Son Mektup/ Kübra Aydın

Kalemin ucunda keskin kelimeler
Son mektup adressiz
Bu da yerini alacak
Kimsesizler posta kutusunda
Son vedada
Bir düş parçasında

Hatrımda

Son vagonda
İki yabancı suskunluğunda
Sadece gözlerimiz birleşti
Akıp giden zamanda
Yol bitti sen bittin

Ben gittim

Son metro durağında
Öksüz parklarda
Solgun ışıkların altında
Saatler durdu sen durdun

Ben gittim

Adını her duyduğumda
Issız tepenin yamacında
Son gülüşlerin ardında
Saklanmışım
Şehrin hengâmesinde

Son gözyaşında
Senin yokluğunda
Şarkılar sustu ben sustum
Son hecede
Boğazımda takılan hıçkırıkta
Bana miras sızınla

Sen gittin

Kaybolan buğuda
Gözlerin gitti önce
Bir silüet, rüzgarı yüzümde
Son dokunuşta
Kokun kaldı avucumda

Sen gittin

Son şiirin ardında
Hep en gizli saklımda
Mısraların koynunda
Yarım kalmış cümlelerde
Noktasız kaldık

Biz gittik

Dresden Notları / Kübra Aydın

Dikkat dikkat bu bir gezi yazısıdır. Şimdi efendim köşe yazısı, öykü derken kendini şiirde bulmuş biri olarak dedim ki neden bir gezi yazısına da burnumu sokmayayım. Affedersiniz kalem atmayayım. Olur mu olmaz mı orası Allahualem.

Gelelim bu yazıya konu olan şehre. Lafı uzatmadan diyeceğim ama uzadıkça uzadı bir türlü giremedim konuya. Tamam tamam bu sefer başlıyorum.

Dresden Almanya’nın doğusunda mükemmel tarihi dokuya sahip bir şehir. 15. Yüzyıldan beri Almanya’nın Saksonya eyaletine başkentlik yapıyor. Kıyısında yer aldığı Elbe Nehri ise şehre masalsı bir iz bırakıyor. Fakat biz gittiğimizde nehirin suları epey çekilmişti. Bu sene yeterli yağışın olmaması bunda etkili olmuş. Bilen bilir benim üç afacanla yolculuklarımız manşetlere taşınsa yeridir. O sessizliğin yorgan gibi örtüldüğü şehirlerde biz dikkat çekmeye devam ediyoruz. Ama ne yalan söyleyeyim bizimkiler de çok sevdi bu şehri. Dresden’e Elbe’nin Florensası derlermiş. Yalan da söylememişler hani. Yazın Florensa’ya gittiğimde birazcık buruk ayrılmıştım. Gezilecek o kadar çok müze görülecek bir sürü sanat tarihinin yapı taşı vardı ki hem zaman hem malumunuz bizimkilerle yarım kalmıştı. Şimdi karşımda küçük bir Florensa vardı. Benim koca yürekli dostlarım dediler ki gel biz çocukları alalım gezdirelim yedirelim içirelim sen de şu güzelim şehrin tadını çıkar. Bu son zamanlarda duyduğum en harika cümle olabilirdi. Tabi kulaklarım inanmamakta ısrar ediyordu. İki nazlandık tabi biz de. Aman efendim olur mu zahmet vermeyelim derken kendimi arkalarından el sallarken buldum. İşte gezimiz aslında o zaman başladı.

Öncelikle şunu demeden geçemeyeceğim. Dresden bence Almanya’nın Anka’sı. Şehir İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar bombalanmaz. Almanya teslim olduktan sonra, birilerinin adeta intikam almak istercesine acısını bu güzelim şehirden çıkarmasına sahne olmuş tarih. Dresden bombalaması diye geçen bu olay yüzbinlerce kişinin ölmesine ve şehrin yerle bir olmasına sebep olmuş. Ama şimdi şehre baktığınızda tarihi dokuya zarar vermeden o küllerin ve enkazın altından yeniden doğduğuna şahit olursunuz.

