
Şair ve Ebrucu Ayşe Beçene Hanımın Cizlavet Akademi programında canlı olarak yaptığı ebru çalışması.
Cizlavet Kültür ve Sanat Platformu
"Yaz Dostum"
Şair ve Ebrucu Ayşe Beçene Hanımın Cizlavet Akademi programında canlı olarak yaptığı ebru çalışması.
Kim derdi baharım kışa dönecek,
Kırılıp döküldü dallarım benim.
Belli ki bahtımın şavkı sönecek,
Hazâna uğradı yollarım benim.
…..
Sevmek bir hayâldi, hayâlde kaldı,
Vuslat bir masaldı, misâlde kaldı.
O yâr çok uzak bir mahalde kaldı,
Boşluğa uzandı kollarım benim.
…..
Kısa bir ân içre saklandı zaman,
Sonsuzluk arzusu yaman mı yaman.
Eteğimde ateş, başımda duman,
Hoyratça harcandı, yıllarım benim.
…..
Bazen bir kelebek, bazen arıydım,
Bazen gül kırmızı, bazen sarıydım.
N’olurdu ben de bir bülbül olaydım,
Zehr’oldu kovanda ballarım benim.
…..
Gülzâr harâb oldu, çiçekler soldu.
Ne hâlim hal idi, ne yolum yoldu.
Sermâye tükendi, vâdeler doldu,
Pul oldu mîzanda mallarım benim.
…..
Âşikân bezminde bir dâra düştüm,
Aşktan gâfil idim âh zâra düştüm.
Hicâp ile yandım da nâra düştüm,
Soruldu dîvanda, hallarım benim.
…..
a. terzioğlu
Kuru bir yaprak gibi savruldu hayat
Dert keder ızdırap her taraf
Sevdiklerim çok uzaktalar artık
Bu hayat yük bana bu dünya araf
Hevesler boğazımda düğüm
Arzular deli gibi kaçar
Umut sade bir hayal artık
Rüyaların ömrü sabaha kadar
Aramızda dağlar aşılmaz denizler var
Neden uzar bu ayrılık bu hasret nereye kadar
Ne elden bir şey gelir ne başta akıl var
Yanar kavrulurum yaz kış ve bahar
Ah ela gözlüm ceylan bakışlı yar
Aramızda dolmayan bir boşluk var
Ne gözyaşı doldurur ne verdiğim kurbanlar
Bilmem daha ne bekler açılmaya yollar
Gel desem gelirdin bilirim gel desen gelirdim
Elimde bir deste gül koşa koşa gelirdim
Ne bahçe kaldı geride oysa ne bahar
Gülden geriye diken kaldı bahçeden kavruk yapraklar
M. KRC
Şiir yazdığım vakitler,
okuduğum dakikalar,
“en yok” olduğum zamanlar.
….bir şiir…. bir ben ve
bir de aramızdaki
o garip duygusallık.
Bir şiir arası veriyorum,
terkediyorum alemi,
evet…bir şiir…. bir ben,
bir de o garip duygu…
Sanki ben ben değilim
durduruyorum dünyamı,
kapatıyorum
tüm hesabı, kitabı..
Öyle ya beni anlayan bir o
ya da sadece aramızdaki
o duygusallık belki…
Muhabbetimiz ne mi?
Sorma…bazen acıyan bir yanım,
bazen zoruma giden bir anım,
Ne bileyim, o günlerde
sahilime ne vurduysa artık…
yani ne çarptıysa hayatıma,
ne girdiyse kadrajıma.
Oradan buradan derken…
önce donup kalıyoruz iki aşık edası,
derken değiyor gönlüme, bir iki mısrası.
Kimi zaman külhanbeyi nârası,
Kimi zaman bir garibin duası,
Kimi zaman bir çocuk ağlaması,
Bazen bir mağdurun yarası,
Bazen milletin baş belası,
Bazen bir ergen cakası
Ortaya biraz hüzün aroması,
Ha bazen de…
halvette iki derviş susması.
