Ehli vefa, sana bir merhabam var,
İşit bu nâmemi dostlara söyle,
Ne yandan eserse essin de rüzgar
Dön yüzünü rahmana gam yok söyle
Seher yeli gurbet üfler yüzüne
Kimse başın komaz senin dizine
Hasretsin evladın kaşın gözüne
Dön yüzünü Rahmana gam yok söyle
Terk eyledin gayeyi hayal için
Düşmedin peşine yalancı hiçin
Kafanda bazen nedenler ve niçin
Dön yüzünü Rahmana gam yok söyle
Gam yok Mahrutî, kim ne derse desin
Aldırma, sebat et o nefsani sesin
Vur baltayı beline sen yeisin
Dön yüzünü Rahmana gam yok söyle
Mazgal / Erkan Bilgin
Bir haber, bir gözyaşı, bir müjde
Dünyaya açılan bir demir pencere
Kesilir her bakış, demir dile gelince
Gözler mazgal, ses mazgal , yürekler mazgal
.
Gözlerde ümit, kalplerde tevekkül açar
Zülüm olsa bile kaderden kim kaçar
Bırakır mı hiç yaradan kulunu naçar
Mazgal nur, demir nur, beton nur
.
Dertler sükût eder, hemdertler tebessüm
Biri ağlar geceye , gözyaşı döker cisim
Işıktan fırçalarla tamamlanırken bir resim
Mazgal susar, demir susar, beton susar
.
Mazgal, keser mi sesini içerdeki çılığın
Mazgalın diğer yanı umursuzca bir yığın
Yığından çıkmaz bir ses, sen Allah’a sığın
Kulaklar sağır, vijdanlar sağır, insanlık sağır
.
Bir müjde bekler alınlardaki seccade
İsmin yankılanır beton ve demirde
Dualar taşar mazgaldan , biliriz emir sende
Derman sensin , müjde sensin, hüküm sen
Kader sensin, ressam sensin, resim ben.
Özgürlük Tutkusu / Abdullah Harun
Buluşsam sevgiliyle güneşin battığı an
Ve kaybolsam güneşle, gecenin yattığı an
Sonra yeniden doğsam zamanın ötesine
Sancısını çektiğim kıyamet koptuğu an
Kahkahası çınlıyor kulaklarımda çağın
Ruhum terliyor sanki düşündükçe zulmeti
Hayalini kuruyorum bilmediğim uzağın
Bir hayal ki dindiriyor içimdeki nefreti
Zum yapıyor vizyonlar adım başı çığlığı
Ajansların yaydığı bu ölüm kokusudur
Betonlaşmış kalplerin alaylı sırıtığı
Bir yanda direnense özgürlük tutkusudur
Zor muydun?/ Nur Tatar
Yok muydun bu sefer
Yalnızlığın sahralarında
Çok muydu masum yüreğin
Zalimlerin sofralarında
Bir demet gülle geldim bak kapına
Çokça da yoruldum aslında
Koştum durdum kimsesizliğin sokaklarında
Kor muydun yoksa ocaklarda pişen
Yuvarlanan sen miydin peki
İçimin dik yamaçlarında
Zor muydun ey yâr ?
Kayboldum ben asrın sorularında
Söyle şimdi hangi limandayız biz
Bir demir atsak güneşin kıyılarında
Uzaklara giden sessiz yol muydun?
Zamanın tuzaklarına bir son muydun?
Garipliğimi asmışlar kara duvarlara
Şimdi üzerimde bin bir yama
İnsanın yendiği âlemde sen tok muydun?
Ey dünya söylesene bana
Yoksa sırtımda ki zehirli ok muydun?
Haberin Var mı / İbrahim Sayar
Kainata sığmazken bir gönle girmiş
Canın dildarı sende haberin var mı?
Bir kendini bilenler O’nu bilirmiş
Cümle asarı sende haberin var mı?
Misal-i musağğarsın, sende kainat
Özündeki Nur’udur(sav) sebeb-i hilkat
Esbab ile kilitli,hazine kat kat
Tek anahtarı sende haberin var mı?
