Şiirpârem / Erhan Bozkurt

Şiir yazdığım vakitler, 

okuduğum dakikalar,

“en yok” olduğum zamanlar.

….bir şiir…. bir ben ve

bir de aramızdaki 

o garip duygusallık.

Bir şiir arası veriyorum,

terkediyorum alemi,

evet…bir şiir…. bir ben,

bir de o garip duygu…

Sanki ben ben değilim 

durduruyorum dünyamı,

kapatıyorum 

tüm hesabı, kitabı..

Öyle ya beni anlayan bir o

ya da sadece aramızdaki

o duygusallık belki…

Muhabbetimiz ne mi?

Sorma…bazen acıyan bir yanım,

bazen zoruma giden bir anım,

Ne bileyim, o günlerde

sahilime ne vurduysa artık… 

yani ne çarptıysa hayatıma,

ne girdiyse kadrajıma.

Oradan buradan derken…

önce donup kalıyoruz iki aşık edası,

derken değiyor gönlüme, bir iki mısrası.

Kimi zaman külhanbeyi nârası,

Kimi zaman bir garibin duası,

Kimi zaman bir çocuk ağlaması,

Bazen bir mağdurun yarası,

Bazen milletin baş belası,

Bazen bir ergen cakası

Ortaya biraz hüzün aroması,

Ha bazen de…

halvette iki derviş susması.

Davanın sevdalısı

Daha neler… neler… neler…

Ben ona saydırıyorum,

Oysa kıs kıs yazdırıyor,

Kızıyorum bazen,

aklımı başımdan alıyor çünkü,

O’da; “ne kızıyorsun birader

ben senin dostunum… 

hani derler ya;

söyle arkadaşını bana, 

kim olduğunu 

söyleyeyim sana”

“o hesap” yani

Ya… haksız da sayılmaz hani

seviyorum Şiirparemi

Ha bu arada…

ben ona “Şiirpârem” diyorum,

O da bana “Dilsûz’um”

Gül gibi geçinip gidiyoruz işte.

Ama… ara sıra …

hayatın gerçeklerini 

suratıma çarpmıyor değil,

Yine bir ara, dost bildiklerimi 

tecrübe ettirdi bana,

şaştım kaldım… 

vay be dedim…

Neyse… boşver… bırak,

bir daha hatırlatma,

küserim bak yoksa sana,

hem yanaşmam yanına.

Bilirsin seninle dostluğumuz

beklentisizlik üzerine.

Konuşup da kırmayalım

bir fincan kahvedeki 

kırk yıllık hatırları.

….Sonra yine başlıyoruz…

İlkin baharı getiriyoruz,

Dünyayı kurtarıyoruz,

Zalimi alnından,

Mazlumu kalbinden vuruyoruz.

Mecnun kıskanıyor Leyla’mızı,

Ferhat korkuyor görünce dağımızı,

Bazen yağdırıyoruz biriken âhımızı,

Eritiyoruz içmizdeki yağımızı,

Estiriyoruz yedi cihana rüzgarımızı,

Daha neler… neler… neler…

Biraz da Sen söyle Şiirpârem 

öyle değil mi…?

“Doğru dersin de Dilsûz’um,

korkarım benimle beraber

kendini de yakarsın be kuzum”

Olsun be Şiirpârem,

Sen yanma, ben yanma…

kâr mı kalsın yapanın yanına?

Hem sen bilirsin ya Şiirparem…

“en çok” olduğumuz zamanda

birlikte olduğumuz anlar,

sanki dünyalar bizim,

sanki bir şey olmuşuz,

bir anda çağlayıp, coşmuşuz.

sonra…sonra mı

bir varmış…. bir yokmuşuz.

Öyle değil mi Şiirparem?…

Neyse… 

uzattık galiba, bana müsade,

Bugünlük bu kadar yeter,

Sen git ilhamın kuytusuna,

sonra akar gelirsin bir ara.

Yine söyler, yazılırız,

bir azalır, bir çoğalırız

Vakit çok geç oldu zaten

ben de döneyim artık

kalabalık yanlızlığıma.

Hadi… hadi şiirce kal.

Erhan Bozkurt

Bir Eylül Şarkısı / Kübra Aydın

Hangi akşamın kızıllığı bu sinen gözlerine
Yüzünde gümüşten çizgiler,
Yağmur uğramış semtine ardında toprak kokusu

“Şimdi uzaklardasın….”

Radyoda çalan şarkıdan
Uzaklığını yakın etme telaşı yemeğin buğusunda
Elinin tersiyle yüzünden yağmurun izlerini silmenin yarışı
Biraz mahcubiyet biraz durduramama korkusu
Özlemler yanaklarından süzülürken

“Gönül hicranla dolu..”

Aylardan Eylül
Sonbahar yakışmış ruhuna
Çıkarmaz olmuşsun üstünden
Gidenler, yitenler, bitenler…
Geriye döndüğünde aynı kalmayacaklar

“Hiç ayrılamam derken
Kavuşmak hayal oldu…”

Hayal olanların sancısı çöktü yüreğine
Çorbanın kokusunda
Biraz memleket, biraz anne
Bir kıyıdan son kez dönüp baktığın
Biraz acı biraz kırgınlık…

Tohum / Ceylan Güriçin

Serazat bir tohumdum esen yelde
Savurdu beni, kondum saçındaki nişan teline
Derken düştüm, kirpiğinin en ok yerine
Yüklendim gözünün nemini, doldum alabildiğine..

.

Kirpiğin bıraktı emanetini, damladım gönlüne
Saçtım içimdeki zerreleri her zerresine
Üşenmedim, kök saldım bu mümbit zemine
Toprağı da çatlattım sonunda, döndüm rüşeyme..

