Anne Olmanın Başka Rengi / Derya Hekim

Çocukken zaman geçmeyecek gibi gelirdi. Hiç büyümeyecek gibi hissederdim. Babamın gölgesinde, annemin kucağında sonsuza kadar kalacağım sanırdım. Büyümeyi de isteyen bir çocuk değildim aslında. Büyümek yerine yaramazlık yapmak, sağda solda koşuşturmak, yasak denilen her şeyi yapmak daha keyifli gelirdi. Çocukken bu yaptıklarımın dünyadaki en büyük maceralar olduğunu sanırdım. Bana göre büyükler eğlenceden hiç anlamıyorlardı. Her şey düzenli olursa eğlence nasıl olabilirdi ki zaten? Etrafı dağıtmak annem varken pek keyifli olurdu. Fakat annemin olmadığını bildiğim ortamlarda kanadı kırık kuş gibi kalırdım bir köşede. Annemi arardı gözlerim. Her sese kulak kabartırdım. Annemin sesini bir kere duysam kabuğuna sığamayan çocuk olurdum yine.  Her konu hakkında fikri olan gevezelikte sınır tanımayan haşere çocuk olmaya hazırdım.  Ben annemden kısa süreliğine ayrı kaldığımda böyle mahzun olurken şimdilerde dünyanın dört yanında eksik kalmış evlatlar burnumun direğini sızlatıyorlar. Nerede annesini bekleyen bir çocuğun varlığını öğrensem aklıma hemen kendi mahzunluğum gelir. Ben çocukken o kadarına dayanamazken kanadı kırdık yavrularımız nasıl dayanacak diye düşünemeden edemiyorum. Kalbimde bir sızı oldu annesiz kalan yavrularım. Aile bütünlüğü zalimin eliyle dağıtılmış yavrulara nasıl anlatılır ki kimsesizliğe karşı sabretmek gerektiği. İşte büyük olmak böyle berbat bir durum. Ağlayan yavru karşısında çaresiz kalınıyor. Bir de evladını sayıklayan anneler var. O biçareye de insan ne diyeceğini bilemiyor. Kelimeler yetersiz kalıyor. Bu devir öyle bir devir ki annesiz evlada,  evlatsız annelere şahitlik etti.  Vicdanı olan her ferdin burnunun direğini sızlattı bu hasretlikler. Her hikâye başka türlü hasretliği anlatıyor.  Bir annenin evladına olan hasreti mi yakar içinizi, yoksa bir evladın anneye olan özlemi mi yakar sizi? Buna cevap vermek pek mümkün görünmüyor.  Annesiz bir çocuk karşısında hissedilen çaresizlik kadar yakar, evladının kokusunu duymayı dileyen anneye şahit olmak.

Şimdi ülkemde garip kalmış anneler, evlatlar var. Onların gönülleri kırık ve mahzun. Kimi annenin evladı yola revan olmuş, yol gözler belki bir gün diye.  Dünya lezzetlerini de evlatlarının arasında pay etmiş de onların gidişiyle dünya lezzetini kaybetmiş gibi bir köşeye çekilir.  Çekildiği köşeden izler hayalen evladının evde koşuşturmasını. Bazen çocukluğunu hayal eder bazen gençliğini.  Oyuncakları ile kurduğu oyunları hatrına getirir. Yer yer oyundan kalkıp gelip boynuna sarılışını hatırlar. Ah anılar ne kadar değerlisiniz bir bilseniz. Dilsiz, kemiksiz, sûretsiz bir şekilde her an her yerden çıkıverirsiniz. Ne zaman ne ile ortaya çıkacağınız bilinmediğinden gafil avlarsınız hep bir çare yüreği. Bir de annesinden ayrı kalmış evlatlar var. Onların hali de pek farklı değildir. Çok özlenir anne. Sesini duymak bile çok defa iyi gelir.

Küçük bir çocukken düştüğümüzde yanı başımızda bulduğumuz gibi hayatta karşılaştığımız zorluklar karşısında yine annemizin şefkatini yanı başımızda bulabilseydik ne güzel olurdu.  Anne eli değmiş yemeklerini ne çok özleriz her yaşımızda. Koca koca insanlar oluruz da annemizin eli değmiş bir çorbaya dünya lezzetlerini değişmeyiz.  Anne kokusu duymak ne büyük nimet. Özleyince şöyle derin bir nefes alıp belki rüzgâr getir diye umut etmesi bile ne güzel hayal.

