Hicret ve Tecrit / Cihangir Asyalı

Düştüm

“Kendi göğümden 

kendi duvarlarıma”

Ben özdüm sürüldüm

Kabuk beni sandınız

“Yere düşmekle altın

kıymetten düşmez” ama

Niyedir 

Kolayca aldandınız

Düştüm

Kerbela’dır

Kuyular derin

Toz benim köz bende

Hem de kül

Yağmur gerek bana

Ve de gül

Bana yağmur 

Ya da sözlerin

Düştüm

Beni seçtiler

Balığın karnı gece

Kuyudur zindandır

“Ey yâr Senden dönmezem”

Yolum pak

“Lâ ilâhe illâ ente…”

Lütfeyle Lütfeyle

Düş gibi bitsin çilem

Düştüm

Ve öğrendim

Yanlış demişler lakin 

Gerçek şu

Düşenin de dostu var

Alnım ter 

Gözümde rüya günler

Korkum yok

Yağdıkça yağsın kar

Düştüm

“Kendi göğümden 

kendi duvarlarıma”

Kıştır bu

Gece ayaz gün serin

Derim ki

Düşerek doğrulur insan

Düştüm 

Bana düşen gösterin

Kervan-Kıran / Mehmet Karadayı


nasihat en büyük rehbermiş meğer
rehbersiz yollarda kalır yol tutan
imanı yoldaşı olmazsa eğer
tuzağa düşürür bir kervan-kıran
aldanma önünde sahte ışığa
yüreğin göğsünde olsun parlayan
umudu yitiren deli aşığa
pranga vurdurur bir kervan-kıran
gözün ufka baksın umudu ara
gönlünü doldursun nurlar’dan akan
umut yoksa gece olur kapkara
yolunu karartır bir kervan-kıran
sabırla rabb’inden muradın dile
hiç kaybetmemiştir o’na yalvaran
zincirler elini bağlasa bile
şaşırtamaz onu bir kervan-kıran

Silme Gözyaşlarını / Mehmet Ulaş

Silme gözyaşlarını;

Yeşerir belki bahar yeniden bahçemizde,

Dikenler sarmaşığa döner kelepçemizde,

Bir sabah ufuklara çevir bakışlarını.

Silme gözyaşlarını;

Hüznün tarihler boyu en yanılmaz tanıktır,

Çilelerle yoğrulan âhın kordan yanıktır,

Sûr gibi çınlat gökte o haykırışlarını.

Silme gözyaşlarını;

Hanidir yağmurlarla buluşmadı bu toprak.

Dalına yapışarak bir su bekleyen yaprak,

Çiçeklenir de sona erdirir kışlarını.

Silme gözyaşlarını;

Süzülüp yudum yudum çağlasın içe doğru,

Kucağında garipler yatan Meriç’e doğru…

Sınırlar boyu uçur yusufçuk kuşlarını.

Silme gözyaşlarını;

Zindan zindan göverir yarınların çocuğu.

Karanlıkta başlayan bu hayat yolculuğu,

Fecre doğru emekler avlunun taşlarını.

Silme gözyaşlarını;

Parmaklıklar gerili sevdânın ortasında.

Ellerin bir demirden kapının arkasında;

Ölçüyor pencereden, göğün karışlarını.

Silme gözyaşlarını;

Sürgünlüğün bir acı tat bırakır dilinde.

Kimsesiz diyarlara can üfleyen elinde,

Filizler çekirdekten çıkarır başlarını.

Silme gözyaşlarını;

Ne kirpiklerin solsun ne yanağın kurusun.

Sen gözyaşın kadar saf, kalbin kadar durusun;

İsyan türküsü yakma, çatıp da kaşlarını.

Silme gözyaşlarını;

Damla damla ağarır belki bu solgun akşam.

Tahammül mevsiminde gül deriyorken yaşam,

Takvimler yele versin artık telaşlarını.

Silme gözyaşlarını;

Onlar yazdı tarihin düşlediği öyküyü.

Bitireceksin bir gün, başladığın türküyü;

Dört yandan duyacaksın mutluluk marşlarını.