.

Boy verdim, durdum binbir renk çiçekli gülşene
Sen kokladın, ben yorulmadan açtım hale hale
Göz kamaştırdım, namım duyuldu dilden dile
Seyre geldi el alem, mihmân mihmân üstüne

.

Sonra şefkatin bahçıvan edasıyla geldi birden bire
Ayıkladı ayrıklardan, esirgemedi emeğini üzerime
Ona güldükçe güldüm döndüm renk şölenine
O suladı, ben açtım, okşadıkça oldum kendini bilmez, bigâne

.

Aslı güzelimdi, eşsiz güzelimdi can evimde
Kerem olmak varmış dedim kaderimde
Şekvayı yasak bildim bütünüyle kendime
Kalbimi sırladım, her geçen gün büyüyen aksiyle.

.

Arada düşürmedi değil beni ümitsizlik, çemberine
Kara geceler çöktü bazen siyah bir pelerin gibi üzerime
Mevlevi gibi döndüm, Hakk’a dayandım, yük etmedim bedenime
Tevekkül bineğim oldu, çıkardı beni selamete

.

Karşılık buldum mu dersin sevda kadehime
Bilmem, karşılık dile dökülmekle mi sadece
Güzel sevmek, güzeli sevmek zaten harikulade
Karşılık dediğin emekle özdeş bir çaba herhalde

.

Sevgi tohumuydum ben yolun evvelinde
Zaman döndürdü, meftun etti beni bir güzele
Yandım aşk oduna, yandım, yandım da oldum divane
Sevdamı kınayanlara ise tek sözüm; dönsünler lal-ü ebkeme

Arayış / Erkan Bilgin

Yalnızlığın sırlı ikliminde arıyorum kendimi köşe bucak 

Bir rüzgâr bekliyorum, ruhumu bu mezbeleden savuracak 

Tek tek koparıp zihnime atılmış her bir kemendi 

Yollarına düşeceğim, bütün şaşaaları geride bırakarak 

Işığını avuçladım sevdanın, ezgisinde bir sessizlik

Kafesinden çıktı benliğim, ölüm döşeğinde bencillik

Kırıldı aynadaki yalan, kahrından eriyor şimdi riya 

Bak yaşam doğuruyor ölüm, zerrede başlıyor birlik 

Kanatlarında bir rüyanın bahara uyanıyor kış

Diz çöküyor öfkelerim, bu kendimden bir kaçış

Bıraktım elini korkunun, çoktan uzaklaştı yeis 

Gözlerinden başladı, kurak toprağıma bu akış

Mülküm viran olmuş, yok olmuş hiçlikteki dünyam 

Kollarımdaki kelepçeden hayallerime ne gam 

Bir ateşi tuttum ki yüreğim yandı öylece

Hamdım, piştim, yandım sonra vesselam

Artık Görün Ufuktan / Yaşar Beçene


Kararan zamanlarda bahtına sabır düştü
Acıların bir değil binlercesi üşüştü
Ömrünün gerisinden ölü ve dirisinden
Bildiğin yalnızca O; bekleme birisinden
Eylül olsa da mevsim kaybolmuş olsa ismin
Hayatın tortusundan yalnızlık korkusundan
Beratına vesile bir aşk kalır elinde
Mırıl mırıl dilinde semalar ötesinden
Sökün edecek güneş o vuslat gecesinden
İnşirah yüreğinde kıvılcımlar kalbinde
Sararmışsa güllerin o zümrüt hayallerin
İhtimal her zaman var ümit sonuna kadar
Bu çile kaderindi hep içten hep derindi
Yollarına serpilen kor bir aşktı ateşten
Dert bildiğin yârindi dövülen kederindi
Bir tutkuydu yaşatmak yaşamanın yanında
Sığmadın yere göğe çiçek açtı ah’ında
Susadın sonsuzluğa sağdıkça acıları
Yaşanmamış yılları çekilen sancıları
Bir secdeye topladın bazen avuçlarına
Akıp akıp çoğaldın yanağın uçlarına
Attın da kaygıları yıktın da ağrıları
Yokladın kana kana duru berrak suları
Yıldızlar saklanalı ve ay göçüp gideli
Yaşadın mı öldün mü yoksa oldun mu deli
Sükût belli belirsiz bitmeyen ayrılıktan
Takvimler de usandı artık görün ufuktan

Yaşar Beçene

Eylül’üm Ol / Emin O. Uygur

Eylül’e Nazire

Gökhan Bozkuş’un “Eylül’üm Ol” Şiirine Nazire

Yalnızlık sardı dün bugün yangın yeri

Susuzluk bir toz kalbim sarı çöl rengi

Geçti gitti yaz buna mevsim denir mi

Al turuncu renklerinle gel Eylül’üm ol

***

Çok yordu hayat iniş ve çıkışlarda

Kendimi seyrettim serin akışlarda

Bu sefer aklım fikrim hep kaçışlarda

Uçuk kaçık düşlerimde gel Eylül’üm ol

***

Buldum dedim izini yine yanılmışım

Yokluğun tonlarında çok savrulmuşum

Sandım ben bu halimle aşk’olmuşum

Gül kurusu izlerinle gel Eylül’üm o

***l

İşte maziden renkler sana bakıyor

Dallardan toprağa yar alev akıyor

Kuşlar rengarenk şarkılarla şakıyor

Baharı çek ellerinle gel Eylül’üm ol

Emin Osman Uygur

WordPress.com'da bir web sitesi veya blog oluşturun

Yukarı ↑