Vakt-i Hayal / Yusuf Kar


Önce
Gözlerden alıp biat
Ruhumu getirse kapına rüzgâr
Emzirse hasreti gözlerinde vuslat
Durdursam zamanı sabaha kadar
Dizinde başım… Akıp gitse hayat
Ansızın
İzin verse de Yaradan
Toplasam âlemin bütün saatini
Takvimleri söksem duvarlardan
Zamana dair ne varsa hepsini
Doldursam seninle geçen yıllardan
Sonra
Hayaline bürünerek
Uyumak, ölüm gibi uzun derinden
Ellerin dolaşsa alnımda bir tek
Kalkmadan anakucağı dizlerinden
Ah yaşansın bu an, kıyamete dek
O gün
Gelse keşke uzaklardan
Bağrımda kor kılıç sorsam hesabını
Aramıza giren zalim ayrılıklardan
Parçalasam ellerimle kalıbını ….
Öcümüzü alsam şu parmaklıklardan
Şimdi
Hakikat buz, hayalin kor
Titreyen göğsümde yanık bir bağır
Yanmak mı, donmak mı? İkisi de zor
Yokluk… Manası seninle zihnime ağır
Yaşamak ne güç beklemek ne de zor

yarın
içimde umut, bilinmez sır
Acımaz taştan vicdan ki zindan
Çaresizliği nasıl haykırırsan haykır
Sağır duvarlar, duymaz bağır çağır
Vuslat mı? Farkı yok ekmekten sudan
Vuslat mı? Uzat ellerini aydan
Yüreğimdeki zincirleri kır
Yusuf Kar

GÜN DOĞUYOR / Yakup Kenan

Zulmet zeval bulurken güneş battığı yerden doğuyor
Müjdeler var diyarı hicret olanlara
Vatanımda gurbet yaşayanlara
Gün doğuyor gün! Pes etmeyin bitiyor sürgün…
Ellerinde beraat mührü dört nala koşuyorlar doludizgin
Ümidimi heyecana boğuyor geleceğin coşkusu
Dilimde hece hece rahmet muştusu
Başını öne eğme yavrum!
Ana kız baba oğul kucağını açmış
Yusufçuklar ebabilleri çağırıyor
Kanat sesleri inletiyor semayı
Sağır olanlar duymaz!
Genç ihtiyar kadın erkek ciğerleri dağlanmış
Elinde ab-ı hayat olan Lokmanları bekliyor
Vicdanımı incitiyor çığlıklar
Kör olanlar görmez yavrum
Kör olanlar görmez!
Gün doğuyor gün pes etmeyin bitiyor sürgün..!
10.06.2017 Yakup Kenan

*Şiirin hikayesi: Benden yedi ay sonra birçok kadınla birlikte eşim de tutuklandı. Anneler gününde cezaevindeydi. Kendisiyle birlikte kalan üniversite öğrencileri o bloktaki tutuklu bütün annelere özel havalandırma saatinde program düzenlemişler. Eşim o kadar duygulanmıştı ki satırları beni de ağlattı ve o duygular içindeyken bu şiir ilham oldu.

Hâkim Bey/ Celalettin Tokmak /

Her neyse günahım, söyle ödeyim
“Tüm zehrini kus” diyorum Hâkim Bey.
Verdim savunmamı, başka ne deyim
“Kısık bende ses” diyorum Hâkim Bey

Çekilen kılıçlar girer mi kına?
Yapılan bu zulüm sığar mı dine?
Ahret sualleri sorarsın bana
Cevabım yok, “pas” diyorum Hâkim Bey.

Kıstılar bak özgürlüğün sesini
Günlerdir okudum kaypak basın’ı
Duydum Savcı Bey’in iddiasını
Hepsi birden “fos” diyorum Hâkim Bey.

Öyle isbat oluyor mu her yazı?
Hırsızlık zannetmiş “çaldığım sazı”
Savcının delili maça papazı
Benimkisi “As” diyorum Hâkim Bey.

Güya delil toplamış-mış kastıma
Ne var, ne yok hep doldurmuş testime
Adaletin rüzgarıyla üstüme
“Eseceksen es” diyorum Hâkim Bey.

Kırk yıllık hayatım hiçten sayılmış
Ufacık kuzular, koçtan sayılmış
Okuduğum tefsir suçtan sayılmış
“Oha!” artık “tös” diyorum Hâkim Bey.

Tefsir de okurum, İncil’i de ben
Vatan için dertli, sancılı da ben
Bencillikse evet, bencili de ben
Bu bakışlar “pis” diyorum Hakim Bey.

