3. Yılın Kutlu Olsun Cizlavet(Editörden)/Mavi

Herkese Haziran sayımızdan merhaba.
Bu ayki başyazıyı sizlere Kanada’dan yazıyorum. Uzun bir kışın ardından baharı görmek, hemen sonrasında yaz aylarına adım atmak biz Kanadalılar için öyle bir şükür vesilesi ki…
Çünkü ben kendimi hep “Kanada’ya baharı, yazı getiren Mevlam her olmazı oldurur.” deyip teselli ederim.
Uzun bir süredir zaten var olan sıkıntılarımız ülkemizdeki büyük deprem felaketi ile ayyuka çıkmıştı. İçimizde biriken ne varsa, tuttuğumuz, ısrarla gözyaşlarına teslim olmadığımız, depremle birlikte sanki gönlümüzün demir parmaklıklarını yıktı geçti. Üzüntü, hüzün, depresyon, umutsuzluk, tutunacak bir dal bulamama… Hepsi sanki bir olup içimizdeki bize darbe yaptılar. Hiçbirimizde ne yazacak hal kalmıştı, ne de yazılanları paylaşacak derman. Ekipçe aldığımız bir karar ile yayınlarımıza bir ay kadar ara vermiştik. İyi de yapmıştık. Hem içimizde birikenleri yazmayı özlemiştik hem de siz değerli takipçilerimiz ile yazılanları paylaşmayı. Yayımladığımız Mayıs sayısı sonrası Haziran ayı bize ne getirir bilinmez. Lakin ben her gece umudumu kaybetmiş bir şekilde uykuya dalsam da sabah çayımı demleyip gökyüzüne bakarken bardağımda biten çayımla birlikte aslında umudumu tazeliyorum.
Boşuna mı denmiş:
“Çay koy keçeli yeniden başlıyoruz.” diye…
Boşuna mı denmiş:
“Yok öyle umutları yitirip karanlıkta savrulmak. Unutma, aynı gökyüzü altında bir direniştir yaşamak.” diye.
Boşuna mı denmiş:
“Bin kez budadılar körpe dallarımızı
bin kez kırdılar.
yine çiçekteyiz işte yine meyvedeyiz
bin kez korkuya boğdular zamanı
bin kez ölümlediler
yine doğumdayız işte,  yine sevinçteyiz.
bitmedi daha sürüyor o kavga
ve sürecek
yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!” diye…

Biz yazarlar acıyla, sevinçle, öfkeyle, aşkla, umutla besleniriz. Üç yıldır #yazdostum diye başladık bu güzel yolculuğumuza. Günlük yayından aylık yayına geçtik. Mor oda şiir akşamları yaptık. Orada birlikte güldük, birlikte ağladık. Düzenlediğimiz “Cizlavet Akademi” ile yaklaşık on konuşmacımız ile kültür-sanat-edebiyat söyleşileri yaptık. Katılımcılarımıza sertifika verdik. Sosyal medya hesaplarımız aracılığı ile aylık yayımlanan eserlerimizin tanıtımlarını yaptık. Bazılarına gönüllü olarak yapılan seslendirmeler ile klipler hazırlayıp YouTube kanalımızda paylaştık. Yine aynı kanalımızda film analizleri, şiir sohbetleri, sesli yazılar yayımladık.
Aylık sayılarımızda yayınladığımız kapaklara yeni boyutlar getirip hareketli kapak fikrimizi hayata geçirip bir ilke imza attık. Gelişen teknolojiyi edebiyat ile birleştirerek geçen ayki kapağımızı yapay zeka ile tasarladık.

