Gözlerin mevzu bahis,vazgeçtim sızlanmaktan Asfar yalnızlıkları bir bir kınalıyorum Hep ürktüm,hep çekindim yokuşta hızlanmaktan Ardında koştururken,soluksuz kalıyorum Gözlerin mevzu bahis,vazgeçtim sızlanmaktan
Asumana üflesem denizden süzüp ezrak Yitik şehsuvarları muştunla etsem teskin Gözlerin hedefine kilitlenmiş bir mızrak Saplanınca göğsüme, ne küs kalır ne de kin Asumana üflesem denizden süzüp ezrak
Tutuşur yangınlarda keşmekeş arşivleri Mütehayyir bir baksan şu eylemsiz halime Gözlerin gül kokulu bir silahın yivleri Delip geçer umarsız,bakmadan ahvalime Tutuşur yangınlarda keşmekeş arşivleri
Gözlerine her şiir ayrı bir infilaktır Devrimler düşlemektir mısralar adedince Merdümgiriz halimle vuslat kucaklamaktır Nazarın esrarıma muvafakat edince Gözlerine her şiir ayrı bir infilaktır
Kitap yazan ellerimde bukağı Yürürken celladımın koynuna adım adım Hedefim kelimlerle aydınlatmaktı çağı Yurdumun bariz sessizliğidir payım
.
Beyhude beklentiler tükenmişi kelebek gibi Alamadan dünyadan lezzet ve kâm Azaldıkça, gözyaşlarımdaki debi Göç yorgunluğunu itiraf ediyor turnam
.
Direnci derimden sıyıran bıçağın Serinliği dilimi bir başka üşütüyor “Bilge göğüslerimden hikmetler sağın” Diye yalvardıklarım kronik kinler güdüyor
.
Biter mi hikayem bu tozlu odalarda Tarihe şahit etmişliğimle yaşlıyım çoklarınızdan Gözlerim bir gün son uykusuna dalar da Kalbimde bu küskünlükle gitmeyeyim aranızdan
.
Kaleme dokunmamış , duyguda yetimlerin başlarını okşar yine de bu müşfik el Ortasında titresem de zifiri iklimlerin Memleket sevgisi zaten hicranla güzel
/Hiçliğim ziyadesiyle baki Allah en güzel vekil../
Hecesini kaybetmiş şiir suzidil … muhal farzlardan sızan ışık şuası için için kaynayan sebil bir yanda ebrehe yıkımları bir yanda beklenen ebabil
ulaşılmaz sandığın her ümit matvi midir mücavirin dil sandığında gezgin duyarsızlara mahrem uğultu belirsiz itiyat ,kılıçsız bırakılan kın. bahanelerin yakıldığı kurtuluş günüdür çöl murabıtının suya kandığı gün Bir daha parlar mı bu kadar kamer Sabırla tüm (mer)haleler yakın buzdağları ilk bahara uyandığında güneşlerin sükuta yüz görümlüğüdür yalnızlığımız,
“yakılmaya” meyilli oluşuna ceza olarak dombrasını tenkil eder bir Nogay Nevruz yangınının sürgün alevlerinde
Tezgahında tutsaklığa alıştırılmış Afgan kilimi Kronik çuvaldızların vesayetinde kıvanç Serumuna isyan karışmış Afrika humması gönül Normal şartlar altında güneşi beklemek erdem Lakin insanlığa en çok insanlar aç
Sibirde gölge kovalayan çelebi adımlar Kuzey Amerika’da mavi morpho kelebeği narin
Yahut Bangui’de bir başka kelebek Crisan T’eaime ; soğuğun nazlı çiçeği lezginka ezgilerinde direnen kafkas yiğidi Vakidir durduğu kara trenin peronlarına küstüğü istasyonlarda
İrtiş buz, Ural naz Sema mavi , step beyaz Ha sancı gönlüm ha ayaz
Diazemin makbul olduğu zamanlarda Anguvazın hafakana dönüşümü vakidir Üşümek ve şiir yazmak vaktidir Ey gönül direnen çocuklar ve anneleri hatırına.. Farzımuhal
Şimdi çekirdek kavurdum, dedi Çerezci. Avucundaki siyah çekirdekleri bıraktı masanın üzerine. Yetmişine merdiven dayamış, Türkiye’den yıllar önce bir bavulu ile buralara gelmiş Mehmet Dede ile sohbet etmeyi seviyordu.
Çayın buharı, sıcak çerezlerin soğuk masa ile buluşması ile ortaya çıkan minik buharın elinden tutuyormuş da Mehmet Dede’nin sigarasından tüten dumana yetişmeye çalışıyormuş gibi oluyordu. Tuzunu fazla katmışsınız yine, dedi. Tadı güzel ama çok tuzlu olmuş.
Bir dahakine daha az tuz katarım dedem, dedi Çerezci.
Kavurduğu çekirdeğe hiç tuz katmadığını, bugün eksik olan tuzsuz çekirdekleri kavurması gerektiğini söylemedi. Cuma namazında bugün çok cemaat vardı, dediğinde günün cumartesi olduğunu hatırlatmadığı gibi.
Dede Anadolu kokardı Çerezci’ye. Şapkası, yeleği, sigarayı tutuşu, çay bardağına dokunuşu, gülmesi ve kızması ile Anadolu kokardı.
Çerezci kırgındı Anadolu’ya ama yine de seviyordu. Türküler dinlediğinde ağlıyor, duvardaki kağnı kabartması ile çocukluğuna iltica ediyordu. Gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk , hiçbir yere gitmiyor, diyen şair gibi o da anılarının mültecisi olmuştu. Sevmiyordu bulunduğu çağı. Her fırsatta kaçıyordu ondan. Bazen bir kitabın sayfaları arasına sığınıyor, bazen bir türkünün notalarından tutunuyor bazen de Mehmet Dede gibi Anadolu kokanların sigara dumanıyla zamanda yolculuk yapıyordu.
Patos zamanı gözlerin hiç yandı mı dede? İlkbaharda dere kenarında yeşeren naneleri koparmadan kokladın mı hiç? Komda annelerini bekleyen kuzuların anneleri ile buluştuğu zamanlarda annesini bulmakta zorlananları kucağına alıp annelerine kavuşturdun mu hiç dede? Çerezci’nin zihninde yüzlerce soru… Sorduğunu zannediyor. Konuşan dili değil gözleri… Sorular dedenin kulağına değil elindeki sigaranın dumanına dokunuyor.
Emine’m güzel yemek yapardı. O da senin çekirdeklere çok tuz kattığın gibi yemekleri tuzlu yapardı. Kavgalarımız hep tuzdan, tozdan olurdu. Ama Emine’m beni çok severdi. Gitmeseydi de tuzdan bir kayayı koyaydı önüme razıyım, dedi Dede. Mecnun nasıl iki kelimeden sonra üçüncüye Leyla ile başlıyorsa Mehmet Dede de ne yapar eder bir şekilde konuyu yıllar önce ölen eşine getirirdi. Özlem, vefa, aşk nasıl bir şey bunu ücretsiz bir ders olarak veriyordu Çerezci’ye. Müşteri geldi kalkmalıyım. Biraz daha çekirdek ister misin Dede?
Ağzım dilim tuz oldu. Yeter bu kadar gaali. Sen müşteriye bakıver.