Küçüklük / Fuat Eren

şaha kalktıkça gömülüyor atlarımız
bakarken bulanık fotoğraflara
suçu ne diye soramam
kaçışıyor sıkıya gelince yüzleri küçük insanların
herkesi masum gösteren ayna
rahat; rahatsız döşek
gölgeler uzun ve koyu, bitmeye ramak kala
ışıyacak yollarımız kırılınca bakışlar
batsın huzursuz yatak, rüyalara katil
izleri çıksın sırtımıza hasırların
şaha kalktıkça gömülüyor atlarımız
dizgini çekmek zor değil

neyi kaybettiğinde aramaz insan
nerede kaybolduğunda bulunmak istemez
kıtaların güneyine inerken gemilerle
aşılmaz deniz, ne güzel şeydir küçüklük

acı soğuklar içiyor beyaz serçeler
kendinin avı
zıplaya zıplaya kendinin avı, göğsünde çizikler
savaş bitti, dönelim suretleri arkamızda bırakıp
terk edilen tepe, kırık diş ve kanlı çöl dönüşleri
yüzün kerkenez, suya bakmalısın, ha gayret
kılıçlar girdi kınına, büyüğü şimdi cengin
kahraman olduğunu bilmesin kimse
sen de bilme, ne güzel şeydir küçüklük

karışık adımlarla yalpalasan da vur kendi kendine
yatakları dikenle dolu durgun aksa da derelerin
geceleri dünyalar doğuruyor tahta kulübe
iki büklüm, sırtı saraylara dönük
sezmeye yarayan ışıltı, güneş sandığımız kabarcık
ben sandığım, alabildiğine köpük
hepsi eriyor birden, her taşta volkanlar saklı

varılmaz ufuk, ne güzel şey küçüklük

Fuat Eren

ters kaşık / Fuat Eren

loş ve gıcırtı

emirler sızıyor aralığından

basamaklar hiçe doğru

indikçe çıkıyoruz

bir alın çizgisi merdivenin sonu

sarığı rüzgar, cübbesi çöl, sözü ezel

görmesin kimse bir tutam yeşili

üşümem geçmiyor, içimde orman

biraz nemle patlayacak tohum

bırakın Cibril örtsün nefesini

şimdi tutunacak bir ip var ve bir avuç un

O’nun boyasıyla boyanmış her ne varsa

erkenden yatır çocukları daha acıkmadan

doysun diye ruhlar tıka basa

odayı da karart her yer aydınlansın

kaşığı ters, göğü akıtıyor sofraya

ashabi şiirler ikram ediyor yolcusuna Talha

/dün gece ne yaptınız/

irkildi eşya, sakındı hurmalıklar

i’sar vapuru demirledi

mescidin yanı liman

iskele babasını çaktı Münker, Nekir

çöle vurdu en sahici dalga

mum titrek, kaşık ters

sustukça dökülüyor melekler

kokusuz bahçeler / Fuat Eren

aynı anda okusak bir şiiri

yağmur yağıyor o tepeye

toprak kokusu sızan kabir

doldukça boşalan ıslak

sarığı kırık mermer

pusulasız çıkıyorum bu sefer

şehirleri birbirine katıp biraz

denizsiz şehirleri

/doğuda bir ağacın altı ne koyudur şimdi

dinlenmem için uzun bir yol var önümde

felçli bir kırlangıç nasıl göçer

hangi mevsimi içtiğinde açılır nefesi/

bulanık sulara karışıyor yüzler

yansı; sadece unutulanlar

ıs; bir köprüden aşağı

bulutlara yaslı, en derinde merih

pusulasız çıkıyorum bu sefer

ülkeleri birbirine katıp biraz

yepyeni bakışlar toplayıp

uzun uçuşlar bulmalıyım

kokusunu bilmediğim bahçelere doğru

sürüngenin münacatı / Fuat Eren

epeydir başka dua bilmiyor avuçlarım

aynı ritim bu, aynı nefes aldığım

hangi mevsimdeyiz, hangi tarih daha yakın

mıknatısı fırlamış, yönsüz bir pusulayım

közle bahar arasında mekik dokuyoruz

isimleri üfledikçe savruluyor saçların

başkalarının hayatını zoraki yaşıyoruz

ümidimiz çok ama çilingiri kayıp kapıların

kendini aktın bana, bilemedim kıymetini

muhacirim, yüküm sadece senden aldıklarım

yerine koyduğum kayıp bir orman sessizliği

kışıma doydum artık, senli olsun baharlarım

nadas / Fuat Eren

tırnaklarımla sürüyorum yaraları

sözden saçmalar serpilmiş arıklara

her sabah başka tepeden doğuyor gün

battığı yer aynı

vakit bulamıyor kabuk bağlamaya

sürülü mağara kapısı

duyulmayan bir yankı bu seslenen

ışığı duvara sor, bana ayrıkları

ipek bile testere bakıldığında ten

teslim olurum yağmur yağmasa da

/yollar olmasaydı asfalttan

nerede ölürdü köpekler/

sesten taşlar çarpıyor alnıma

sensin ressam çiz kendini

nadasa bırakıldı kırmızı

mahsulü korkuluklar toplasın

gölgelerin kuruduğu plastik tarlada

tuzla buz / Fuat Eren

yapayalnız bir dalsın

her şey tuzla buz

kuytusunda mağaranın

biraz daha bulanık akacak sular

biraz daha susalım

sen, kuş, sen..