Anne olmak da anneye evlat olmak da bir kadın için dünya hayatında verilmiş büyük nimetlerden biri. Hem anneye hürmet ile cennete giden yollar açılıyor hem de anne olarak cennet ayaklarının altına seriliyor. Bu devrin anneleri cenk meydanlarının yiğitlerine denk oldu. Yiğit annelerin ciğerparelerine baksanız onlarda bu devrin birer aslanı oldu sanki.  Çocukluk nedir nasıl geçer, nazlanmak nedir bilemeden aniden büyüdü yüreği yanık annelerin ciğerpareleri. Buruk geçen bir günde dileğim odur ki evlatsız anne, annesiz evlat kalmasın.

Derya Hekim

Anne Tozu Teorisi / Erime Fasılları / Farzımuhal

direnen annelere hürmetle

5
4
3
2
1

-Hastayı uyuttuk efendim

1.fasıl

Hayırlı sabahlar anne
Klimanjero kimsesizliğiyle merhaba
Kimliksiz olan sen değilsin
Ruhuna duvar gibi çöken tutsaklık değil
Anne uzaklardasın
Bir orman sesizliğiyle su/suyorum sana

2.fasıl

Günışığı mahrum aydınlığından
Mahzenler şua tortularıyla tıka basa
“Anne”diye bağırıyor bir çocuk
“Yavrum “diye bağırMIyor duvarlar
Anne sütü toprağa karışıyor
Çocuk büyümeyi
“Anne” direnmeyi öğreniyor

3.fasıl

Bugün asuman yıldız
Parmaklıklar arkasında üç günlük bebek,
gökyüzünü özlemeyi tadıyor ilkin
duygusal kopuşu sonra, gökkuşağından
Her kapı gıcırdaması müjde
Her kapı gıcırdaması keder
Annesinin koynunda üç günlük bebek
Mahpusta çocuk olmak
Açmadan solmak demek

4.fasıl

Fesleğen mi saklıyorsun dolabında “anne”
Ben menekşe yeğlerim
Ko/r/kusuz menekşe
Baldıranı bal sunanlar çarşısında gezmemelisin
Ajansları dinlememelisin mesela
patik örmelisin ,soğukta titreyen ayaklara
Sokaklarda çocuklar ve kırlangıçlar oldukça

5.fasıl

anneler günüymüş
anladın sanırım bilmezden gelmemin nedenini
kutlasaydım kızardın değil mi “anne”
süveydalar pusularken damenini

6.fasıl

susmak haykırmak ikilemi…
…..
…..
…..

-Hastayı uyandırabilirsiniz
-Uyanmıyor efendim

-ANNESİNİ ARAYIN

Farzımuhal

Anneler Günü ve Annem / Emin O. Uygur

En son 13 Temmuz 2016 Çarşamba günü ayrıldım annemden ve annemin iki yarısı ablalarımdan. Eylül’de işten atılınca biz de çıktık hicretten diyarlara. İlk zamanlar görüşemedik annemle. Annem cep telefonu kullanamıyordu. Ev telefonunu da ben arayamıyordum o günlerde. Ablalarımı arayıp durumumuz hakkında bilgi veriyordum kısa kısa. Bazen de ablamın biri annemin yanında olunca beni arıyordu ve annemle o zaman konuşabiliyordum.

Sonraları sabit telefonları arayabileceğim bir hat buldum ve artık annemle rahat rahat konuşabiliyordum. Annem bizim durumu öğrendikten sonra biraz üzüldü. Üzüldü ama üzüntüsünü kontrol etti ve bizi teselli etmeye çalıştı. Çok zor durumda olduğumuzu anlamıştı. İşten atılmıştık ve suçlu ilan edilmiştik. Allah büyük, bir güne geçmez. Her şey O’nun elinde. Siz kendinize iyi bakın. Sağlık önemli. Buradan bir isteğiniz var mı? Gelen giden olursa gönderelim. Annemle konuşmak bana ciddi bir terapi oluyordu. Yalnızlığın iyice sıktığı dünyamızda bir tatlı ses duymak, bir sıcak nefes hisstemek, bir tesselli pınarından içmek gibisi yoktu.