Ekibimiz ile her ay gelen eserleri yazarının ismi olmaksızın değenlendirmeye alıyoruz. Yani Cizlavet genel yayın yönetmeni dahi olsanız isimsiz olarak değerlendirilen eseriniz eğer kuruldan geçmezse yayımlanmaz. Böyle de adil ve titiz bir çalışma ekibimiz var arka planda.
Eş başkanlık sistemi ile sevgili Derya Hekim ve Gökhan Bozkuş önderliğinde tüm ekip arkadaşlarıma gönüllü olarak yaptığımız tüm Cizlavet işlerimizdeki gayretlerinden ötürü teşekkür ediyorum. Yeri geliyor hararetli tartışmaların içinde buluyoruz kendimizi, yeri geliyor düşen motivasyonumuzu birlikte ayağa kaldırıyoruz. Bizdeki bu ekip samimiyetinin sizlere de geçtiğine inanarak Haziran sayımıza ve içine girmiş olduğumuz 4. Yılımıza merhaba diyorum.
#yazdostum diyerek bizler hep burada sizlerle olmaya devam edeceğiz ta ki “Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!”.

Cizlavet Sosyal Medya Koordinatörü ve Tasarımcısı
Mavi

3. Yılın Kutlu Olsun Cizlavet

Herkese Haziran sayımızdan merhaba.
Bu ayki başyazıyı sizlere Kanada’dan yazıyorum. Uzun bir kışın ardından baharı görmek, hemen sonrasında yaz aylarına adım atmak biz Kanadalılar için öyle bir şükür vesilesi ki…
Çünkü ben kendimi hep “Kanada’ya baharı, yazı getiren Mevlam her olmazı oldurur.” deyip teselli ederim.
Uzun bir süredir zaten var olan sıkıntılarımız ülkemizdeki büyük deprem felaketi ile ayyuka çıkmıştı. İçimizde biriken ne varsa, tuttuğumuz, ısrarla gözyaşlarına teslim olmadığımız, depremle birlikte sanki gönlümüzün demir parmaklıklarını yıktı geçti. Üzüntü, hüzün, depresyon, umutsuzluk, tutunacak bir dal bulamama… Hepsi sanki bir olup içimizdeki bize darbe yaptılar. Hiçbirimizde ne yazacak hal kalmıştı, ne de yazılanları paylaşacak derman. Ekipçe aldığımız bir karar ile yayınlarımıza bir ay kadar ara vermiştik. İyi de yapmıştık. Hem içimizde birikenleri yazmayı özlemiştik hem de siz değerli takipçilerimiz ile yazılanları paylaşmayı. Yayımladığımız Mayıs sayısı sonrası Haziran ayı bize ne getirir bilinmez. Lakin ben her gece umudumu kaybetmiş bir şekilde uykuya dalsam da sabah çayımı demleyip gökyüzüne bakarken bardağımda biten çayımla birlikte aslında umudumu tazeliyorum.
Boşuna mı denmiş:
“Çay koy keçeli yeniden başlıyoruz.” diye…
Boşuna mı denmiş:
“Yok öyle umutları yitirip karanlıkta savrulmak. Unutma, aynı gökyüzü altında bir direniştir yaşamak.” diye.
Boşuna mı denmiş:
“Bin kez budadılar körpe dallarımızı
bin kez kırdılar.
yine çiçekteyiz işte yine meyvedeyiz
bin kez korkuya boğdular zamanı
bin kez ölümlediler
yine doğumdayız işte,  yine sevinçteyiz.
bitmedi daha sürüyor o kavga
ve sürecek
yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!” diye…

Biz yazarlar acıyla, sevinçle, öfkeyle, aşkla, umutla besleniriz. Üç yıldır #yazdostum diye başladık bu güzel yolculuğumuza. Günlük yayından aylık yayına geçtik. Mor oda şiir akşamları yaptık. Orada birlikte güldük, birlikte ağladık. Düzenlediğimiz “Cizlavet Akademi” ile yaklaşık on konuşmacımız ile kültür-sanat-edebiyat söyleşileri yaptık. Katılımcılarımıza sertifika verdik. Sosyal medya hesaplarımız aracılığı ile aylık yayımlanan eserlerimizin tanıtımlarını yaptık. Bazılarına gönüllü olarak yapılan seslendirmeler ile klipler hazırlayıp YouTube kanalımızda paylaştık. Yine aynı kanalımızda film analizleri, şiir sohbetleri, sesli yazılar yayımladık.
Aylık sayılarımızda yayınladığımız kapaklara yeni boyutlar getirip hareketli kapak fikrimizi hayata geçirip bir ilke imza attık. Gelişen teknolojiyi edebiyat ile birleştirerek geçen ayki kapağımızı yapay zeka ile tasarladık.