Elbe Nehri ile şehir eski ve yeni olarak ikiye ayrılmış. Bu zarif ayrımın sol tarafında Altstadt dediğimiz Dresden’in sanatsal ve tarihi merkezi bulunuyor. Neustadt dediğimiz kısım ise daha çok yerleşim yerlerinden meydana gelmiş. Altstad’a girdiğinizde sizi muhteşem opera binası Semperoper karşılıyor. Binanın dış cephesi, mimarisi büyüleyici. Birçok ünlü opera gösterisine ev sahipliği yapan Semperoper dünyanın dört bir yanından sanatseverleri de ağırlıyor.

Ama beni hem yapısıyla hem hikayesiyle en çok etkiliyense Frauenkirche oluyor. Bu kilise Barok mimarisinin önemli eserlerinden kabul ediliyor. Fakat bombardımanda dış cephesi tamamen hasar görüyor ve 1990 yılına kadar bir moloz yığını olarak şehrin ortasında duruyor. Daha sonra tadilat edilen barışın da sembollerden olan Kadın Kilisesi 2005 yılında tekrar hayata dönüyor.

Bence Almanya’nın diğer şehirleri Dresden’i kıskanıyor olabilir. Çünkü sanki Almanya tarihi bu şehirde toplanmış vakarlı şekilde bu şehre yolu düşenleri karşılıyor.

Şehrin bir diğer önemli yapısı Zwinger sarayı. Sarayın bahçesi tadilatta olduğu için çok gezemedik ama şehri yukardan seyretmenin tadına vardık.

Yılbaşının yaklaşmasıyla birlikte şehri ışıklandırma çalışmaları da başlamış. Hatta bu şehirde ciddi bir Noel turizmi var. Saatlerin alınması havanın erken kararmasıyla birlikte bizler de şahit olduk bu ışık şölenine. Akşamları da farklı bir güzel şehir hani. Bu arada bunu saklayamayacağım ama çok büyük bir çikolatacı var şehrin merkezinde.İçinde de küçük bir çikolata müzesi. Evet itiraf ediyorum bazı günahlar işlenmiş olabilir, diyete kocaman bir virgül konmuş olabilir. Reklam mı olur adını vermek bilemedim ama Comandas adındaki bu çikolata dükkanı çocukluğunuza kısa bir kaçamak yapmanızı sağlıyor.

Velhasılı aslında bu şehirle ilgili söyleyecek çok sözüm var ama sözü uzatıp şehrin büyüsünü de bozmamak lazım. İmkanı olan olursa bir uğrayıversin bu şehre.

Zamansız Masal / Kübra Aydın

Gecenin iz düşümü saçlarında

Bahardan arda kalmış çiçek kokusu

Yalnızlığın omzunda ağlarken 

Hıçkırıktan gemiler yanağında

Kimse görmesin diye

Yangınını kimse körüklemesin diye

Yamalı yorganın altına sakladığın çocukluğun

Bahçeye gömdüğün anıların

Kilitli sandıklarda büyüttüğün hayallerin

Bir gece ansızın çalınan kapıyla

Dağılan düş parçaların

Hepsini koydun avcuma

Bir patikanın ortasında 

Bilmem kaçıncı yol ayrımında 

Kararsız yarınlar

Acınası dünler 

Hepsi karşı kıyıda

Bir sen varsın önümde 

Beş yaşındaki halinle

Ayağında teki kaybolmuş botun

Bir masalın içinde

Gökten düşmedi bu sefer üç elma

Mutlu sonlar Kaf Dağı’nda

İyiler kaybetti çoktan

Kimse ermedi muradına

Biz kaldık en derinlerde 

Şimdi rüyayla gerçeğin Araf’ında 

Haritaların unuttuğu coğrafyada

Devlerin diyarında

Küçücük ellerin sıcağında

Bir sen varsın yanımda 

Bir ben varım mısralarda…

Kübra Aydın

Bir Eylül Şarkısı / Kübra Aydın

Hangi akşamın kızıllığı bu sinen gözlerine
Yüzünde gümüşten çizgiler,
Yağmur uğramış semtine ardında toprak kokusu

“Şimdi uzaklardasın….”