Bir zelleyle çarpıldın ve sürüklendin
Fani olan vücutla ebed yüklendin
Emaneti sırtlandın ve büyüklendin
Kibrin damarı sende haberin var mı?
Göz penceredir ruha, görmesi için
Ruh hüzünlenir iken göz ağlar niçin?
Hikmet tecelli eder, yolunda hiçin
Hiçliğin sırrı sende haberin var mı?
Niye Ruh ölümsüzken ölüyor beden?
Arzular mahdud hayat,sonsuzu neden?
Sonsuzluğu cesette, mahpus keşfeden
Ruhun esrarı sende haberin var mı?
Rahman suretindedir hazreti insan
Hasleti öğrenmektir, illeti nisyan
Bu ne ağır imtihan…ah bir anlasan
Hilafet barı sende haberin var mı?
Sağ yanındadır yolu yokuş ezelin
Sol yanında zehirli balı güzelin
Ya narı ya da nuru vardır amelin
Karı-zararı sende haberin var mı?
Yaşına bakmayacak musalla taşın
Ölümü unutturur dünya telaşın
Vedaya hazırlanır ağaran başın
Sonun ihtarı sende haberin var mı?
İbrahim Sayar
bir şebnem düşer / Mehmet Şahin Keskin
bir şebnem düşer
baharın ortasına
dirilişe “merhaba” der
boyun büker erguvanlar
bahar mahşerinde
neşeleri kısa sürer
.
bir şebnem düşer
hayatın ortasına
celbeder merhameti
şefkat kesilir anneler
şükür damlatır çeşmeler
ikramlar birbirini izler
.
bir şebnem düşer
denizin ortasına
müjdeyle dolar gemiler
karşılık bulur bir gün
duaya kalkan eller
sona erer bekleyişler
.
bir şebnem düşer
gecenin ortasına
katresi deryalara bedel
siler bütün zulmetini
karanlık çekilir izbesine
nura gark olur sineler
.
bir şebnem düşer
ölümün ortasına
gözlerden korkuyu siler
beşaşet kaplar yüzleri
hayata göz kırpar
öteye yürüyüşler…
.
bir şebnem düşse
gönlümün tam ortasına
kendime getirse beni
kırılıp dağılır kasvetler
gerçekleşir düşler
Sızı / Hamide Yaramış
Hele o terkedişlerin var ya
Sebepsiz, fütursuz
Alabildiğine acımasız
Aklettirdi bunca vakit
Farkedemediğim kulluğumu
Sebepsiz uzaklaşmalarımı
Fütursuz unutmalarımı
Etkisiz eleman olmalarımı
Dünya da varmış da yokmuş gibi
İnanıyormuş da inanmıyormuş gibi
Cennetteymiş de arasattaymış gibi
Anıları bir bir yeniden yaşadım
Hüznümü, kırgınlığımı hissedip
Yaradana mahcup oldum
Her zorumda kolayımda
Hep yanımda yakınımda
Gerçek dost yaren olduğunu bilerek
Gerekçesiz uzaklaşmalarım
Edepsiz terkedişlerim
Ey yar!
Ey aşk!
İncinmeden anlamıyor insan
İncinenin halini
İncitme yüreği incinenleri
Affet Allahım
En derininden gizleri
Affet Allahım
Seni inciten bizleri
6 nisan 2022
Hamide Yaramış
Uçmak / İsmail Tunç
Son sabah narince esen rüzgarla
Kırık daldan usulca düşen yaprakla
Yaşlı gözden sessizce akan damlayla
Güçsüz bedenin buluşması toprakla..
.
Bilemedim siyah mı beyaz mı rengin?
Hissedemedim serin mi ayaz mı gelişin?
Hayretteyim alır mı götürür mü gülüşün?
Dehşetteyim bahara mı kışa mı gidişin?
.
Ocağından aldığın can mı canan mıydı?
Gelinliğiyle-damatlığıyla yar mıydı?
Yüreği yanık ana mıydı baba mıydı?