Ekibimiz ile her ay gelen eserleri yazarının ismi olmaksızın değenlendirmeye alıyoruz. Yani Cizlavet genel yayın yönetmeni dahi olsanız isimsiz olarak değerlendirilen eseriniz eğer kuruldan geçmezse yayımlanmaz. Böyle de adil ve titiz bir çalışma ekibimiz var arka planda.
Eş başkanlık sistemi ile sevgili Derya Hekim ve Gökhan Bozkuş önderliğinde tüm ekip arkadaşlarıma gönüllü olarak yaptığımız tüm Cizlavet işlerimizdeki gayretlerinden ötürü teşekkür ediyorum. Yeri geliyor hararetli tartışmaların içinde buluyoruz kendimizi, yeri geliyor düşen motivasyonumuzu birlikte ayağa kaldırıyoruz. Bizdeki bu ekip samimiyetinin sizlere de geçtiğine inanarak Haziran sayımıza ve içine girmiş olduğumuz 4. Yılımıza merhaba diyorum.
#yazdostum diyerek bizler hep burada sizlerle olmaya devam edeceğiz ta ki “Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!”.

Cizlavet Sosyal Medya Koordinatörü ve Tasarımcısı
Mavi

alâturk’aşk / Farzımuhal

Seni her benimsediğimde muteber
Beni her senimsediğinde şehrinâz
Seni her gülümsediğimde mehrû

öyle mutantan
öyle müstesna
öyle buluntu

Seni her öfkelediğimde mükedder
Beni her düğümlediğinde safinâz
Seni her isimlediğimde gülrû

öyle mihriban
öyle hasnâ
öyle avuntu

Beni her umutladığında nevbahar
Seni her bulutladığımda çeşminâz
Beni her usladığında ruberû

öyle olağan
öyle müheyyâ
öyle muştu

işte böyle olmuştu

fm

Bekleyiş! / Yaşar Beçene

Kim demiş ki baharlar rüyalara emanet

Azar azar düşerek çoğalıyor damlalar

Benim mi bu bedenim kime ödenir diyet

Ağaran saçlarımda kırılıyor aynalar

Kim demiş ki baharlar rüyalara emanet

Gece olur şafağın özlemini duyarım

İlmik ilmik sabırla tüketirim zamanı

Aklımda bin bir soru başköşeye koyarım

Çileyle ızdırapla eritirim harmanı

Gece olur şafağın özlemini duyarım

Kaç zamandır uğramaz beklediğim kervanlar

İçtim içtim su gibi; yalnızlık damarımda

Ben gibi mahkûm olsun yalnızlığa zindanlar

Renk cümbüşü görülsün sararan efkârımda

Kaç zamandır uğramaz buralara kervanlar

Misafirim olursa yağmur çiseleyerek

Toprağım hayat bulur içtikçe kana kana

Bana benden ziyade ötelere dost gerek

‘Uçup gitti’ deseler ardım sıra sorana

Misafirim olursa yağmur çiseleyerek

Öte / Tahsin-i Kelam

Aşk künh-ü dîl’de bir lem’,
Duyduğun tenden öte.
Herbir ânı sonsuz dem,
Yaşarsın günden öte..

Sığmaz, düşü aşar ki,
Ne nağme ne bir şarkı,
Bir seyr-i cemal var ki,
Bahçeden gülden öte..

Sen dökersin bir dem’a,
Dost yakar binbir şem’a,
Düşer nuru dîl-hân’a,
Lezzeti baldan öte..

Sultan gönle taht kurar,
Eyler gönlü bî-karar,
Her dem Mahbubun arar,
Mahbub-u kul’dan öte..