Davanın sevdalısı
Daha neler… neler… neler…
Ben ona saydırıyorum,
Oysa kıs kıs yazdırıyor,
Kızıyorum bazen,
aklımı başımdan alıyor çünkü,
O’da; “ne kızıyorsun birader
ben senin dostunum…
hani derler ya;
söyle arkadaşını bana,
kim olduğunu
söyleyeyim sana”
“o hesap” yani
Ya… haksız da sayılmaz hani
seviyorum Şiirparemi
Ha bu arada…
ben ona “Şiirpârem” diyorum,
O da bana “Dilsûz’um”
Gül gibi geçinip gidiyoruz işte.
Ama… ara sıra …
hayatın gerçeklerini
suratıma çarpmıyor değil,
Yine bir ara, dost bildiklerimi
tecrübe ettirdi bana,
şaştım kaldım…
vay be dedim…
Neyse… boşver… bırak,
bir daha hatırlatma,
küserim bak yoksa sana,
hem yanaşmam yanına.
Bilirsin seninle dostluğumuz
beklentisizlik üzerine.
Konuşup da kırmayalım
bir fincan kahvedeki
kırk yıllık hatırları.
….Sonra yine başlıyoruz…
İlkin baharı getiriyoruz,
Dünyayı kurtarıyoruz,
Zalimi alnından,
Mazlumu kalbinden vuruyoruz.
Mecnun kıskanıyor Leyla’mızı,
Ferhat korkuyor görünce dağımızı,
Bazen yağdırıyoruz biriken âhımızı,
Eritiyoruz içmizdeki yağımızı,
Estiriyoruz yedi cihana rüzgarımızı,
Daha neler… neler… neler…
Biraz da Sen söyle Şiirpârem
öyle değil mi…?
“Doğru dersin de Dilsûz’um,
korkarım benimle beraber
kendini de yakarsın be kuzum”
Olsun be Şiirpârem,
Sen yanma, ben yanma…
kâr mı kalsın yapanın yanına?
Hem sen bilirsin ya Şiirparem…
“en çok” olduğumuz zamanda
birlikte olduğumuz anlar,
sanki dünyalar bizim,
sanki bir şey olmuşuz,
bir anda çağlayıp, coşmuşuz.
sonra…sonra mı
bir varmış…. bir yokmuşuz.
Öyle değil mi Şiirparem?…
Neyse…
uzattık galiba, bana müsade,
Bugünlük bu kadar yeter,
Sen git ilhamın kuytusuna,
sonra akar gelirsin bir ara.
Yine söyler, yazılırız,
bir azalır, bir çoğalırız
Vakit çok geç oldu zaten
ben de döneyim artık
kalabalık yanlızlığıma.
Hadi… hadi şiirce kal.
Erhan Bozkurt
Diline vakıf ol, halini dinle,
Devrin hitabında erkanıharpler
İnsanda hiç eksik olur mu hile?
Dünya serabında erkanıharpler
Napolyon mağluptur general kışa
Hanibal Alpler’de yürümüş boşa
Attila kimlerle kaldın baş başa?
Teneşir kabında erkanıharpler
Kalem mi, kılıç mı Babür’ün hakkı?
Yad elde zâr oldu Fatih’in aşkı
Kazıklı Voyvoda paslı bir çakı
Kör balta sapında erkanıharpler
Koca Yavuz tabi olur bir Gül’e(SAV)
İskender de düşmüş kupkuru çöle
Sezar gönül vermiş pis bir güzele
Sahra türabında erkanıharpler
Sultan inadına kızınca şûrâ
Yıldırım’a bir ders olur Ankara
Fazla kızma filleriyle Timur’a
Vicdan azabında erkanıharpler
Örnek iki kardeş Çağrı ve Tuğrul
İhlasla kanatlan, itkanla doğrul
Az bulunur Alpaslan gibi oğul
Tarihler çapında erkanıharpler
Osman’ın ufku pak, vizyon çok geniş
Orhan ve Murat’la sürdü yükseliş
Muhteşem bir nizam, şanlı direniş
Çağlar gülabında erkanıharpler
Cengiz’in narsizmi ayyuka çıkmış
Bozkırın albızı dünyayı yıkmış
Zalimi sevmek de bir hastalıkmış
Her ders kitabında erkanıharpler
Ah şu Celaleddin kahramandır da
Hiç mi düşman bulamamış bozkırda ?