Arkada bıraktığın feryat mı figan mıydı?
.
Bilinmez sihirli ve gizli zamanın!
Tükenişidir göründüğün her canın!
Dinlemezsin ne imdadı ne emanı!
Sonsuzdan almışsın bitmez fermanı
.
Nice yaşlı gözler arkandan bakakalır
Nice sultanlar tahtı saltanatı bırakır
Nice sevdalar, aşklar senle sonlanır
Nice arifler, erenler visalle taçlanır
.
Karşı konulmazsın, sırrına erilmez
Gözle görülmezsin, elle tutulmaz
Hiç bir güç, sana verilende bulunmaz
Her nefese son, her hayata ebediyetsin
.
Bembeyaz kar örtüsünü hissetmedi yürekler
Gökten boşanırcasına rahmetle ıslanmadı bedenler
Geldiği gibi gidemeyişin azabıyla titrer ruhlar
Mağfiretine merdiven tutmuş bütün umutlar
Bu Mevlana O Mevlana mı? (Oryantalist Müdahaleler 1) / Alpen Nur
Savaşlar sadece silahlarla yapılmaz. Savaşların en etkilisi aslında kültürel savaşlardır. Kültürel değerlerini yok ettiğiniz bir toplumu tarih sahnesinden silebilirsiniz. Osmanlının tarih sahnesinden çekilmesi sadece savaş meydanlarındaki yenilgisi değildir. Yüzyıllardır kendisine karşı yapılan kültürel savaşı kaybetmişti Osmanlı.
Savaş meydanında kaybedenlerin kültürleriyle oynanır. Ta ki yeniden toparlanıp meydan okumasınlar… Osmanlının yenilgisinden sonra Anadolu toplumuna bu fazlasıyla uygulandı. Tolumumuzun kültürel mağlubiyeti, özellikle 18 yüzyıldan sonra Batılı Oryantalistlerin gayretleriyle oldu. Bütün temel kaynaklarımızı peyderpey elde ettiler ve kimbilr belki de bazılarını yok ettiler. Tek nüshaları kendi ellerinde olan eserlere de ustaca müdahale ettiler. Bunlardan birisi de Mevlana’nın eserleridir. Özellikle de Mesnevi’si…
Ahmet Eflâki’nin kaleme aldığı-veya aldırıldığı-, ‘’Menakıb-ı Ârifîn’’ yani Ariflerin Menkıbeleri isimli eser bu düşüncenin delilleriyle doludur. Oryantalistler önce böylesine büyük bir değere, müdahale etmişlerdir. Bu da taktiksel bir durumdur. Yaşadığı dönemde Moğol kıyımından bunalmış halka ferah bir nefes olan ve kendi zamanının Bediüzzamanı Mevlana’nın bu rolünün elinden alınmaması gerekiyordu. Zira bir toplumu yenmeniz için ona moral ve ümit olacak damarların kesilmesi lazımdır. Mevlana’yı farklılaştırmak için önce onu anlatan eserlere müdahale edilmiş sonra da müdahale edilen eserler doktora vs gibi akademik çalışmalarla literatüre sokularak meşrulaştırılmıştır. Hatta oryantalistle 18 yy sonrasında Mevlevilik tarikatının içine sızarak mürit olmuşlar, kimisi o kadar göze girmiş ki posta oturanlar, şeyh efendilerin kızlarıyla evlenip birden sır olanlar bile olmuştur.
Eserlerdeki müdahale bazı yerlerde fazlasıyla sırıtır. Nasıl mI?