Mihnet-i masiva’dan,
Usanmış bî-haya’dan,
Umar bende Mevla’dan
Vuslatı, aşktan öte…

Tahsin-i Kelam

Kitabımla İlgilenmedi / Gökhan Bozkuş

Bu yazımda sizlere edebiyat tarihimizden bir kesit sunacağım. Yer yer hayatımıza dokunanlara değineceğim. Dokunuşlar yaparız ve fark etmeyiz çoğu zaman. Birileri o dokunuşla fark ederler kendilerine çarpacak kamyonu, kendilerine gelirler de kurtulurlar ölmekten. Dokunuşlar yaparız fark etmeden ve uçurumun kenarında tutundu tutunacak , düştü düşecek bir yaprak misali meyuslara çarpar elimiz de görmeyiz onun zemine düşen bedenini. Hayatımıza olumlu ya da olumsuz dokunuşlarla girenler elbet olmuştur. Şimdi sizler okurken bunları,  kapatıyorsunuz birkaç saniyelik gözlerinizi ve hayatınızda önemli dokunuşları olan kişileri düşünüyorsunuzdur belki de…

Oğuz Atay denince akla gelen o meşhur eseri “Tutunamayanlar” nasıl bir dokunuşla yazıldı biliyor musunuz? Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam romanından geçen bir pasajdan esinlenerek yazmaya başlar. Ve küçük bir bölümün dokunuşu ile edebiyat tarihimize Tutunamayanlar girmiş olur. Görmüşsünüzdür kocaman bir ağacı ya da kayayı yonta yonta küçük ama eşsiz sanat eserleri ortaya koyan heykeltıraşları. Birkaç sayfalık bir dokunuşu özümseyerek ondan yedi yüz sayfalık bir roman çıkarma yeteneğini işitse Michelangelo , Auguste Rodin ya da Umberto Boccioni kim bilir şapka çıkarırlardı Atay’a. Peki Atay’ın romanda etkilendiği bölüm neresi?

“Dünyada hepimiz sallantılı, korkuluksuz bir köprüde yürür gibiyiz. Tutunacak bir şey olmadı mı insan yuvarlanır. Tramvaydaki tutamaklar gibi, uzanır tutunurlar. Kimi zenginliğine tutunur, kimi müdürlüğüne, kimi işine, sanatına. Çocuklarına tutunanlar vardır. Herkes kendi tutmağının en iyi, en yüksek olduğuna inanır. Gülünçlüğünü fark etmez. Kağızman köylerinden birinde bir çift öküzüne tutunan bir adam tanıdım. Öküzleri besiliydi, pırıl pırıldı. Herkesin, “- Veli Ağa’nın öküzleri gibi öküz, yoktur”, demesini isterdi. Daha gülünçleri de vardır. Ben, toplumdaki değerlerin ikiyüzlülüğünü, sahteliğini, gülünçlüğünü göreli beri, gülünç olmayan tek tutamağı arıyorum.”

Bu bölüm ve birkaç pasaj daha adete bir elektrik gibi çarpar Atay’ı ve yazılır Tutunamayanlar.

Çok şey vardı anlatılacak. 

O yüzden sustum.

Birini söylesem diğeri yarım kalacaktı.

Sen duydun mu sustuklarımı?

Diyen Oğuz Atay Tutunamayanlar basılır basılmaz ilk olarak Yusuf Atılgan’a gönderir kitabını. Ama aradan günler, haftalar, aylar geçer ama bir cevap gelmez Atılgan’dan. Gönül koyar ve bir arkadaşına “kitabımla ilgilenmedi” der.

Yusuf Atılgan bunu Oğuz Atay’ın vefatından sonra öğrenir:

“Tutunamayanlar’ı çok beğenmiştim ama böyle bir kitabı yazan birinin benim yorumuma ihtiyacı olmadığını düşünmüştüm. keşke hayatta olsaydı da bunu kendisine söyleyebilseydim” demiş.

Yazının başında da dediğim gibi dokunuşlar yaparız fark etmeden de söylemez söyleyemez dokunduklarımız. Ve bize dokunanlar olmuştur kapatırken gözlerimizi nefesini duyduğumuz.

Yazıyı bana mısraları ile çok dokunan şair dostum Farzımuhal’in kitabı Süresiz Eylem ’inden bir şiirle bitirmek istiyorum.