Anne, Babam Gelsin / Yusuf Kar

Anne, babam gelsin
Tutayım kışın ceketinin ucundan
Yazın cebinin kenarından
Sürükleyeyim o dağ gibi adamı ardımdan
Sımsıkı tutsun yine ellerimden
Ellerim kurtulamasın tek avucundan
Ben babamda mahsur kalmaya razıyım
Ne elma şekeri ne de kırmızı balon
Bir gülücük istiyorum babamın gamzelerinden
Ne güzel bakardı benim babam
Bir çift kanat takardı bakışları
Uçardım gökyüzüne işteş kahkahalarla
Ne güzel adamdı benim babam
Merhameti iki yana açtığım kollarımdan da büyüktü
Kıyamazdı, kelebeğe, çiçeğe, ağaca
Hatırlar mısın basmamak için karıncalara
Sek sek oynardı benimle koca adam
Kafeslerdeki kuşlara ne çok üzülürdü
Özgürlük en çok kuşlara yakışıyor derdi
Şimdi kuş oldu benim babam
Sahi sana söylemeyi unuttum
Maviş’i özgür bıraktım kızma ne olur
Babama selamımızı götürmüştür çoktan

Anne babam gelsin
İçimdeki yaramaz çocuk çabuk büyüyor
En sevdiği elbise de dar geliyor bak işte
Ya o gelince giyemesem mavi gömleğimi
Anne babam gelsin
Yıllar çabuk geçiyor
Son dişimi o gelince çıkarsam
Lapa lapa kar yağmasa o gelinceye kadar
Karın yağmasına onunla sevinsem
Güvenip müzip gülüşlerimin zırhına
O gelince girsem yollarda biriken sulara
Nefesiyle ısıtırdı üşüyen kalbimi
Gözlerinin içi öperdi üşüyen ellerimi
Benim babam çocuk yürekli adamdı
Yaptığım kardan adama nasıl da gülerdi
Bahçelerin onsuz hiç tadı yok
Parkların neşesi kaçmış
Kardan adamlar da mahzun şimdi
Kızma ne olur perdeleri ben çektim.
Bugün yine keyfi yok kalbimin

Anne babam gelsin
Sen de özledin mi onu?
Benden sakladığın hıçkırıklarını dinliyorum gizli gizli
Şarkınızı dinlerken ağladığını da biliyorum
Çünkü gözlerine kaçmasın diye bütün tozları
Topladım hatırların sindiği eşyalardan bir bir
Senin üzülmene dayanamazdı babam
Benim babam altın yürekli adamdı
Ağlarken nasıl da güldürürdü değil mi bizi?
Şimdi her gece ağladığımızı bilse üzülürdü.

Anne babam gelsin
Anne bayram gelsin
En çok da bayramlar kanatıyor kalbimi
Bayram namazı bitince
Nedense bir hüzün çöküyor yüreğime
Kalabalık bir yalnızlığa düşüyorum
Sen bunları nereden biliyorsun küçüksün deme
Acı insanı büyütüyormuş anne
Anne babam gelsin
Çocukluğum içimde yıl yıl yaşlanmadan
Okumayı sökmeden bir hasret şiirinde
Harflerine kütüphaneler sığdırdığım
Kollarıma çizdiğim kalbimin içini
okumak istiyorum ona iki hecede
Sahi sana söylemeyi unuttum
Ben baba yazabiliyorum artık
Dolabıma,
Yatağımın ardına
Gizli gizli her yere …
O gelince boyarız yine duvarları
Duvarları da yazdım kızma ne olur
Hem sen dememiş miydin bu ev hüzün kaplı
Ben hüzünleri babamla karaladım işte
Anne
babam
gelsin
Anne

                      Bayram
          gelsin 

Anne,
kalbim
gülsün
Yine

Yusuf Kar

Memleket Nedir / Cemal Özdemir

Gözümdeki yaş
Başımdaki taç
Yanağımdaki gamze
Kulağımdaki nağme,
Burnumdaki sızı
içimdeki acı,
Zihnimdeki hasret
Ruhumdaki kasvet,
Dizimdeki derman
Gönlümdeki heyecan,
Dilimdeki tattır.
Memleket hayattır.

Hasretinde yandığım
Vuslatında kandığım
Yokluğunda öldüğüm
Varlığında güldüğüm
Ayrılınca döndüğüm
Hayalimde kurduğum
Özgürlüğün adıdır.
Memleket var olmaktır.

