Çocukken zaman geçmeyecek gibi gelirdi. Hiç büyümeyecek gibi hissederdim. Babamın gölgesinde, annemin kucağında sonsuza kadar kalacağım sanırdım. Büyümeyi de isteyen bir çocuk değildim aslında. Büyümek yerine yaramazlık yapmak, sağda solda koşuşturmak, yasak denilen her şeyi yapmak daha keyifli gelirdi. Çocukken bu yaptıklarımın dünyadaki en büyük maceralar olduğunu sanırdım. Bana göre büyükler eğlenceden hiç anlamıyorlardı. Her şey düzenli olursa eğlence nasıl olabilirdi ki zaten? Etrafı dağıtmak annem varken pek keyifli olurdu. Fakat annemin olmadığını bildiğim ortamlarda kanadı kırık kuş gibi kalırdım bir köşede. Annemi arardı gözlerim. Her sese kulak kabartırdım. Annemin sesini bir kere duysam kabuğuna sığamayan çocuk olurdum yine. Her konu hakkında fikri olan gevezelikte sınır tanımayan haşere çocuk olmaya hazırdım. Ben annemden kısa süreliğine ayrı kaldığımda böyle mahzun olurken şimdilerde dünyanın dört yanında eksik kalmış evlatlar burnumun direğini sızlatıyorlar. Nerede annesini bekleyen bir çocuğun varlığını öğrensem aklıma hemen kendi mahzunluğum gelir. Ben çocukken o kadarına dayanamazken kanadı kırdık yavrularımız nasıl dayanacak diye düşünemeden edemiyorum. Kalbimde bir sızı oldu annesiz kalan yavrularım. Aile bütünlüğü zalimin eliyle dağıtılmış yavrulara nasıl anlatılır ki kimsesizliğe karşı sabretmek gerektiği. İşte büyük olmak böyle berbat bir durum. Ağlayan yavru karşısında çaresiz kalınıyor. Bir de evladını sayıklayan anneler var. O biçareye de insan ne diyeceğini bilemiyor. Kelimeler yetersiz kalıyor. Bu devir öyle bir devir ki annesiz evlada, evlatsız annelere şahitlik etti. Vicdanı olan her ferdin burnunun direğini sızlattı bu hasretlikler. Her hikâye başka türlü hasretliği anlatıyor. Bir annenin evladına olan hasreti mi yakar içinizi, yoksa bir evladın anneye olan özlemi mi yakar sizi? Buna cevap vermek pek mümkün görünmüyor. Annesiz bir çocuk karşısında hissedilen çaresizlik kadar yakar, evladının kokusunu duymayı dileyen anneye şahit olmak.
Şimdi ülkemde garip kalmış anneler, evlatlar var. Onların gönülleri kırık ve mahzun. Kimi annenin evladı yola revan olmuş, yol gözler belki bir gün diye. Dünya lezzetlerini de evlatlarının arasında pay etmiş de onların gidişiyle dünya lezzetini kaybetmiş gibi bir köşeye çekilir. Çekildiği köşeden izler hayalen evladının evde koşuşturmasını. Bazen çocukluğunu hayal eder bazen gençliğini. Oyuncakları ile kurduğu oyunları hatrına getirir. Yer yer oyundan kalkıp gelip boynuna sarılışını hatırlar. Ah anılar ne kadar değerlisiniz bir bilseniz. Dilsiz, kemiksiz, sûretsiz bir şekilde her an her yerden çıkıverirsiniz. Ne zaman ne ile ortaya çıkacağınız bilinmediğinden gafil avlarsınız hep bir çare yüreği. Bir de annesinden ayrı kalmış evlatlar var. Onların hali de pek farklı değildir. Çok özlenir anne. Sesini duymak bile çok defa iyi gelir.
Küçük bir çocukken düştüğümüzde yanı başımızda bulduğumuz gibi hayatta karşılaştığımız zorluklar karşısında yine annemizin şefkatini yanı başımızda bulabilseydik ne güzel olurdu. Anne eli değmiş yemeklerini ne çok özleriz her yaşımızda. Koca koca insanlar oluruz da annemizin eli değmiş bir çorbaya dünya lezzetlerini değişmeyiz. Anne kokusu duymak ne büyük nimet. Özleyince şöyle derin bir nefes alıp belki rüzgâr getir diye umut etmesi bile ne güzel hayal.
Anne olmak da anneye evlat olmak da bir kadın için dünya hayatında verilmiş büyük nimetlerden biri. Hem anneye hürmet ile cennete giden yollar açılıyor hem de anne olarak cennet ayaklarının altına seriliyor. Bu devrin anneleri cenk meydanlarının yiğitlerine denk oldu. Yiğit annelerin ciğerparelerine baksanız onlarda bu devrin birer aslanı oldu sanki. Çocukluk nedir nasıl geçer, nazlanmak nedir bilemeden aniden büyüdü yüreği yanık annelerin ciğerpareleri. Buruk geçen bir günde dileğim odur ki evlatsız anne, annesiz evlat kalmasın.
Derya Hekim