İçindeki buhranı bilemez karanfiller

Nergislerin sevdası geçmez dil çarşısında

Pusu kurmuş bağrına yolsuz kalmış sefiller

Diz çökmeni isterler nadanın karşısında

Sanma kurnaz tilkiler yoldaş olurlar sana

Sanma beyaz katarlar koğuşta süveydana

Sıkıldın biliyorum karanlık dekorlardan

Ağladıkça can parçan, ciğerin olur pare

Bir fısıltı yayılır nemli koridorlardan

“Bu çıldırtan halete figan yegane çare”

Sanma ahraz ozanlar türkü yakar sevdana

Sanma poyraz dokunur sine-i rüveydana

Kırlangıç ürpertisi ruhunda devşirdiğin

Karanlık yolculuklar göç hikayene tema

Bir avuntu çorbası döşünde pişirdiğin

Yıldızlardan firari yollara düşmüş lem’a

Sanma burulur dilin yare şiir yazarken

Sanma sorulur halin perperişan gezerken

Ümit asil bir gömlek, kutlu bir elbisedir

Bilerek giymelisin, ondan bu haykırmalar

Yanağına yakışan ıslak kızıl busedir

Ayağının altına sergi olsun sırmalar

Sanma durulur deniz, henüz vakit çok erken

Sanma kavrulur tenin, fırtınalar koparken

SCHWARZWALD NOTLARI / Kübra Aydın

Gezi yazılarına kısa bir ara vermiştik. Bu aranın sebebi tamamen gezememekten kaynaklı. İşler güçler dünya telaşı derken buranın kısa tatil dönemlerine merhaba dedik. Almanya’nın en sevdiğim özelliği resmi tatilleri. Tabi resmi tatillerde tüm marketlerin kapanması, hayatın durması dışında bir sorun yok. İnsan bütün koşturmanın arasında bir nefes soluklanmak için fırsat buluyor. Tamam tamam çok övdüm farkındayım. Yine ana konudan uzaklaşıyorum. Bir türlü giriş yapamıyorum, dağ bayır gezmeyi sevdiğim gibi kelimeleri de dolandırmayı seviyorum.

Neyse neyse sizi daha fazla bekletmeden üç günlük tatil rotamızı açıklıyorum. Schwarzwald, o meşhur kara ormanlar. İsmini kim koydu neden koydu bilmiyorum ama ben göllerini görünce ismini tamamen hak ettiğini düşünüyorum. Evet gökyüzünün kendine ağaçların arasından zar zor yer bularak gölün üzerine düşüşü, mavisini yeşilin içinde kaybedişi göllere bambaşka bir ihtişam ve renk bahşetmiş. Bizim durağımız Hochschwarzwald denilen bölgede, dağları aşarak ulaştığımız küçük bir kasabaydı. Kasabanın adı Löffingen. Küçükken hepimiz Heidi ‘nin yaşadığı yerleri hayal etmişizdir. Hah işte tekrar dönün o hayallerinize. Dağlar muhteşem sanat sahibinin yeryüzündeki en ihtişamlı yansımasıydı. Dağların eteklerindeki yemyeşil çayırlar, çayırların üzerindeki evler, evlerin aralarından akan dereler ve her yere yayılmış sessizliğin içindeki sakin kuş sesleri. Ah ne huzurlu derken arabanın arkasından yükselen:

Anneee susadımmm

Babaaa çişim geldiii

O banaaa vurrduuuu

(Birtakım ağlama sesleri….)

Efendim bunlar işin cilvesi, 3 çocukla yine iyi geziyorsunuz seslerini duyar gibiyim. Ben size gerçekleri söyleyeyim de bir dost misali, sonra siz karar verin çocuklarla yolculuğa. Ama itiraf etmeliyim bu tatil çocuklarla geçirdiğimiz en sorunsuz. En sıkılmasız tatildi diyebilirim. Ufak çaplı kalp ritmi bozuklukları yaşasam da doğanın verdiği huzur hepsini mütebbessim bir çehreyle karşılamama sebep oldu.