Dünya zindanına olur da katkın
Sırattan geçerken mümkün mü etkin?
İdamdan öteye var mı ki yetkin?
“Biletimi kes” diyorum Hâkim Bey.

“Erteleme” deyip öteye atma
“İyi hâli” falan hesaba katma
Müebbede çevirip de uzatma
“Ver hükmünü as” diyorum Hâkim Bey.

Gücünü hukuktan almayan karar
Bil ki kanunsuzun işine yarar
Zulüm yürürlükte, adalet firar
Böyle hükme ”pes” diyorum Hâkim Bey.

Çıkıncaya kadar bu can bedenden
Sakın ha! Susmamı bekleme benden
Merhamet istemez Celâli senden
Susmak bana “ters” diyorum Hâkim Bey.

Celalettin Tokmak / Sivas

Görülmemiş Eğitim Seferberliği/Gülçin Beyza Yalçın

Dünya, Coronavirüs dolayısıyla alternatif eğitim metotları üzerinde kafa yoruyor. Yüz yüze eğitim yerine uzaktan eğitimin artıları ve eksileri tartışılıyor. Pandemi yüzünden evine kapanan dünya insanları yeniden özgürlüğüne kavuştuğu zaman artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacak.

Tüm dünyada yüz yüze eğitimin yerine geçecek yöntemler tartışılırken güzel ülkemde gerçekleştirilen eğitim hamlesi yeterince konuşulmadı ve bu muazzam atılım yeterli övgüyü alamadı.

Cumhuriyetin ilk dönemlerinde köy köy dolaşarak zeki çocukları toplayıp onlara eğitim imkânı verilmesinden ya da 12 Eylül sonrasında okuma yazma ortalamasını yükseltmek için kampanyalar düzenlenmesinden  daha büyük bir hamle bu.

“Devlet Parasız Yatılı” ya da “Yatılı Bölge Okulları’ndan” sonra devletimiz yüzde yüz yatılı ve burslu ikinci üniversite eğitimi için binlerce kişiye hizmet veriyor.

Bir zamanlar “mapusane”,  “hapsane”,  “cezaevi” olarak adlandırılan, sonra da Ceza İnfaz Kurumu gibi afilli isimler verilen binalar  bu eğitim hamlesi ile artık  birer eğitim kampüsüne dönüştürüldü.

Ha pardon!  Kampüs yerine, yerli ve milli olan ecdat yadigârı kavramları koyuyorduk ya. O zaman “eğitim külliyesi” diyelim. Mahpus ya da tutuklu yerine de “zorunlu konuk”diyebiliriz.

Evet, “eğitim külliyelerinde” binlerce insan tam burslu olarak devletimiz tarafından okutuluyorlar. Hayat gaileleri, çoluk çocuk derdi, yaşam kavgası derken ikinci üniversite okuma imkânı bulamayan yurdum insanı artık yeni bir şansa kavuştu.

Her şehirde var olan AÖF bürolarının ikinci şubesi şimdi bu eğitim külliyelerinde açıldı. İnsanlar harıl harıl ikinci ve hatta üçüncü üniversitelerini okuyorlar.

Devletimiz bu hamle için hiçbir fedakârlıktan da kaçınmadı üstelik. Bu insanlar rahat rahat eğitim kampı yapabilsin diye büyük risk alarak ne kadar katil, sapık, zehir tüccarı, yankesici, hırsız, uğursuz  varsa dışarı bıraktı. Yani bu insanlar için  vatandaşını tehlikeye atmayı göze aldı. Fedakârlığın büyüklüğünü buradan anlayın.

Devletimiz her zaman söylenen babalığını hakkıyla yerine getirmek için hiçbir masraftan kaçınmadan az bir katkı ücreti ile üç öğün yemeklerini de veriyor. Zorunlu konuklar ödeyemiyorlarsa da sorun değil. Faturayı arkasından gönderir, parası yoksa haciz yoluyla evindeki eşyalardan zahmete sokmadan alıverir. Gerçi yemekler sanki biraz az gibi ama devlet babamız buna ne yapsın. Talep o kadar yüksek ki 10 kişilik koğuşlara 28 kişi, 20 kişilik koğuşlara 50 kişi doluştular. Bu kadar insana yemek mi yeter?! Kalanını da kendileri tamamlasın artık. O kadar kantin var. Kantinciler taş mı yesin? Hem bak elektrik, su, doğalgaz masrafları da yok. Devlet babamız bunları bile düşünüyor onlar için. Yesin, içsin, kitap okusun sonra da  ikinci üçüncü üniversitelerini bitirsinler.