Doksan yaşına basmış asırlık annem, yedi çocuk büyütmüş, dirayetli, kararlı ve azimli bir insan. Hayatın uçlarında pek çok olay yaşamış. Konuşmaları hikmettir bu yüzden. İçindeki iman sözlerine yansır daima. Sen Allah’la ol. Gerisi boş. İnsanlar tuğgunlaştı. Bilmiyorum sizin oralar da öyle mi? Ama burada insanlarda ut, haya kalmadı. Kimse kimseyi görmüyor. Herkes bir damın başında. Bu nasıl iş? Kıyamet alameti. Peygamerimiz böyle mi emretti bize? Siz daha iyi bilirsiniz ama ben de böyle görüyorum.

İlk zamanlar geri gelseniz biraz yatar çıkarsın, zaten suçun yok, sonra burada bir şeyler yaparsın diyordu. Ben bunun mümkün olmadığını söylüyordum ama o benim suçsuzluğum üzerinden bunu dillendirmeye devam etti bir süre. Belli ki kafasındaki eski devlet ve adalet imajı devam ediyordu.  Annemin bizim döneceğimize dair beklentisi bitmemişti. Bir buçuk yıl sonra herşey normale dönmüş gibi bize ne zaman döneceğimizi sormaya başladı. Şimdi siz gelemez misini buraya? Ben gelemeyiz deyince, o zaman oğlumu (torunu) gönderin, o gelsin, ona bir şey olmaz, benim yanımda kalır, onu burada okuturuz, abisi de (emmioğlu) burada diye ısrarlarını devam ettirdi. Onun da mümkün olmadığını anlayınca bu sefer kızlarım (torunları) da mı gelemez, demeye başladı. Belli ki bizimle konuşurken bizim moralimiz bozulmasın diye kendini bırakmıyordu. Normalde bir anne bu konuşmalar esnasında dökülür giderdi.

Annem ilk iki yıl görüntülü konuşmak istemedi bizimle. Bizi görünce duygularına hakim olamamaktan korkuyordu. Dahası moralinin çok bozulup hasta olmaktan korkuyordu. Bir iki defa görüntülü arama oldu ama annem telefona çok bakmadan konuştu. O sıralar ev telefonu arıza yapınca biz de mecburen cep telefonları ile konuşmaya başladık. Böyle olunca annem yavaş yavaş alıştı görüntülü konuşmaya. Ara ara yine gözyaşlarını tutamıyordu ama yine de kesmiyordu konuşmayı. Ben okuduğumuz hatimleri kendisine hediye edince çok seviniyor, içindeki iman coşkunluğı, nesep duygusallığını bastırıyordu.

Annem her telefon konuşmamızda bizi teleselli etmeye çalışırken iç dünyasında neler yaşıyordu kim bilir? Telefonu kapattıktan sonra ne kadar göz yaşı döküyordu kim bilir? Neyse ki kardeşim ve ablalarım annemi yalnız bırakmıyorlardı. Annem misafiri ve çocukları çok sevdiği için eve gelen giden de eksik olmuyordu. Bazı aramalarımda ya evde birileri olurdu ya da evden birileri yeni gitmiş olurdu. Annem bu durumu da bizim lehimize kullanmaya gayret ederdi. Siz beni düşünmeyin. Biz elimizde köyümüzdeyiz. Gelen giden çok Allah’a şükür. Ablalar gelip gidiyor. Hızır her sabah uğramadan rahat etmez. Ben yalnız değilim çok şükür. Hasta olsam hemen koşarlar. Bir ihtiyaç olsa hemen gönderirler, getirirler. Siz kendinize dikkat edin. Oralarda hasta masta olmayın.

Tabi ki bu konuşmaların başında selamdan sonra ilk söz hanfendinin sağlığı olur. Kızım(gelini) nasıl, iyi mi? Ayakta mı? Aman dikkat edin. O düşerse siz yoksunuz. Oğlum nasıl, kızlarım nasıl? Bu fasıllar bittikten ve herkesin iyilik, sağlık haberlerini aldıktan sonra sıra bana gelir. Senin rahatın da iyi mi oğlum? Ben konuşmalar arasında anneme, sen gel, buraya. Biraz da bizde kalırsın, demeyi ihmal etmiyordum. Ancak annem yaşı gereği yola çıkamayacağını düşünüyor ve her defasında bu sözlerimi bir şekilde geçiştiriyordu. 

