Bu yazımda sizlere edebiyat tarihimizden bir kesit sunacağım. Yer yer hayatımıza dokunanlara değineceğim. Dokunuşlar yaparız ve fark etmeyiz çoğu zaman. Birileri o dokunuşla fark ederler kendilerine çarpacak kamyonu, kendilerine gelirler de kurtulurlar ölmekten. Dokunuşlar yaparız fark etmeden ve uçurumun kenarında tutundu tutunacak , düştü düşecek bir yaprak misali meyuslara çarpar elimiz de görmeyiz onun zemine düşen bedenini. Hayatımıza olumlu ya da olumsuz dokunuşlarla girenler elbet olmuştur. Şimdi sizler okurken bunları, kapatıyorsunuz birkaç saniyelik gözlerinizi ve hayatınızda önemli dokunuşları olan kişileri düşünüyorsunuzdur belki de…
Oğuz Atay denince akla gelen o meşhur eseri “Tutunamayanlar” nasıl bir dokunuşla yazıldı biliyor musunuz? Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam romanından geçen bir pasajdan esinlenerek yazmaya başlar. Ve küçük bir bölümün dokunuşu ile edebiyat tarihimize Tutunamayanlar girmiş olur. Görmüşsünüzdür kocaman bir ağacı ya da kayayı yonta yonta küçük ama eşsiz sanat eserleri ortaya koyan heykeltıraşları. Birkaç sayfalık bir dokunuşu özümseyerek ondan yedi yüz sayfalık bir roman çıkarma yeteneğini işitse Michelangelo , Auguste Rodin ya da Umberto Boccioni kim bilir şapka çıkarırlardı Atay’a. Peki Atay’ın romanda etkilendiği bölüm neresi?
“Dünyada hepimiz sallantılı, korkuluksuz bir köprüde yürür gibiyiz. Tutunacak bir şey olmadı mı insan yuvarlanır. Tramvaydaki tutamaklar gibi, uzanır tutunurlar. Kimi zenginliğine tutunur, kimi müdürlüğüne, kimi işine, sanatına. Çocuklarına tutunanlar vardır. Herkes kendi tutmağının en iyi, en yüksek olduğuna inanır. Gülünçlüğünü fark etmez. Kağızman köylerinden birinde bir çift öküzüne tutunan bir adam tanıdım. Öküzleri besiliydi, pırıl pırıldı. Herkesin, “- Veli Ağa’nın öküzleri gibi öküz, yoktur”, demesini isterdi. Daha gülünçleri de vardır. Ben, toplumdaki değerlerin ikiyüzlülüğünü, sahteliğini, gülünçlüğünü göreli beri, gülünç olmayan tek tutamağı arıyorum.”
Bu bölüm ve birkaç pasaj daha adete bir elektrik gibi çarpar Atay’ı ve yazılır Tutunamayanlar.
Çok şey vardı anlatılacak.
O yüzden sustum.
Birini söylesem diğeri yarım kalacaktı.
Sen duydun mu sustuklarımı?
Diyen Oğuz Atay Tutunamayanlar basılır basılmaz ilk olarak Yusuf Atılgan’a gönderir kitabını. Ama aradan günler, haftalar, aylar geçer ama bir cevap gelmez Atılgan’dan. Gönül koyar ve bir arkadaşına “kitabımla ilgilenmedi” der.
Yusuf Atılgan bunu Oğuz Atay’ın vefatından sonra öğrenir:
“Tutunamayanlar’ı çok beğenmiştim ama böyle bir kitabı yazan birinin benim yorumuma ihtiyacı olmadığını düşünmüştüm. keşke hayatta olsaydı da bunu kendisine söyleyebilseydim” demiş.
Yazının başında da dediğim gibi dokunuşlar yaparız fark etmeden de söylemez söyleyemez dokunduklarımız. Ve bize dokunanlar olmuştur kapatırken gözlerimizi nefesini duyduğumuz.
Yazıyı bana mısraları ile çok dokunan şair dostum Farzımuhal’in kitabı Süresiz Eylem ’inden bir şiirle bitirmek istiyorum.
İçindeki buhranı bilemez karanfiller
Nergislerin sevdası geçmez dil çarşısında
Pusu kurmuş bağrına yolsuz kalmış sefiller
Diz çökmeni isterler nadanın karşısında
Sanma kurnaz tilkiler yoldaş olurlar sana
Sanma beyaz katarlar koğuşta süveydana
Sıkıldın biliyorum karanlık dekorlardan
Ağladıkça can parçan, ciğerin olur pare
Bir fısıltı yayılır nemli koridorlardan
“Bu çıldırtan halete figan yegane çare”
Sanma ahraz ozanlar türkü yakar sevdana
Sanma poyraz dokunur sine-i rüveydana
Kırlangıç ürpertisi ruhunda devşirdiğin
Karanlık yolculuklar göç hikayene tema
Bir avuntu çorbası döşünde pişirdiğin
Yıldızlardan firari yollara düşmüş lem’a
Sanma burulur dilin yare şiir yazarken
Sanma sorulur halin perperişan gezerken
Ümit asil bir gömlek, kutlu bir elbisedir
Bilerek giymelisin, ondan bu haykırmalar
Yanağına yakışan ıslak kızıl busedir
Ayağının altına sergi olsun sırmalar
Sanma durulur deniz, henüz vakit çok erken
Sanma kavrulur tenin, fırtınalar koparken