rutin nabzımda

kalelerimiz sudan, yıkılmaya muhtaç

dileniyorum daha gelmedi güz

dileniyorum bir enkazın yanında

gölge oyununda herkes

her şey tuzla buz

rüzgarı ör ve avucuma bak

esen bir evrad saçların

bana güneşe bakmayı hatırlat

hiç bitmesin kış, uyuyalım

amorf / Fuat Eren

kalıbına dolup şeklini alıyorum
her zaman bu böyle mi olur
balık için su, kuş için bulut, böcek için toprak
benim için gayri ihtiyari bir durum
akışkan ve farkında olmadan
ceplerimiz ne kadar kelime alır, yolumuz uzun
kimine göre cıvıklık, bana göre anlam
bilmediğimiz zerrenin sonsuz anlamı
belirsiz ve her şeyi kuşatan

kalıbını alıyorum ama dolmuyor
artık yetişecek bir yerim yok
yakışmıyor ne yapsam da sözlerim bir yüze
vakit nasıl geçer, yetemiyorum kimseye
nereye dönsem, nereye dokunsam aynı his
eksilmiş hayatlar, akışına bırakılan yaprak
buna hazır değilim
artık kıştan başka mevsim yok

bol geliyor kalıbın ama evrenden taşıyorum
bize göre değil bu darlık
kendimle düello yapacak cesareti bulsam
çırılçıplak elimde avucumda ne kaldıysa
biraz su ya da bir parça ayna
sonum bir nilüferle aynı olsa

bu yoğunluğu mümkün olmayanla karıştırma sakın
sonsuz akan deniz
anın sonsuzluğu, O’nun parçacığı
esîr içinde, bütün hayallerde kramp
Satürn’e kadar yüzüyorum
Satürn’e varıp simgesine tutunmak sımsıkı
kendi ağına dolaşan balık, kurtar beni
burası neresi, ben kimin oğluyum
bir ülke kurmak istiyorum, tek kişilik
bir ülke kurmak istiyorum

gönderilmemiş mektup/Fuat Eren

selam ederim
koparıldığım okyanus
tuzun sinmiş üstüme bin kere
yıllardır doyasıya yüzdüğüm
şimdi kavanozun içinde
anladım doyulmazmış
doymamışım

anemonlar, mercanlar, süngerler
ve lacivert
resifine bağımlı palyaço balığıyım
nasıl toplanmış hepsi bakışına
sana bakmak sınırları aşmaktır
ay olmasa
gün doğmasa
yine parlarsın

tek damlaya toplanan okyanus
sende kaybolmam için uzun bir an gerekli
aramızda camlar
demirden kavanoz nasıl kırılır
anlıyorum şimdi saniyeler ne kadar değerli
yazın ortasındayız
buzdağıdır yatağım

selam ederim
renklerin ormanı
kır çiçekleri, dağ kırlangıçları, sırlı yapraklar
ve yeşil
nefesinde kavakların hışırtısı
yanaklarında musonlar
beraber taşalım yorgun deltadan
yeniden toprağımıza beraber karışalım

tropik böceğim
orta yerinde renklerin
kamufle olmak ne güzel dallarında
hafiften esinti çıksa sürüklenir giderim
göç bilmem
tutunup köklerine sımsıkı
taze kor eritiyor maddeyi
bari gölgende konaklayayım

pürüzsüz çölümsün
üstünde eserek dolaştığım
durulurum ücra bahçenden öpmeye geldiğimde
hurmalar, kuyular, gür üzümleri
ve sarı
sürekli tepelerin yeri değişir
izini sürerim
ufalanır kum olur bakışlarım

selam ederim
rüzgarla yanağıma düşen koku
alem uykudayken yönümü sana çeviririm
öğlene doğru pencerenden sözlerin karışır havaya
geceleyin iki ıslak sözün adresi buluşu
ciğerime dolarken şeffaf mektup
uyanıkken uyanırım

selam ederim
hayallerimin engin uzayı
şu yıldız hala yaşıyor mudur acaba
gecenin kör vaktinde dip kuyudan baktığım
sen de bakıyorsun eminim aynı anda o yıldıza
ılık derelerdir çenemden damlattığım

yağacak yeri olmayan bulutlar kadar iyi
sürekli şikayette mızmız adamın tekiyim
suçum varsa bedenim peş peşe asılsın
şükredelim kır çiçeğim
vardır perdede hayır
boş ver şimdi bunları
sen nasılsın

Kim O / Fuat Eren

kim o

beni uyandır, sızlayan varlığınla uyandır

masada kahvaltı kurulmuş kendiliğinden

eski pijamam, kirli bardak, camdan sızan gölgeler

tavandaki gıcırtı ve uygun yükseklik, hepsi masada

beton ya da ahşap, evler de yaşlanır

sandalyede kendini asmaya çalışan hayaller

            -bugün beni soran oldu mu

uyanır uyanmaz yanağımdaki yastık izini

her gördüğümde aynı harfe benzetirim

ağzımda başka hayatların tortusu

ne kadar çalkalasam da geçmez, bir şiir daha

aşısı bulunmamış bir hastalık bu

nöbetçi eczane ararken bile dilimde gevelediğim

            -bugün beni soran oldu mu

zamanın birinde küçük bir yaprağa değmiş ellerim

o gün bu gündür üstüm başım bahar kokuyor

taşralı adamların şehir korkusu

kasaba meydanlarında kanı donduran yalnızlık

havalar soğudu, ısındı, bir daha soğudu

donduk bazen, sonra tekrar tekrar yandık

            -bugün beni soran oldu mu

WordPress.com'da bir web sitesi veya blog oluşturun

Yukarı ↑