Şimdi aradan beş yıl geçti neredeyse. Annem ayakta ve ümidini hiç kaybetmemiş. Senin hiç gidesin yok herhalde diye espiri yapanlara, nereye gidecekmişim, çocuklarımla torunlarımla yaşıyorum işte, diye karşılık veriyormuş. Bir de bizimle yeniden görüşeeceği ümidi ile ayakta sanırım. Eskiden beri çok yemek yemez zaten. Şimdilerde de sadece ayakta kalacak kadar yiyor. Doğal olmayan hiç bir şeyi koymaz ağzına. Rabbim hayırlı sağlıklı ömürler versin. Bilmem bir daha görüşmek, ellerinden öpmek, işlerini görmek nasip olur mu?  

eminosmanuygur

Anne Tozu / Farzımuhal

1-
Maviyken verandası yangın yerimin
Kanatlanır kuytusundan tozlu bir Simurg
Kırkikindi yağmurları ıslaklığıyla
Nemli türkülere hasret sığışmaz
Artı kırkbeşinde sıcağın
Ertelenmiş yalnızlıklarım nasıl üşürse
Kaynar beyin zarı ilk gençliğimin
Pavlodarın zemherisinde
Beni şiirlerle anımsa anne

2-
Tev’em sancıların al kucağında
Beyazı saklayan ebemkuşağı
Yasaklı gâmlar malikhanesidir yüzün
Uzat ellerini öpeyim uzaklardan
Pusatsız cenklerin tâkları sayısınca

Ilgın eser rüzgar ,
sen kokar mavi
Çocukluğum , toyluğum ve itiyatlarım
Algılarımın kristal evi
Yani senin billur dudakların
Dokunsa alnıma bayram sabahı

Adına yazılmış her şiir yarım
Üzülme
Ne ağlıyorum , ne de bizarım
Sen as selamlarını Sema yıldızlarına
Duymasam da susarım…
Dedim ya
Sensiz bu şiir yarım..

dualarında mıyım
dudaklarında mıyım
Farzımuhal

Güzel Annem/Ceren Sıla

Güzel annem,

Bu, sana yazdığım altıncı mektubum. İlkini Bursa’dan yazmıştım. Üniversite için gittiğim şehirde gurbetin içime çöktüğü bir akşamdan. Sen okuyamadığın için benim mutlaka okumamı isteyişinden, diplomamı çerçeveletip  duvara asma hayallerinden bahsetmiştim.

Sonra başka bir mektubumu Yalova’dan yazdım. Başkalarının çocukları için ağlamanın lezzetinden bahsetmiştim sana. Eylül sevdamdan… Ben o çocukları çok sevmiştim anne.

Peki şimdi niye mi yazıyorum? Geçenlerde yakın bir arkadaşımın çocuğunun vefat haberini aldık. Bir annenin yürek yangınına bizzat şahit oldum. Daha önceleri yaşım mı küçüktü de dünyadaki acılardan bihaberdim ya da acıyı mı hiç tatmamıştım bilmiyorum. Ya da insan büyüdükçe mi büyüyordu acılar da? Annenin yangınını gördüm dedim ya, o yangının en fazla diken batışı kadar acıtabileceğini de gördüm. Ben şimdi anladım  Hz. İbrahim’i yakmayan ateşi. İşte bu yüzden yazıyorum sana.