Kardeş kanlarıyla kirli çadırda
Hüsran hesabında erkanıharpler
Nureddin Zengi’yle işlendi minber
Selahaddin neden daim mükedder?
Temiz beldelerde Allah u Ekber
Selamet babında erkanıharpler
Ve kudretli aşkım Ebu Süleyman
Tevhid için azledilip şahlanan(?)
Sen gibi bir asker bilmez bu devran
Kul olmuş kapında erkanıharpler
Ekvatorlu Süleyman Halidoğlu
Anne olmayı öğreten şu hayat, anneme ne kadar çok ihtiyacım olduğunu da hatırlatır her fırsatta. Uykusuz gecelerimde, yorgun günlerimde, hastalandığım zamanlarda sıcacık bir çorbadan ziyade anne şefkatine muhtaçlığımı derin derin hissettim. Çorba bedenime fayda sağlayacak olsa da ruhumdaki sızının bir ilacı olmaya yetmiyordu.
Kızının kınasını yakan her anne, gurbete yâr olacak yavrusu için çekeceği hasretin ağırlığından gözünden yaş dinmez. Evlat pek anlamaz bu ayrılığın zorluğunu. Dillere destan halini bilir de ateşinde yanmışlığı yoktur. Oysa annesi yanıp kül olduğundan iyi tanır. Yüreciği evladı yanmasın ister.
Uzak diyarların türküsü çok oluyor. Bu diyarlarda dırahşan çehrelere bir tebessüm umuduyla çıktığım yolda annemin ağladığını hiç görmedim. “Uzak diyarlar zordur, gurbeti çoktur.” demedi. Çıktığım yolda başarılı olmam için cesaretlendirdi. Olur da özlemle kavurulursan, “Eğme başını, gözlerin gökte, elin yüreğinde olsun; gün geceye kavuştuğu gibi gündüz de geceye kavuşmaya mahkûmdur. Her ayrılık zordur ama nasipte yazılı olanın önüne kimseler geçemez.” demişti. Bu kadar güçlü bir inançla bana güç veren kadına diyemedim ki; ya sana özlemden ezilirsem. Dünya yükünün altında ezildiğimde dizinde soluklanmak istersem başımı okşayacak bir el çıkar mı?
Anacığımdan ayrılırken; yorulduğumda, kırıldığımda, özlediğimde dönecek yudum yudum iyileşeceğim diyerek yola çıkmıştım. Alıştığım, bildiğim bayramları yaşayamadığımda gözlerim buğulansa da Eylül gelmeden neşeme kavuşacağımı düşünürdüm. Anacığımın dizinde soluklanmak bana yeterdi. Zira tüm ayrılıklarım öyle olmuştu. Dışarda çok koşup yoruluyor sonra iyileşeceğim yere kavuşuyordum. Anne olunca öğrendim evladın için her şeyden vazgeçebileceğini. Hatta bana iyi gelene de veda etmeyi. “Yavrum yanar yavrusuna ben yanarım yavrusuna” diye bir türkü vardı. Bu yangın bitmez bir döngüye sahip.
Bir Eylül vakti bir yolculuk daha beliriverdi kapıda. Bu yolun son olduğunu biliyorduk. İçimize ağlayarak, bir daha kavuşma vaktimizin çok zor olacağını, belki de hiç olmayacağını kabul ederek ayrılıyorduk. İkimiz de iyi biliyorduk ki çıktığım yolculukta ardımda kalan yollar harap olacak, köprüler yıkılacaktı. Umut cılız ışığıyla can çekişirken “Belki bir gün” tesellisi yaramızı daha da kanatacaktı. Belki uzun yıllar sonra döneceğim, belki de bir daha nasip olmayacak neşeme kavuşmak.
