Kaç tren kalktı, bu istasyondan ben hâlâ buradayım. Kimi gelmeyen yolcuyu beklediğimi zannederken, bekleme artık evine git diyor. Kimi de deli midir nedir, diyor. Bense gidemediğim yerlerin yolcusuydum.
Hasret beni bu istasyonun müdavimi yapmıştı. Kaç biletim yandı yetişebildiğim seferlerimde.
Her zaman hazır olan valizimin bekleyişleri koridorlardaki sessizliği bir nebze de olsa değiştiriyordu. Gitmeyi arzu ederken, elimde geriye dönen tekerlerin cılız tıkırtıları…
Oturduğum banka aşina olmuştum. Gözlerimin temas ettiği her yer, hâlden hâle bürünüyordu. Zemindeki mozaik döşemeler, duvarlardaki boyanın kısmî döküntüleri, tavandaki desenler zamanla zihnimde farklı şekiller oluşturmaya başlamıştı; bazen hayvan, bazen soyut bir resim halini alıyor, hatta aynı şekil birkaç farklı hale girebiliyordu.
Zamana alışmak, zamanın getirdiklerini kabullenmek, insanın yaşam örgüsünü şekillendiriyordu. Şahit olduğum olayların, tanıdığım yüzlerin , binaların şekillerinin herkese farklı anlamlar kazandırdığını düşünüyorum.
Tren istasyonunun çevresinde gelişen olaylar ve oradaki insanlar benim ruh dünyamı doğrudan etkiliyordu. Orada olan herkesi sima olarak tanıyordum ama onlarla sohbet etmeyi çok istememe rağmen buna her zaman hazır olamıyordum. Yer yer baş eğmeyle bazen de dudaklardaki bir mırıltı şeklinde selamlaşmalarla geçip gitmeler…
Trenden inen yüzler ne kadar da tanıdık . Mahallemizin bakkalı Hasan Amca, bizim komşu Cevriye Teyze, meyve sebze kasalarından bozma arabasıyla dondurmacı Salih Amca…
Uzun süredir oturduğum bankta, yanıma gelen yaşlı amca oturabilir miyim, dedi. Onu, sessizce başımı eğerek onayladım. Çantasından yarım ekmek çıkardı ve yemeye başladı. Onun iştahla yemesi dikkatimi çekmişti. Uzun süredir kendisine baktığımı söyleyerek ekmeğinden ikram etmek istedi. Başımı önüme eğdim. Ekmeğinin içine koyacak bir şeyin yokken ve ekmeği zor buluyorsan o zaman ekmeğin tadına doyamazsın evlat, dedi. Ne diyeceğimi tasarladım. Kelimeler dilimin ucunda birikti. Orada kaldı.
Trenlerin sesi ve görevlilerin düdükleri her daim kulaklarımda. Evde çayımı yudumlarken bile istasyondaki sesler harmonisi bana eşlik ediyordu.
Elimde kalan biletlerin, kapının girişinde küçük masadaki kutuda birikmesi önümüzdeki bir kaç gün evde kalacağımı işaret ediyordu.
Sessizliğin dalga dalga evin odalarını gezindiği bir kaç gün evde kalmak hayatıma katamadığım hayallerin demlenmesi demekti.
Yeni seferlerde tekrar kapıdan dışarıya adım atmak, istasyon senfonisini özlemek güzel bir duyguydu.
Bugün günlerden pazar, çay demledim. Yanına biraz peynir, biraz zeytin ve çocukluğumda doya doya yiyemediğim, ekmeğe sürdüğüm çikolata…
Herkesin uykuda olduğu saatlerde dışarıya çıkardım. Omuzlarımda geçmişin ve alışılmış bir yılgınlığın ağırlığı vardı. Yıkılmadığımı ispat edercesine yürümek hoşuma gidiyordu.
Trenden inen yolcular arasında hayal meyal annemi görür gibi oldum. Annemin elinden tutan kısa pantolonlu sessiz bir çocuk, gözlerini dondurmacıdan ayırmıyor. Annem onun sessizliği karşısında bir külah dondurmayla küçük çocuğu sevindiriyor. Hayal aleminden trenin kalkış sesiyle ayrılıyorum, elimde bir dondurma külahıyla çıkışa doğru ilerliyorum.
Evle istasyon arasında kalan mekanları iyice ezberlemiş olduğum yollar, kaldırımlar…
Tren istasyonunun girişini mesken tutmuş yaşlıya her zaman selam vererek içeriye geçerdim. Bu sefer yanına oturdum. Gel otur beyim, derken doğruldu ve bana yer verdi. Zaten içeriye girmeye gücüm yoktu. Yatağının kenarına iliştim ve sessizce yüzüne baktım. O da benim yüzüme bakıyordu. Birimizin söze başlaması gerekiyordu ama ben bunu ondan bekliyordum. Sessizliğin uzun sürmesi üzerine, belli ki bir derdin var, dedi. Oh! Nihayet söz düğümü çözülmüştü. Ne söylerse söylesin, dinlemeye hazırdım. Belki de acılar taze tutuyor bizleri, dedi.
Dışa vurulmamış dertlerin eskimeye yüz tutması insanın dertlerine alışmasıdır. Aslında dertler iyileşmiyor, sende kalıyor sen de ona alışıyorsun ve iyileştim zannediyorsun.
Beklediğim gelmeyince, ben ona gitmeye karar vermiştim. Karar aşamasından öteye geçemeyen bir gitmenin ruhsal anaforu beni içine çekiyordu. Bu anaforda boğulmayı göze alamadığım için gitmenin cesaretini de kendimde bulamıyordum.
Şimdi valizim, dostum, yoldaşım kapı arkasında her zaman ki yerinde. Ben, yer yer sarısı solmuş, hardal rengi koltuğumda oturmuş, camdan dışarıyı izliyorum.