Anadolu’nun Türkleşmesi ve Müslümanlaşması için inkar edilmeyecek bir rolü olan Mevlana Eflaki’nin Ariflerin Menkıbeleri eserinde; Türklere hakaret eden, Rumlar öven, şehvet düşkünü biri olarak gösterilmiş. Esedeki bir hikaye şöyledir:
‘’Bir gün şeyh Selahaddin hazretleri bağını yapmak için ücretle Türk rençberler tutmuştu. Bunu gören Mevlana hazretleri; ‘Efendi, yani Bay Selahaddin, bağ yapımında Rum rençberler, bozumunda da Türk rençberler tutmak lazımdır. Çünkü dünyayı imar etmek Rumlara, yıkmak ise Türklere mahsustur. Yüce Tanrı, dünyayı yarattığı vakit önce gafil kafirleri yarattı. Onlara uzun ömür ve büyük kuvvet verdi. Onlar şehirler, tepelerin üzerinde kaleler, ve tarlalar yaptılar.Tanrı, bunları yıkmak için Türkleri yarattı. Onlar da çekinmeden ve acımadan gördükleir her imareti yaktılar harabeye çevirdiler ve hala da yapıyorlar ve kıyamete kadar da böyle yapacaklar. Konya şehri de yine o merhametsiz Türk zalimlerin eliyle harp olacaktır.’ Buyurdular. (Ariflerin Menkıbeleri, Meb yayınları,2. Cilt,s.137)
Bu sözleri Mevlana’nın söylediğine ihtimal bile vermek Mevlana’ya haksızlık olur. Herkese hoşgörü gösteren Mevlana’nın müntesibi olduğu bir toplumu zalimlikle, merhametsizlikle suçlaması hatta kıyamete kadar zalimlik yapacağını söyleyerek geleceğe dair hakaretvari bir keramet göstermesi düşünülemez. Mevlana bir müceddidtir. Asrının yenileyicisi, düzenleyicisi birisinin bir kavmi aşağılaması zaten düşünülemez. Çünkü müceddidler eksik görmez, eksiği tamam ederler. Mevlana’nın misyonu bu sözleri söylemeye müsait değildir.
Bu eserin Batılı bir müsteşrik tarafından esere sokuşturulmuş olduğu su götürmez bir gerçektir. Tuhaf olan bu eserin 1989 yılında Meb. yayınları tarafından ‘’İslam Klasikleri’’ adı altında basılmış olmasıdır. Zaten oryantalistleirn böylesine eserlere musallat olmasının sebebi de budur. Yani içine sapkınlıklarını sokuşturdukları eserlere özelikle de dindarların ve Türklerin sahiplenmesini sağlamak… Onların bu eserlere sahiplenmesi bu eserleri meşrulaştırmış olacaktır çünkü! Öyle de olmuş malesef. Mesnevi’deki müstehcek içerikli öykülere de bu nazarla bakmakta fayda var. Hiçbir bediüzzaman, hakkı batılı tasvir ederek anlatmamıştır, anlatmaz da. Mesnevinin ruhuna baktığınızda, manzum bir tefsir kitabı olduğu görülür. Günümüzde hala Bediüzzaman Said Nursi’nin Risalelerinin bir nevi tefsir olduğu bile literatüre girememiş, anlaşılamamışken Farsça kaleme alınmış Mesnevi’nin anlaşılmaması sanki normal geliyor. Zaten, oryantalist damardan gelen kanla beslenen sözde muhafazakar kesimin Risalei Nurları bir örgüt kitabı gibi görmesi, eserin içeriğine müdahale ediememiş olmasından dolayıdır.
Manevi kimliği olan bir eser toplumun gözüne sokuluyorsa iyi düşünmek gerek…
Oryantalistlerin dejenere ettiği kaynak eserler malesef kendini muhafazakar olarak tanımlayan kesimler tarafından literatüre sokulmuştur. Bu yolla doç. Prof olanlar oryantalistlelrin bu yalanlarının ortaya çıkmasından da haliyle rahatsızlık duymaktadırlar. Çünkü üzerine basarak yüceldikleri merdivenin ayaklarının altından çekilmeisni istemezler. Eski Türk edebiyatımızın neredeyse temel eseri olan Oryantalistlerin uydurması Latifi Tezkiresi’yle ilgili bin civarında akademik çalışma yine muhafazakar kesim eliyle meşrulaşmıştır. Bu konuyu gündeme getiren Prof Menderes coşkun, ilk makalesinde muhafazakar akademisyenler tarafından linç yemiştir. (Bu konuyla ilgili farklı bir yazı kalema alacağım)
Oryantalistler, Mevlananın Mesnevisi’ne 7. Cildi sokacak kadar ileriye gitmişler ama 60’lı yıllarda akademik camiada aklıbaşında insanlar yetişmeye başladığından itirazlar olmuş, üslup ve dil diğer ciltler arasında çok sırıtınca bu ısrardan vazgeçilmiştir. İşin tuhafı bu 7. cilt 60 lı yıllarda Kültür Bakanlığı yayınları tarafından yayınlanmıtır.
