olmadığı için rahat bir hayat sürüyorlardı. Ama çocukları olmadığı için içleri biraz buruktu genç çiftin. Yakınlarının; “Çocuk sahibi olmak istemiyor musunuz?” sorusunu, birkaç kez tedavi görmelerine rağmen çocuklarının olmadığını saklamak amacıyla “Henüz düşünmüyoruz” diyerek geçiştiriyorlardı.
Aniden çıkan bu yurt dışı fikri aklını karıştırmıştı biraz genç kadının. Ama bir kaç gün sonra kendilerini bağlayacak bir şey olmadığını düşündü ve hicret sevabını da düşünerek bu teklife ılımlı baktı.
Çok kısa sürede karar verildi ve gerekli hazırlıklara başlandı. Oturdukları şehirde gidecekleri Orta Asya ülkesinden bir üniversite öğrencisi vardı. Öğrenci genç çifte, kendi ülkesi hakkında bilgi vermek amacı ile evlerine geldiğinde, “Siz şimdi bu evi ve eşyaları bırakarak mı geleceksiniz? diye sorduğunda genç şift iki ülkle arasındaki farkı bilmediği için soruya çok anlam veremedi.
Genç kadın o zamana kadar büyük şehirlerde ve lüks evlerde oturduğu için eşine tek şart olarak iyi bir evde oturmak istediğini söylemişti. Eşi de daha gelmeden kendilerine ev bakan arkadaşlarını bu konuda yönlendirdi. Kendi eşyaları memlekette anne evinin bir odasına yığıldı ve kısa sürede aile üyeleri ile vedalaşarak yola çıkıldı.
İlk olarak onları karşılayan ailenin evine yemeğe gidildiğinde genç kadın yatak odasında yerde kurulmuş yemek sofrasını görünce oldukça şaşırmış olsa da ailenin sıcak karşılaması ve samimi konuşmaları ile bir nebze de olsa şaşkınlığını üzerinden atmıştı.
Sonrasında genç kadının isteğine göre tutulan güzel eve doğru yola çıktılar. Ev eşyalıydı ve ilk gördüğü evden çok daha güzeldi. Ama evin dışı içi kadar rahat değildi. Genç kadın eski ve gıcırdayan asansördeki kokuyu, bazı sarhoşların tuvalet ihtiyacını asansörde giderdiklerini öğrendiğinde ürpermişti. Üstelik katlar arasında bulunan otomat lambalarının çalındığını, bu yüzden yanında fener gibi ışık verecek bir şey taşıması gerektiğini öğrendiğinde sonraki günlerde asansöre tek başına binme ve merdivenlerde her an güvensiz birisi ile karşılaşma korkusu ile baş etmeye çalışması gerektiğini de anlamıştı. İlk haftalarda asansöre bindiğinde gözlerini ve burnunu kapatıyor, zemini kontrol ediyor ve mutlaka kuru olan bölgelere basmaya özen gösteriyordu. Bazen de aniden elektrik kesilme ihtimaline karşın merdivenleri yüreği çatlar derecesinde ve basamakları ikişer ikişer atlayarak iniyordu. Gurbete giden herkes gibi ilk haftaları o da oldukça zor geçirdi.
Güzel evde oturma isteği onları Türkler’in yoğun olarak oturduğu mahalleden epey uzaklara düşürmüştü. Aynı apartmanda iki Türk aile daha oturuyordu. Ama kader buraları nasip ettiyse mutlaka bir hikmeti, bir kolaylığı olmalıydı.
Çok geçmeden ev sahibi ile tanıştılar. Kadın orta yaşlı bir Rus idi. Anneannesi Osmanlı zamanında Türk köyünde yaşayan ve Türkçeden başka dil bilmeyen ve Tehcir Kanunu ile Rusya’ya gönderilen binlerce Ermeni’den biriydi. Nacer Hanım anneannesinden öğrendiği Türkçe ile kendileri ile konuşmaya çalıştığında genç adam ve kadın mutluluktan adeta uçacak hale gelmişlerdi. Onca karşılaştıkları zorluk içinde bu gerçekten büyük bir lütuf olmuştu. Kendileri Rusça, Nacer Hanım da İngilizce bilmiyordu ve ortak dil olarak Türkçe’de buluşmuşlardı.
Genç adam ve kadın aynı apartmandaki arkadaşları tarafından her sabah evlerinden alınıp işe götürülüyorlar, iş çıkışında da her gün farklı bir ailenin evine yemeğe davet ediliyorlardı. Birbirleri ile adeta davet yarışına giren bu samimi ve fedakar aileleri tanıdıkça genç kadının gözü ne yer sofrası, ne günün iki vakti kesilen ve saatlerce akmayan suları görmez olmuştu. Tarif edemediği bir huzur kaplamıştı ruhunu ve kalbini. Türkiye’deki lüks evini gören öğrencinin şaşkınlığını şimdi anlamıştı.
Bir gün genç adamı bir arkadaşı üniversite tanıtımı için başka bir şehre götürdüğünde genç kadının yalnız kalmaması için onu bir arkadaşı davet etmişti. Kadın kadına muhabbet ettikleri esnada bir hanım, genç kadının çok yorgun göründüğünü ve üzerinde değişik bir hal göründüğünü söyledi.
Genç kadın birden düşündü. Son iki aydır özel hal olmadığını ama bunun sebebi olarak evi, eşyası dağılıp yeni bir yere alışmanın verdiği zorluklardan kaynaklanan stresten olabileceğini düşündüğünü, yıllarca hamilelik testleri yaptığında olumsuz sonuç almaktan dolayı üzüldüğü için test yapmaya bile gerek görmediğini ağzından kaçırıverdi. Orada bulunan diğer kadın genç kadına hamile olup olmadığını sormak istediğini ama çekindiğini, üzerindeki bu değişik halin sebebinin hamilelikten kaynaklandığını düşündüğünü söyleyince ev sahibesi kadın hemen gidip genç kadına bir test alıp geldi.
Frida
(Devam Edecek)