Afrika’ya geleli neredeyse dört yıl oldu. Tropikal iklimin hakim olduğu bu ülkede, yılın 12 ayı, yaz mevsimini yaşadığımızdan olsa gerek, zamanın nasıl geçtiğini hiç anlayamıyorum. Kendimi sanki birkaç ay önce gelmiş gibi hissediyorum. Kafamda hala yapılacaklar listesi. listenin başında “canım çocuklar” geliyor. İmkanımız olsa da bütün çocuklara şeker dağıtabilsek!
Pergelin sivri ucunu ikamet ettiğimiz şehre sapladık. Diğer ucunu ise açabildiğimiz kadar açtık. Yaşadığımız yerin etrafında büyük çaplı daireler çiziyoruz. Pasaport sorunumuzdan dolayı henüz bu dairenin dışına çıkamadık. Daha gidilecek çok ülke, yapılacak çok iş var. Bulunduğumuz yerin hakkını vermek düşüncesiyle, farklı şehirlere gidip, yeni arkadaşlıklar kuruyoruz. En çok ilgiyi de çocuklardan görüyoruz.
Afrika’da çocuklar eğer bir köyde yaşıyorlarsa bütün dünyaları o köyden ibaret oluyor. O köyün dışında bir hayat olduğunu çoğunlukla bilmiyorlar. Genelde aileler çok çocuklu ve kalabalık. Çocuklar 4-5 yaşına geldiklerinde, çamaşırlarını yıkamayı, karınlarını doyurmayı, su taşımayı ve kardeşlerine bakmayı öğreniyorlar. Okul çağına bile gelmemiş bir çocuğun altı aylık bir bebeği sırtına bağlayıp taşıdığına çok şahit olmuşuzdur. Dünyanın farklı bir bölgesindeki yaşıtları, henüz kendi ihtiyaçlarını bile yardım almadan göremezken, bu çocuklar erken yaşta çok büyük sorumlulukları yükleniyorlar. Sırtına bağladığı kardeşiyle, dans edene de rastlıyorsunuz, koca koca bidonlarla su taşıyanlara da… Bu durum bize üzücü gelse de onlar o küçücük yaşlarına rağmen, ne sırtındaki kardeşinden, ne de kendisinden büyük su bidonunu taşımaktan şikayetçiler!
Anne, babalar çoğunlukla çocuklarını köyde bırakıp, büyük şehirlere çalışmaya gidiyorlar. İş bulabilenler kendilerini çok şanslı sayıyor. Şehirde çalışanlar, köylerine ancak 5-6 ayda bir ziyarete gidebiliyor. Sık sık izin alarak işlerinden olmak istemedikleri gibi, yola para harcayıp masraf yapmak ta istemiyorlar. Maddi imkansızlıklar içinde yuvarlanıp giderken, kendi evlatlarını yılda en fazla 2 ya da 3 kez görebiliyorlar.
Köylerde kalan çocuklar, her ne kadar anne ve babalarını özleseler de ağlayıp, sızlayarak kapris yapacak hiç kimseleri yok! Bu yüzden güçlü durmayı öğreniyorlar. Dede ve nine genellikle, evdeki bu kalabalığa, akşama yedirecek bir şeyler bulabilme derdinde… Çocuklarsa annesizliğe, babasızlığa ve açlığa alışmış durumdalar. Akşam yemeğinde bir tabak pirinç pilavı ya da barbunya varsa değmeyin keyiflerine. Biz evlatlarımıza, “Onu yer misin, bunu yer misin?” diye alternatifler sunarken, Afrika’daki çocuklar aç ve tok yatmak arasındaki farkı çok iyi biliyor. Bu yüzden bir tabak yemek bulduklarında, yemeğe başlamadan önce de sonra da herkes kendi inancına göre Allah’a şükrediyor. Genellikle yemeği elleriyle, kaşık kullanmadan yiyorlar ve o pirinç tanelerini hiç dökmeden ağızlarına nasıl taşıdıklarına hayret ediyorsunuz. Son pirinç tanesini dahi yeyip, tabağı sıyırıyorlar. Çünkü; bir sonraki yemeği ne zaman yiyeceklerini asla bilmiyorlar.
Köylerin bazılarında daha önce hiç beyaz insan (mzungu) görmemiş çocuklara rastlıyoruz. Onların dünyasında bütün insanlar koyu renkli. Bize dokunmaya çalışanlar, beyaza boyalı olduğumuzu düşünüp, boyalarımızı çıkarmaya uğraşanlar oluyor. Bizden korkup kaçıp saklananlar olduğu gibi. Şeker verirken bir çocuğun eline dokununca, önce korkmuş geri çekilmiş, sonra da arkadaşlarının yanına giderek, “ Mzungu elimi tuttu!” diye sevinç içinde çığlıklar atmıştı. Şehirler arası bir yolculukta, vakit girince yol kenarında bir camide durmuştuk. Biz görevimizi eda ederken, mescidin etrafında büyük bir kalabalığın toplandığını fark ettik. Yanımızdaki yerel arkadaşımız, bu köyde yaşayanların daha önce hiç beyaz insan görmediğini, bizden korkabileceklerini söyleyerek bizi uyardı. Dışarı çıkıp selam vermek istediğimizde, toplu halde birbirlerine sokularak, 3-5 metre geri gittiklerini görünce üzüldük. Oysa sadece onlarla iletişim kurmak, selamlaşıp sarılmak istiyorduk. Yanımızda bulunan yiyeceklerden verirsek, iyi niyetimizi anlarlar diye düşündük. Fakat ne uzattıysak almadılar. Yerel arkadaşımıza verip, onun dağıtmasını istedik. Şeker ve çikolataları ilk defa gördükleri her hallerinden belli oluyordu. Yüreğimizde buruk bir hüzünle oradan ayrıldık.