Sonra her koğuşa bir doktor, bir din görevlisi, bir avukat verdi ki ihtiyaç durumunda görev yapabilsinler. Hatta kadın koğuşlarına doktorun yansıra ebe bile koydu.  Hatta ve hatta her kadın koğuşuna bir bebek vererek, onlarda içgüdüsel olarak var olan bebek sevgisini karşılamalarını temin etti. Bu temsili bebek ve çocuklar evlatlarını özleyen annelere birer can simidi oldu. Erkek koğuşuna maalesef “bakamayabilirler endişesi ile” bebek veremese de baba oğul aynı koğuşta kalmak isteyenlere bu şansı verdi.

Devletimiz bu pandemi ortamında “zorunlu konuklarını” gayet steril yaşam alanlarında  salgından koruyor. Tüm ziyaretleri iptal etti ki değil uçan sinek  virüs bile giremesin o koğuşlara. Hatta ve hatta infaz koruma memurlarının artık dönüşümlü olarak bu eğitim külliyelerinde yatılı olarak da vazife yapmalarını sağlıyor. Yani hapis olanları korumak için özgür olanları bile hapsediyor.

Sonra bu koğuşlarda kalanlar  sadece virüs gibi zararlı organizmalardan korunmakla kalmıyor dışarıdaki zararlı fikri  akımlardan etkilenmemeleri için yerli ve milli yayınlar dışında yayın sokulmuyor, tv radyo yayınlarına izin verilmiyor. Böylece her anlamda hijyenik yaşam ortamları oluşturuluyor.

Tüm zorunlu konuklar her türlü lükse sahip dubleks koğuşlarda eğitimlerine devam edebiliyorlar. Bu lüks  yaşam alanlarını TV’lerde görünce göğsümüz nasıl da gururla kabardı, gözlerimiz yaşardı bir bilseniz. 

Sadece uzaktan eğitim yeterli olmaz diyerek binlerce akademisyen de koğuşlara dağıtıldı. Bu akademisyenler kendi aralarında bilgi ve fikir teatisinde bulunabilecekleri  gibi koğuştaki katılımcılara da ders verebilecekler. Düşünsenize ne büyük hizmet! Bir sempozyum düzenlemeye kalksan kaç para?! Bu muazzam organizasyonla herkesin ayağına kadar eğitim imkânı götürülüyor.

AB üye ve üyeliğe aday ülkelerde mesleki eğitimi yaygınlaştırmaya ve geliştirmeye  yönelik “Hayat Boyu Eğitim” programlarını  en iyi uygulayan ülke de biziz aslında. Her koğuştaki konuklarımız, bir çok mesleki eğitimden birini ya da birkaçını seçebiliyor.

Bu eğitimlerden en yaygını, zeytin çekirdekleri ile tespih, bileklik vs. yapımı. Sonra boncuktan kuş yapımı ile geleneksel “mapusane  el sanatlarımızı” yaşatma imkanı buluyorlar.

Her türlü zarar verici etkenden koruduğu gibi boyaların zehirli etkisi olabileceği için geleneksel boyalarla sanat icra etmelerini sağlıyor sevgili devletimiz. Çaydan, kahveden, çeşitli meyvelerden tamamen doğal ve organik boyalarla istedikleri gibi resim yapabiliyorlar. Fırça yok ama neden sakal-bıyık kılından fırça yapılmasın? Yani zamanında en iyi fırçalar kedi kılından yapılırmış. Bu da günümüz versiyonu olur. Sonra plastik kaşık sapından divit  kalem yaparak kaligrafi de yapabilirler.

İçeride olan beden eğitimi öğretmenlerini koğuş koğuş gezdirerek sağlıklı yaşam için  spor ile birlikte  folklor eğitimi vermelerini de sağlıyor. Harmandalı, Zeybek, Reyhani gibi geleneksel dans çeşitleri öğretiliyor. Yani zorunlu konuklarımızdan bir çoğu içeride o kadar uzun süre eğitim görecekler ki dışarı çıktıklarında evlatları evlenme çağına gelmiş olacak. Ee evlatlarının düğününde de oynayamasınlar mı?

Bu eğitim külliyeleri ile boy ölçüşecek ülke yok yeryüzünde. Ha bak belki Çin’deki Uygur Eğitim Kampları birkaç gömlek üstün olabilir. Haklarını yemeyelim. Ama n’apalım biz Çin gibi milyar nüfuslu bir ülke değiliz ki. Büyük fedakarlıklarla ancak bu kadarını yapabiliyoruz.

Daha naapsın bu devlet  size?

***

“Almanya bizi kıskanıyo!…”

Ee yani,kıskanmasın da ne yapsın?

WordPress.com'da bir web sitesi veya blog oluşturun

Yukarı ↑