Doğduğumda yıkandığım bulak
Çocuklukta beni saran döşek
Gençlikte savunduğum toprak
Olgunlukta verilen emek
Yaşlılıkta sığındığım kucak
Varlıkta bölüşülen ekmek
Yoklukta beklediğim şafak
Sıcakta gölgeleyen yaprak
Ayazda ısındığım ocak
Öldüğümde yattığım topraktır
Memleket yaşamın adıdır.

Kervan-Kıran / Mehmet Karadayı

kervan-kıran
nasihat en büyük rehbermiş meğer
rehbersiz yollarda kalır yol tutan
imanı yoldaşı olmazsa eğer
tuzağa düşürür bir kervan-kıran
aldanma önünde sahte ışığa
yüreğin göğsünde olsun parlayan
umudu yitiren deli aşığa
pranga vurdurur bir kervan-kıran
gözün ufka baksın umudu ara
gönlünü doldursun nurlar’dan akan
umut yoksa gece olur kapkara
yolunu karartır bir kervan-kıran
sabırla rabb’inden muradın dile
hiç kaybetmemiştir o’na yalvaran
zincirler elini bağlasa bile
şaşırtamaz onu bir kervan-kıran

Ölümün Hicreti ( Yolumuz Meriç ) / Yusuf Kar


Ölüm şehvetinde azgınlaşan sular
Ağzında cellâtların salyaları
Yatağına uzanmış bakıyor
Yüzü kızarmış bakışsız bir ateş
Meriç, Zunavas’ın açtığı hendek
Katil gözler en masum olanları kovalar
Çaresizlik hiç durmadan peşimizde
Düştüğümüz nehir, sarıldığımız yılan
Mecburiyetin elleri
İtiyor bir bir mumdan tekneleri
Akan lavlar…Dalgalar, dalgalar…
İmdat çığlıkları, beynimizi yiyen kargalar
Anne kucağında dile geldi bir bebek
Haykırdı genzindeki suyu temizleyerek
“Anne,hak üzeresin, sık dişini”
Bu ateş yakmaz bizim tenimizi
Yıkasın bırak sular kefenimizi
Sahil-i selamete nefessiz erelim
Diyerek yiğitçe
Ölü suyunda yıkanmış şehitçe
Sularda kubbelenen türbelerde
Bir kehribar bağrında yaşayacak gibi
Habbeler içinde
Gidiyoruz İşte!

Acele acele kaynayan gemsiz sularda
Geçemeden öz yurdumuzdan
Dönemeden öz yurdumuza
Bağlanıyor taşlar bir bir ayağımıza
Mahşer, herkes canıyla pazarlıkta,
Sineler tutuşmuş tenler üşümekte
Eller ağır, ağırlaştıkça canlar
Uzandıkça kısalıyor kollar
Buluttan tutunmak isteyen bir el
Yükseldikçe arşa feryadımız
Sular hep ayaklardan yakalıyor gövdeyi
Nuh Tufan’ından bir heykel
Uzanabildiği kadar yükseğe uzanmış bir anne
Analığın anıtını dikiyor Meriç’e
Avuçlarından alnına dökülen umut
Parmak uçlarındaki tek nefesli çocuk,
Bırakıp onu kansız bir maziye
Binip cansız, omurgasız bir gemiye
Gidiyoruz işte!


Yusufkar

Beyaz Sandalye / Emin Osman Uygur

Gümüşhane adın beyaz sandalye

Kalmamış ülkemde adil mahkeme

Ben giderim kalır kapkara gece

Ölmeden toprağa kardılar beni

Şimal eser rüzgâr soğuk ve sert

Dökülür menfezlerden binlerce dert

Bir yarış başlamış kim daha namert

Adım adım ölüme saldılar beni…

Bir nefesi çok görür insan insana

Rahmet okutturur bir de şeytana

Merhamet yok aşkolsun bulana

Tecrit edip ölüme aldılar beni…

Hücrem ölüm kokar kaç gün oldu

Kuran tek şahidim yüreğim soldu

Çocuklarım bir an odama doldu

Beyaz sandalyede vurdular beni

 emin osman uygur

WordPress.com'da bir web sitesi veya blog oluşturun

Yukarı ↑