Burada sizlerle de paylaşmış olayım benim akrofobim var. Böyle alengirli bir şekilde söyleyince ciddiyetimi anlamış olursunuz diye düşündüm. Duyuyorum iç seslerinizi yükseklik korkusu desene kardeşim ne uğraştırıyorsun bizi. Yükseğe çıktıkça tetiklenen bu korkum, ayaklarım yere bastığı sürece kontrol altında tutulabiliyor lakin gel gör ki o ayaklar yerden kesilmeye görsün. Neden mi ayaklarım yerden kesildi teleferikten canım neden olacak. Dağın zirve noktasına çıkarken teleferikten faydalanan insan oğlunun bu isteğinin tamamen üşengeçliğinden ileri geldiğini düşünüyorum. O devasa ağaçların arasında, yeşilin bilmem kaç tonunun şenliğinde, kuş sesleri, sincap tıkırtıları hatta şanslıysanız zarafet temsili ceylanların eşliğinde yürüyün. Oksijen başınızı döndürsün yükseklik değil. Ama malumunuzdur ki çocuklar için çıkılan bir tatilde bütün ebeveynler onlara boyun eğer bir de cesurmuş gibi korkularını gizler. Teleferiğe bindiğimde ‘ aaa ne güzel manzara, oh mis’ sesleriyle oğluma bir şey çaktırmasam da teleferik sallandıkça kolumdaki saat kalp atışım konusunda uyarı verdi. Ah ah ana yüreği değerli dostlar yeter ki çocuklar mutlu olsun. Bakmayın bu kadar sakin ve iyimser olduğumda ayaklarım yere bastığında gücümü toplasam içimden bir canavar gümbürtü koparacaktı. Daha tam kendime gelemeden aşağı inme yolu dağ kızağı adı verilen, görünce benim artık ne olacaksa olsun diyerek pes ettiğim aletle oldu. Trafik tabelalarına harfiyen uyan birinin buna binmesi, arkasından gelenler için zulüm olsa da itiraf edeyim teleferiğe tercih ederim.

Bu kadar heyecan bana yeterdi de çocukları ikna etmek zor olsa da temiz havanın verdiği tatlı yorgunlukla arabanın içinde onlar uyurken manzaranın keyfini çıkara çıkara ormanın içinde kalacağımız otele ulaştık.

Eğer diğer günleri de anlatmaya başlarsam çok sevgili Cizlavet editörlerinin uyarısını alabilirim. Eee okumaktan hızla uzaklaştığımız bu baş döndürücü görsel çağda siz okurları fazla yormadan burada bir virgül koyalım. Belki bir dahaki sayı belki daha sonra kim bilir….

Ben Baharı Saklayıp / Yaşar Beçene

Ben baharı saklayıp eski bir sandukada
Erguvanlar açarken kime sunmak istedim
Acı tatlı ne varsa ağrıyan yanlarımla
Olur ya bir gün çıkıp sana gelmek istedim
Ben baharı saklayıp eski bir sandukada

Zehir katran ne varsa; taş duvar ördü günler
Bir masal gibi her şey şimdi mazide kaldı
Acı hasret göz yaşı; ve sonra zor sürgünler
Gökten sağanak olup ruhumuza boşaldı
Zehir katran ne varsa; taş duvar ördü günler

Hep garip kalmak varmış; ruhum yorgun bir heykel
Güneş belli belirsiz.. doğdu mu hiç bilemem
Kaldı mı dersin hâlâ bir mendil ya da bir el
Savruldum yaprak gibi neden biraz gülemem
Hep garip kalmak varmış; ruhum yorgun bir heykel

Bazen solgun gözlerle dalıp uzağa gittim
Bir teselli peşinde avunup durdum öyle
Kimi zaman göz yaşım karıştı yağmurlara
Kızılcık şerbetiyle ben hep tebessüm ettim
Bazen solgun gözlerle dalıp uzağa gittim

Ne kadar gri varsa birikti gökyüzüne
Titrek avuçlarımla çiçek çiçek çoğaldım
Hayaller alev olup çarpılsa da yüzüme
Kor hüznün gölgesinde ben yine senle kaldım
Ne kadar gri varsa birikti gökyüzüne