Bu hengamede elimden alınan hayallerim, hiç düşünülmeden ezilen emeklerim için kahırlanmaya vaktim olmadı. Kurumuş yaprak misali dalımdan koparan rüzgar oradan oraya savurdu. Bazen ılık ılık esip kırgınlıklarımı sıvazladı. Bazen sert eserek delip geçti. Bazen öfkemin heybetiyle ona karşılık vermek istedim. Ayağa kalkınca gördüm ki halim harap olmuş. Kurumuş, kırılmış her yerim. Bir damla yaş aktı kırılmışlığıma. İnce bir sızı sardı her yanımı. Sıcacık ana kucağında biraz soluklanabilsem belki geçerdi acısı.
Eylül geldi yine anne. Dırahşan çehrelerdeki tebessüm olamadım. Üstelik gülmeyi unutmuş halde onları perde ardından izliyorum.
Derya Hekim
Her hayalimiz sihirli bir fasulye
Göğsümüzden göğe yükselmiş
Ebemkuşağının sonundaki define
Yedi renkli umut üç kutlu cemre
duvar yıkılsın
kapı açılsın
pencere ışısın
Açılmadı korsanların hazine dolu sandığı
Ahraz bir haydut papağanların inandığı
Altın nesilleri aldı kaçtı bir dağa
Attı bir zindan bir o zindana
Anahtarı nerde bir suya düştü
Bütün ümitlerim pusuya düştü
Kanatlarımızda çelik zincir paslı pıranga
Beton tepelere diktiler bizi
Et ve kemik doldu yamacı düzü
Dallar ve kökler duaya durdu
Yerde toprak yok gökte gökyüzü
Dallar ve kökler duaya durdu
Biz bir ağacız ayakları taşlara tutsak
Güneş mi? Bize gezegenler kadar uzak
Ormanlar kadar gür
lakin değiliz hür
Kök salmış kardelenler saksılar parmaklıklı
Ayakları çimlenmiş huma kuşunun
Bir güneş doğsa belki filizlenecek
Kanatlara gizlenmiş o ürkek çocuk
Şu tavan olmasa yağmurlar da yağsa
Yarın kim bilir çiçek bile açacak
Gölge etmezse bir de şu zehirli sarmaşık
Belli ki toprağını sevememiş kadınlar/ mahzun
Mahzun/ kadınlar
Nasıl sevilsin ki toprağı mahpusun
Çengel çengel dikenler gülleri sarmış
Sarmış gülleri dikenler çengel çengel
Bülbül neylesin ah gülsüz vatanı
Ha altın kafes ha kadersiz coğrafya
Gülsüzlük de mahpusluktur görünmez duvarı
Bedenler sürüklenir buradan oraya
Kalp sevdiğinde tutsak değil midir?
O zaman sürgünde kim hür olabilir?