Bu kaynak eserlerin orijinallerinin Batı müzelerinde olmasından dolayı bu eserlerin orijinallerinin bilimsel yöntemlerle hakemli bir tetkik heyeti tarafından yeniden incelenmelidir. Eserlerin orijinallerinin arasına bu tür sapkın düşüncelerin sokuşturulduğu şüphesinin giderilmesi için bu şarttır. 14. Yy da yazıldığı düşünülen bu ve benzeri eserlerin oryantalistler tarafından 18. Yy da yazıldığı ortaya çıkarsa edebiyat dünyası sarsılır ancak ben hiç şaşırmam! Kaynak eserlerimizin olduğu Paris Lour ve İngiltere Bretish Museum, bu eserlerin kağıt incelemesine asla müsade etmediği için bu gerçekler ıspatsız kalacaktır.
Bugün, birbiriyle kavgalı, ortak hiçbir değerde buluşamayan toplumumuzun bu kıvama gelmesi boşuna değişldir. Bugün Mevlana’ya Milliyetçi bazı kesimler tarafından “moğol ajanı” denmesi, radikal siyasal islamcıların “sapkın” demesi, seküler kesimlerin “tarikatçı kafa” demesi, belli muhafazakar çevrelerin “müstehcen hikayeci” demesi neyle izah edilebilir ki?
Sonuç olarak toplumumuzun kültürel tarihi saldırıya uğramıştır ve kesin hükümler vererek birilerini reddetmek ya da kabullenmek, yüceltmek üzerinde düşünülmesi gereken durumlardır.
HZ.MUHAMMED (S.A.S) / Nedim Çelebi
Hatırın çok yüce Mevla katında
Kâinat toplanmış senin zatında
Bütün müminlerin gönül tahtında
Oturan en büyük sultan EFENDİM
.
Zatının nuru kaplar dünyayı
Hayrette bırakır güneşi, ayı
Nurun parladıkça dünya sarayı
Olmayacak asla viran EFENDİM
.
Muhtacız hepimiz şefââtine
O engin sevgine ve şefkâtine
On dört asır geçmiş olsa da yine
Gönüller sana hep hayran EFENDİM
.
Ulaşamaz kimse senin ka’bına
İman ettik sana ve kitabına
Yıldızlar misali o ashabına
Canımda ruhumda kurban EFENDİM
.
Hayatından eksik olmadı çile
Bilmem hangisini getirsem dile
Ayağına batsa bir diken bile
Bizim için bu çok gîran efendim
.
Anlatamaz dilim seni hakkıyla
Ahlâklandın Kur’ânın ahlakıyla
Alnının akı sinenin pâkıyla
Makam-ı Mahmuda varan EFENDİM
.
‘Müjdeler olsun gariplere’ dedin
Zira zaten garip başladı bu din
Bir gün iman eder bütün ins u cin
O gün gariplere seyran EFENDİM
.
Mesafeler maddi olamaz engel
“Gel ey resul hacdan döner gibi gel”
Sensin bizi felaha götürecek el
Âlemlere Rahmet baran efendim
.
Esrar-ı âlemi senden öğrendik
Sana itaat ettikçe şendik
“Sünnet”e uydukça şeytanı yendik
Sana minnet sana şükran EFENDİM
.
Dost ve arkadaş olamadık sana
Kardeşin kabul et ey Gül-i Rana!
Okşa başımızı ekle halkana
Yolundan ayırma bir an EFENDİM