Ben baharı saklayıp eski bir sandukada
Erguvanlar açarken kime sunmak istedim
Acı tatlı ne varsa ağrıyan yanlarımla
Olur ya bir gün çıkıp sana gelmek istedim
Ben baharı saklayıp eski bir sandukada

Sevmek / Mehmet Remzi

Ne şiir tarif eder ne makale ne roman
Bu derdi anlamaya bir başka gayret ister
Gün geçer unutursun, ilaçtır derler zaman
Amma, sabretmek zordur ayrılık zahmet ister

Bazen içine gömüp çaresizce sinmektir
Bazen yokuşta bazen inişte didinmektir
Bazen de bulutlardan uçmak yere inmektir
Sevmek, ızdırap, çile, hasret, eziyet ister

Sanırlar gül bahçesi aşıkların yeridir
Hayır, gerçek aşıklar davasının eridir
Seven katlanır, sevmek insanın değeridir
Herkes sevmeyi bilmez sevmek meziyet ister

Sevmek olmasa Yunus, Aşık Yunus olmazdın
Aşıkların sazları dertli dertli çalmazdı
Beyaz kuğular yalnız kanat çırpıp uçmazdı
Sevmek, acıya katlanmak, sağlam dirayet ister..

Yapma böyle, üzmeyin kendini der sevdiğin
Üzülmeden hani kim sevmiş şimdiye değin
Vuslat neşedir firkatteyse artar ateşin
Bazen de sevmek firkat içre muhabbet ister

Araya dağlar girse, düşse aşıklar çöle
Seven yürek vazgeçmez, gözyaşı dönse sele
Beyaz kuğu misali vurur kendini göle
Sevmek, duru göller gibi samimiyet ister

Gerçek seven, sevmekten pişman olup da bıkmaz
Zor günde kaçıp iyi günde ortaya çıkmaz
Kusur görmez, pire için yorganı yakmaz
Her şeyden önce sevmek, tertemiz niyet ister

İndab / Tahsin-i Kelam

Denk düştü bayram yine, ömrüne hor bülbülün,
Şakıyacak gül mü var, konacak dal payına.
Uzadı sonu gelmez, dayanılmaz sürgünün,
Yine sarmış yolları, sılanın sarpa yine..

Çektiği âhı körük, yüreği kor denginde,
Ağlayan gözlerinin, çevresi kül renginde,
Özünü dökse bu hal, bulunur kaç gamginde,
Aleme şenlik onun, canına darbe yine..

Başıbozuk kördüğüm, bir bağ var ayağında,
Kah almış başı duman, alev alev yangında,
Bahar tutulması kah, içinin dört yanında,
Umutla çaresizlik, tutuşmuş harbe yine..

Yürür de nasıl bilmez, belki aşkın zoruyla,
Issızlık ıslık ıslık, aklı bin bir soruyla,
Ne kaldı şurada hasret, bitti derken yoluyla,
Ne var ki boy ölçüşür, ölçüşür arpa yine..

Çıkar mı yola birden, o yar gülerken acep,
Var mı umuttan ışık, gönlüne sarkan acep,
Kaç saydı vuslata gün, bugün mü derken acep,
Bugün de gün zülüfün, düşürdü garba yine…

Duyar mısın / Erhan Bozkurt

Kelimeler sızlar soluduğumda,
Bir parçadır kopar sol boşluğumda,
Resimlere dönüp her baktığımda,
Gel desem, dön desem duyar mısın ki.

Bir türküdür çınlar hep kulağımda,
Yadıma düşersin her duyduğumda,
İsmin dil ucuma dolandığında,
Gel desem, dön desem duyar mısın ki.

Olmaz hayallere her daldığımda,
Senli rüyalardan uyandığımda,
Gözlerim yaşlarla her dolduğunda,
Gel desem, dön desem duyar mısın ki.

Ellerim duaya her kalktığında,
Rabbimden dileyip yalvardığımda,
Aminler kalbine dokunduğunda,
Gel desem. dön desem duyar mısın ki

WordPress.com'da bir web sitesi veya blog oluşturun

Yukarı ↑