Ümidi kesmedi İsmail’in boynundaki bıçak
Topraksız, gül de tohum da yeşerir
Atılan tohum da değil ya tohumsuz
Vardır elbet içinde azimli bir çekirdek
Biz alevde açan gülleri de bilirdik
Bizim de odunumuzu taşıdı katırlar
İbrahimî gönlümüz o günleri hatırlar
Düşler
hayaller
ümitler
Dost zihnimizde semirdi
Hançer dişli hasretler
dost ruhumuzu kemirdi
Hayal hayal gezdik de kurtulduk bağımızdan
Avuç avuç kül savurduk dumanlı dağımızdan
Bir tufan, bir fırtına …
yine elleri boş kaldık
Zulamızdaki zoraki gülüştü yele verdiğimiz
Çıkıp gidemedik dost
Kolları açık döş kaldık
Bahara eremedik
Hazan kaldık kış kaldık
Göğsümüzde kara saplı vesvese usul usul
Delerken kalbimizi süveydasından kanlı pusu
Umudumuz, umudumuz Sen’sin dost
Bizse Seni anlatmamaktan yorulduk
Derdi sen olmayan bizi ne anlasın
Sen dedik ağladık
Sen dedik güldük
Bıraktık göğsümüzden ruhlarımızı özgür
Ruha da kelepçe vuramazlardı ya
Ancak Sen’de esirdik ancak seninle de hür
Sana tutunduk dost Sen’de kurtulduk
Kuytu köşelerde ağladığımızı bilme sen
Ya da
Hayır hayır bilme sen
Saklanmışız çoktandır gülen bir yüz ardına
Düşürme maskesini
neşeli sözcüklerin
Ardındaki kederi
görme gülücüklerin
Saklanmışız çoktandır gülen bir yüz ardına
Sahi nasıl güler ki insan yüreğiyle birlikte
İçinde ülke ülke kent kent dert biriktirip de
Köşesiz gökyüzünden,
bahardan
yazdan
kıştan
Utanır mı insan mutlu mesut bir çift bakıştan
Onca hüzünlü anneyi görüp sevdiğinin yüzünde
Utandık işte dost çocuklarımızın ışıltılı gözünde
Kaç yaralı yürek gördük
Kaç anasız babasız çocuk
ah bilsen
Ya da hayır hayır bilme sen
Üzülmesin Yusufçuk gönüllerin Yakup’u
Bunca dert bunca keder sana yeterken
Mutluluk hep çoğuldu bize öğretilen cümlede
Dönüşlü bir gülüşe katılırdık işteş ve neşeli
Ah o mesut fotoğraflar şimdi nerede?
Dönüş yolunu mu yitirdi beklenen günler
Dönemedik bir daha geceden sabaha
Evin yolunu da yitirdik her yer karanlık
Ah o mesut fotoğraflar şimdi nerede
Yusuf Kar
Hangi akşamın kızıllığı bu sinen gözlerine
Yüzünde gümüşten çizgiler,
Yağmur uğramış semtine ardında toprak kokusu
“Şimdi uzaklardasın….”
Radyoda çalan şarkıdan
Uzaklığını yakın etme telaşı yemeğin buğusunda
Elinin tersiyle yüzünden yağmurun izlerini silmenin yarışı
Biraz mahcubiyet biraz durduramama korkusu
Özlemler yanaklarından süzülürken
“Gönül hicranla dolu..”
Aylardan Eylül
Sonbahar yakışmış ruhuna
Çıkarmaz olmuşsun üstünden
Gidenler, yitenler, bitenler…
Geriye döndüğünde aynı kalmayacaklar
“Hiç ayrılamam derken
Kavuşmak hayal oldu…”
Hayal olanların sancısı çöktü yüreğine
Çorbanın kokusunda
Biraz memleket, biraz anne
Bir kıyıdan son kez dönüp baktığın
Biraz acı biraz kırgınlık…
Seni de mi yalnız bıraktılar? Sen de mi gözlerinde hüzünle ufka bakıp beklemelere daldın? Belki hiç gelmeyecek o gemi veya hiç yokmuş, hiç yaşanmamış, hiç değeri yokmuş gibi olacak anılar. Dile gelsen neler anlatacaksın da işte dökülemiyor bazen kelimeler.
Oysa ki sen, sevgi dolu çiftlerin en güzel anlarına şahitlik etmiştin. Bazen utangaç, bazen coşkulu,bazen hiddetli, bazen üzgün sevdalıları ağırlardın kendi dünyanda. Coşkulu yürekler isimlerinin baş harflerini kazımışlardı seni kanattıklarını bilmeden. Zaman zaman gözyaşları damlardı sinene de içine içine çekerek yok ederdin onları.. Kimi zaman sert yumrukları eritirdin de göğsünde, yine de sesin çıkmazdı bilirim. Ama işte insanlar nankördür ya, seni de unutup gittiler değil mi? Senin de en güzel zamanların geçmişte kaldı. Mazi senin de içinde eski bir yara artık.