Radyoda çalan şarkıdan
Uzaklığını yakın etme telaşı yemeğin buğusunda
Elinin tersiyle yüzünden yağmurun izlerini silmenin yarışı
Biraz mahcubiyet biraz durduramama korkusu
Özlemler yanaklarından süzülürken

“Gönül hicranla dolu..”

Aylardan Eylül
Sonbahar yakışmış ruhuna
Çıkarmaz olmuşsun üstünden
Gidenler, yitenler, bitenler…
Geriye döndüğünde aynı kalmayacaklar

“Hiç ayrılamam derken
Kavuşmak hayal oldu…”

Hayal olanların sancısı çöktü yüreğine
Çorbanın kokusunda
Biraz memleket, biraz anne
Bir kıyıdan son kez dönüp baktığın
Biraz acı biraz kırgınlık…

Ankara Sokakları / Kübra Aydın

Dün gece rüyamda
Yine Ankara sokaklarında
Kim bilir kimi aradım
Bir bilinmezliğin ortasında
Yürüdüm sert ayazda
Unutulmuş bir beste aklımda
Kim bilir neyi hatırladım
Yok olmaya başlamış anılarda
Bir tanıdık yüz uzakta
Elimi uzatsam yok olacak anında
Kim bilir hangi dosta çıktı yolum
Kuğulu Park’ın yaşanmışlığında
Bir kahve kokusu tam tadında
Vefalı sahafçının masasında
Kim bilir kaçıncı sayfada kalmış
Uzun bir mektubun gözyaşında
Uyandım bir ses kulağımda
İki damla yaş yanağımda
Kim bilir hangi özlemlerde kayboldum
Huzursuz bir yalnızlığın ortasında

Edilmemiş Vedalar / Kübra Aydın

Elveda hüzün
Benim gamlı yüzüm
El sallarken vedalara yurtsuzlar istasyonunda
Hangi bankta yarım kalmış sözüm
Gitmek iki hece dilde yükü ağır sözde
Kalana tren penceresinin buğusu
Gidene gözyaşının büyüsü


Elveda sızım
Benim gizli saklım
Yaşanmamış sevdalardan arda kalan
Kırık dökük ne varsa omuzlarında
Söylenmemiş cümlelerde
Tükenmiş hayallerde
Özgürlüğe vurulan prangaların soğukluğu
Lacivert şehrin yosun kokusu


Elveda…
En deli yanım
Senle dolu rüyalarım
Kitapların arasında kurutulmuş çiçeklerim
Giderken dönüp arkama bakamadıklarım
Baksam gidemeyeceklerim
Kalsam yaşayamayacaklarım


Merhaba
Uzak bir sahilin memleket gören yamaçları
Bilinmedik bir diyarın
Dilsiz sokakları
Kimliğini kaybetmiş sol yanım
Adresi şaşmış düşüncelerim
Uzun bekleyişlerim
Sonu gelmez hikayelerim
Virgülsüz şiirlerim
Soluksuz seslenişlerim
Kayaların altına gömdüğüm
Israrcı umutlarım

Merhaba…..

Yokluğun / Kübra Aydın


Şiirin kuytusuna saklandım
Tut ellerimi vazgeçme benden
Bir yitik sevdanın türküsünde
Sır olup ruhunda gizlendim
Yasaklı düşüncelerin cesaretinden bu gamsızlığım
Gözyaşlarıma sakladım hayalini
Kimse görmedi bendeki seni
Kimse bilmedi sen dahi
Bekledim bir tufanın ardından bulutların arasından gülümsemeni
Gelmedin çalmadın harap olmuş kapımı
Bir sende demledim geçmişin ızdırabını
Bir sende var oldum yokken kimselerde
Ah şimdi zaman çarkların arasında eziyor senli anları
Bir yokluğun kaldı bu mevsimde
Bir de fırtınaya direnen boynu bükük sümbüller
Ne çok renk saklardın gülüşlerinde
Gülüşlerin de şimdi seninle mazide
Mum ışığı kadar titrek ve zayıf hayal yüzün
Gözlerinden okunan nağmesiz hüzün
Birbirine yabancı sen ve matem
Birbirinde solmuş bütün akşamlar
Şimdi diyorum bir tesadüfün olunmazlığında buluşsak
Birbir sakladığımız yaraları sarsak
Ayrı geçen saniyelere inat sen yine bende varolsan
Ben yine sende kaybolsam