Kuyu açılışlarında çok sık rastladığımız durumlardan birisi de teşekkür etme biçimleri… Genelde karşınıza geçip yere diz çökerler, ellerini birleştirip havaya kaldırarak, minnetlerini ifade ederler. İlk zamanlar biz çok mahcup olup, onları yerden kaldırmaya çalışmıştık. Yerel arkadaşlarımız; bunun ayağa kapanma gibi bir davranış olmadığını, kendi kültürlerinde teşekkür etme biçimlerinin böyle olduğunu, çok küçük yaşlardan itibaren herkese öğretildiğini anlattılar. Bir çocuğa ufacık bir şeker bile verseniz, karşınızda diz çökebileceğini, bunun bir gelenek olduğunu, her ne kadar bize hala tuhaf gelse de kabullendik!
Afrika’nın bir başka gerçeği ise maalesef yetimhaneler. İlk yetimhane ziyaretimde gözyaşlarımı tutamamıştım. Alüminyum profilden çatısı olan, barakayı andıran, tıka basa demir ranzayla dolu bir yatakhane görmüştüm. Muhtemelen şiddetli yağmurlarda içeriye su giriyordu. Üç tarafı duvarla örülmüş, kapısı olmayan, suyu ve tesisatı bulunmayan, tavanı gökyüzü olan, banyo ve tuvaletler vardı . Yemek saati geldiğinde her çocuk koşarak yatakhaneye gidiyordu. Yatağının altından çıkardığı plastik tabağıyla gelip yemek sırasına giriyor, yemek bittikten sonra, su dolu bir fıçının içinde herkes tabağını yıkıyor ve tekrar yatağının altına saklıyordu. En küçükten en büyüğüne kadar tüm çocuklar çamaşırlarını elde yıkıyordu. Yardımlar geldikçe yüzleri gülen bu çocuklar, dağıtılan bir ayakkabı ya da bir oyuncakla kimsesizliklerini unutarak mutlu oluyordu. Başlarını okşayan bir elin sıcaklığını hissediyor, kendilerine sarılıp öpen birini eminim ki hayatları boyunca unutmuyorlardı.
Afrika’yı en çok çocuklarından tanırsınız. Çaresizliği dibine kadar yaşamış, oyun çağındayken koca bir yetişkine dönüşmüş çocuklarından…
Kırmızı topraklarından tanırsınız Afrika’yı, elinizi, yüzünüzü yıkarken akan kırmızı çamurdan anlarsınız. Bir araba geçince havaya kalkan kıpkırmızı toza bakakalırsınız.
Yetimhanelerinden tanırsınız Afrika’yı. Kimsesiz çocukların yüzündeki tebessümü görünce şaşırır, neleri dert ettiğinize utanırsınız. Ümitsizliğe kapıldığınız zamanlarda, hayata tutunmuş bu annesiz ve babasız çocukları sürekli hatırlarsınız.
Sarı su bidonlarından tanırsınız. Afrika denince ilk akla gelenlerden… Tabanları su toplayana kadar yürüyen insanlar görürsünüz. Ellerinde çamura boyanmış sarı su bidonları vardır. Küçük çocukların tanıştıkları ilk oyuncaklardır bu bidonlar ve kilometrelerce süren bu gidiş-gelişleri bir oyun sanırlar.
Yine de mutludur Afrikalılar! Bizim gibi zamanla yarışmazlar. Acele etmezler, hatta çok yavaştırlar. “Hakuna Matata” atasözünde dendiği gibi telaşa gerek yoktur. Afrika’da; dakika dakika uyguladığınız planlarınızın, yetiştirmeye çalıştığınız işlerinizin, kendinizi hırpalamanızın ne kadar gereksiz olduğunu anlarsınız. Çok büyük bir kavganın içinde bile kalsanız, tek bir sihirli kelimeyle her şeyi çözebilirsiniz. “Sorry-üzgünüm” dediğiniz anda ortalık süt liman oluverir.
Biz geleceğe dair koca koca planlar yaparken, onlar sadece akşama ne yiyeceğini düşünür. Biz çocuklarımızı kurstan kursa koştururken, onlar devlet okuluna bile gönderecek maddi imkana sahip değildirler.
Sulu boyayı tanımayan çocuk da vardır, kendini daha önce aynada bile görmemiş çocuk da… Fotoğrafını çeker, çocuğa gösterirsin. Bu sensin dendiğinde, resmine bakıp, kıkır kıkır güler çocuk! Yaşını bilmeyen çocuk da vardır, hiç doğum günü kutlamamış, hiç pasta yememiş çocuk da…
Haydi sizde toplayın sulu boyaları, oyuncakları, balonları… Gelin Afrika’ya. Burada kutlanacak bir sürü doğum günü partimiz var. Yaşını bilmeyen çocuklar için sayısız mum takacağız pastalarına. Rengarenk balonlarla süsleyeceğiz gökyüzünü. Bir çocuğun sırtındaki kardeşini alacağız kucağımıza, hafifletmek için yükünü! Halay çekeceğiz birlikte. Toprağa vurdukça topuğumuzu, kırmızı toz yapışacak alnımızdaki tere! Sarı su bidonlarından ellerimizi yıkarken, kırmızı çamur akacak yere. Bir tabak pilav olacağız sofralarında, bir su kuyusu olacağız köylerinde. Birlikte yer edeceğiz gönüllerinde…
Yasemin Tatlıseven