O buluşmalar artık kalabalık AVMlerde, restoran masalarında, sinema salonlarının loş ışığında, yol üstü bir kafenin sokağa bakan minik sandalyelerinde, en önemlisi de meraklı binlerce gözün tam da ortasında gerçekleşiyor.
Halbuki senin havan çok başkaydı. Mevsimine göre değişen manzaralar ile göz ziyafeti yaşatır, hızlı hızlı çarpan yüreklere oksijen hizmeti sunardın. Çimlerin üzerine serilen bir örtü üzerinde yapılan küçük bir piknik, fokur fokur kaynayan semaver eşliğinde içilen çaylar, bazen de göğü seyretmek için uzanan bedenlere yayılan mutluluklar, kaçan toplar, şen kahkahalar ve cıvıltılar seni mutlu etmeye yeter ve artardı bile. Ayrılık zamanı ağırladığın mısafirlerinin “ Çok güzel bir gün oldu, yine gelelim” dediklerini duyar ve bir sonraki buluşma için gün sayardın.
Seni rahatlatır mı bilmiyorum sevgili bank ama biz insanların hayatı da artık böyle. Gittikçe kopan aile bağları, arkadaşlık ilişkileri, gam yüklü dünya hayatının getirdiği türlü türlü zorluklar bizi de içimize kapattı. Senin gibi derdimizi dinleyen de yok artık. Kalem yazacak olsa daha çok şey var elbette ama ne seni ne kendimi ne de okuyucuları daha fazla üzmek istemem.
Her şeye rağmen ümidimizi, neşemizi korumaya ne dersin? Biz bırakmayalım birbirimizi e mi? Ben ara sıra sana uğrar, göl manzarası izlerim, sonra da gün batımında ufka bakarak derin düşüncelere dalarız beraber.
Fotoğraf çekmeden olmaz tabii.
Bekle beni boş bank. Bekle ki birbirimizde eritelim tüm yalnızlığımızı…
Aslı Nihan
Serazat bir tohumdum esen yelde
Savurdu beni, kondum saçındaki nişan teline
Derken düştüm, kirpiğinin en ok yerine
Yüklendim gözünün nemini, doldum alabildiğine..
.
Kirpiğin bıraktı emanetini, damladım gönlüne
Saçtım içimdeki zerreleri her zerresine
Üşenmedim, kök saldım bu mümbit zemine
Toprağı da çatlattım sonunda, döndüm rüşeyme..
.
Boy verdim, durdum binbir renk çiçekli gülşene
Sen kokladın, ben yorulmadan açtım hale hale
Göz kamaştırdım, namım duyuldu dilden dile
Seyre geldi el alem, mihmân mihmân üstüne
.
Sonra şefkatin bahçıvan edasıyla geldi birden bire
Ayıkladı ayrıklardan, esirgemedi emeğini üzerime
Ona güldükçe güldüm döndüm renk şölenine
O suladı, ben açtım, okşadıkça oldum kendini bilmez, bigâne
.
Aslı güzelimdi, eşsiz güzelimdi can evimde
Kerem olmak varmış dedim kaderimde
Şekvayı yasak bildim bütünüyle kendime
Kalbimi sırladım, her geçen gün büyüyen aksiyle.
.
Arada düşürmedi değil beni ümitsizlik, çemberine
Kara geceler çöktü bazen siyah bir pelerin gibi üzerime
Mevlevi gibi döndüm, Hakk’a dayandım, yük etmedim bedenime
Tevekkül bineğim oldu, çıkardı beni selamete
.
Karşılık buldum mu dersin sevda kadehime
Bilmem, karşılık dile dökülmekle mi sadece
Güzel sevmek, güzeli sevmek zaten harikulade
Karşılık dediğin emekle özdeş bir çaba herhalde
.
Sevgi tohumuydum ben yolun evvelinde
Zaman döndürdü, meftun etti beni bir güzele
Yandım aşk oduna, yandım, yandım da oldum divane
Sevdamı kınayanlara ise tek sözüm; dönsünler lal-ü ebkeme