Bir Ayrılık Hikayesi / Kübra Aydın

Kelimelerin arkasına saklandı adam usulca
Üzülme dedi
Baktı çocuk gözlerinde haylaz bir ürkeklikle
Aklı yere düşen şekerinde

Görmezden geldi kadın kirlenen paspası umursamazca
Üzülme dedi
Baktı adam yiten ömrünün ardından
Yüreği bir cenderenin kıyısında

Küçük elleriyle tutundu çocuk babasına masumca
Üzülme dedi
Baktı adam bulutlara sahipsiz utangaçlıkla
Yağmurlar indi düğüm oldu boğazında

Görmedi duymadı kadın; güldü hissizce
Üzülme dedi
Baktı çocuk hayallerinin huysuz telaşının ardından
Kırmızı bir balon göğe yükseldi ellerinin boşluğunda

Kırgın bir tebessümle çocuk yürüdü yavaşça
Üzülme dedi
Baktı adam baba olmanın ağırlığının ardından
Çocuk masumiyetine sığındı beyaz saçlarının gölgesinde

Kadın, adam ve çocuk
Yollar üçe ayrıldı boylu boyunca
Bir ayrılık dile geldi
Çocuğun bükülen boynunda…

-miş’li geçmiş zaman / Kübra Aydın


O filmin bıraktığı tat eskide şimdi
Külleniyor sobada çıtırdayan odun yavaş yavaş
Ve dilimde kelimeler tükenmiş

Yalnızlığın ertesinde ben kimsesiz

O kitabın yırtılan sayfalarında kalmış mazi
Denizin koynunda tüllenen ay misali
Sesinde martıların özgürlük kanatlanmış

Fırtınanın ertesinde ben sessiz

O çiçekli elbisenin kurdelesi koptu artık
Çocukluğum bir dala kondu habersiz
Uçurtmanın ardındaki çaresizlik gözlerimde bulutlanmış

Gençliğin ertesinde ben hissiz

O bahçe çoktan kayboldu
Kederle büyüyen ıssız sarmaşık
Viran edip anıları sürgüne yürümüş

Mülteciliğin ertesinde ben kimliksiz

Gülümse / Kübra Aydın


Fotoğrafa gülen gözlerim
Ardında gizlenen düşüncelerim
Yalnızlığım, kederim ama en çokta sensizliğim
Dakikalara sığdırdığım hasretim
En derine gömdüğüm bahanelerim
Sen de yok olan seninle var olan kimsesizliğim
Bir tahta masada anlatması yarım kalan hayallerim

Dimdik duruşun cesaret verişin umut verişin
Kapanan perde misali usul usul gidişin
Keşke hiç bitmese der gibi bakışım iç çekişim
Çocukların ellerinden tutup son kez gülümseyişin
Zamana inat demir kapılara inat el sallayışın
O anı dondurup yüreğime iliştirişim
Ve arkamı dönüp gitmek zorunda kalışım…

Sensizlikle dolu saatlerim beni bekliyor
Bir hayal gibi kokun avucumda şimdi
Geleceğin günlerin umuduyla olanlara sitemim ruhumu yoruyor
Dilimde sesiz bir çığlık “bize nasıl kıydınız”
Yavaş yavaş gökyüzüne yükseliyor

WordPress.com'da bir web sitesi veya blog oluşturun

Yukarı ↑