Hatırlıyor musun tatillerde yanına geldiğimde elimden bırakmadığım kitaplarım vardı. Sen ara ara sitem ederdin ‘’Burada bari onları bırak.’’ diye. Ben de uzun uzun anlatırdım sana. En sevdiğim yanlarının derdi söyleyip derman anahtarının da en azından yerini göstermeleri olduğunu. Mesela namaz kılmak mı konu? Sadece kılın demezdi o kitaplar: En az 3 – 5 kitap okuyun derdi. Kendini 65 yıl namaz kılmaya zorlayan büyük zatlardan bahsederdi. Böylece neyi nasıl yapabileceğimi de öğrenirdim. Şimdi sana bir annenin yürek yangını nasıl sönebilir onu anlatacağım. Dünya hali olur ya bir gün benden ‘’son haber’’i alırsın. Son kez koklayamadığına, dokunamadığına, son kez öpemediğine yanarsın. Yanında da olamam ki ‘’ annem üzülme ‘’ diyebileyim. Lütfen bana kızma nasıl dile getirdin bunları diye tamam mı? Kendi evladımın başıma gelmesini hayal edemedim. Belli ki daha çok yolum var. Ama seni her şeye hazırlamak istedim. İmkanım varken, yapabiliyorken.

Güzel annem, evladının yangınını nasıl söndürüyordu o anne biliyor musun? Evladının yaşadığı hayata şahitlik ederek. ‘’Allah yolundaydı benim kuzum’’ diyerek. Şimdi sen de şahit ol. Senin evladın yanlış hiçbir şey yapmadı anne. Derdi Allah’ın rızası istikametinde bir hayat sürmekti. O yüzden gelemedi tatillerde yanına. Bazen bayram günleri bile yollarda bıraktı gözlerini. ‘’Anne şu an öğrencilerimleyim, seni sonra arayayım mı?’’ dedi ama günlerce arayamadı. İçin çok rahat olsun, evladın bile bile birinin hakkına girdiyse, birinin hakkını veremediyse o sadece sensin. Hakkını helal et olur mu? Senin evladın bir şeyleri eksik yaptı belki ama doğru yoldan hiç şaşmadı. Vicdanı rahat uyudu hep. Şimdi de vicdan rahatlığıyla kapattı gözlerini. İlla birileri için ağlayacak, üzüleceksen, zerre kadar vicdanı kalıp da irade gösteremeyenler için ağla anne. ‘’Onlar masumdu.’’ diyemeyenler için. ‘’Bize onlardan hiçbir zarar dokunmadı.’’ diyemeyenler için. Çünkü ben kardeşlerime ağlamayı bırakalı çok oldu. İnsan gurur duyduklarına ağlar mı? Birilerine ağlıyorsam, haline acıdıklarıma ağlıyorum. Bizim acınacak halimiz yok şükürler olsun. Sen de istemez misin anne?

“Dünya onların ahiret bizim olsun.’’

Ceren Sıla

Sessiz Resimlerdeki Anneme*/ Dr. Murad Karasoy

Gecem gündüzüm sen oldun. İlk heceyi senden duydum anne! İlk duyguyu senle tattım,

İlk salıncağımı kollarına kurdun. Beşiğim oldu buket buket çiçek kokan kınalı ellerin. Dualarında duydum ilkin adımı. Kendimi buldum dualarında. Yüreğindeki sıcaklıkla ısıttın soğuk günlerde minicik vücudumu. Şefkatin bir kanattı üzerimde gözyaşlarından mamul. Dinmek bilmez ağıtlarım senin sahilinde durgunlaşıyordu. Uykusuz gecelerinin sönmez çerağı, mutlu günlerinin tılsımlı bağı oldum anne!

Dünyaya karşı müstehzi bir eda vardı bir an olsun tebessüm eksik olmayan dudaklarında. Sevgi devşirirdim hep dudaklarından yanaklarıma. Durgun bakışlarında şehralaşan bir çift rahmet pınarıydı gözlerin. Hayatın boğucu sululuklarından gözlerindeki yeşilliklere atardım ölgün vücudumu. Gözlerin ellerine inat gittikçe gençleşir buudlaşırdı zaman içinde. Ben yanındayken coşkun akan bir nehir gibiydi zaman: doyulmaz renkler gördüm ufkunda, tadılmaz lezzetler tattım yanındayken. Şimdi ise en çok benden habersiz beni anlattığın o masal kahramanlarını düşünüyor –kar yağarken dışarıda geçen seneki gibi- sıcak kucağına koşmak istiyor yine canım.

İlk hecem sen oldun anne. Şu ağır mana yüklü kelimelerin yanında, adın ne kadar hafif, yadın ne kadar sıcak geliyor şimdi bana. Affım için bir vesile oldu hep adın, kalbimde yerini tutamaz inan hiçbir kadın.

Şehir parklarında çok mutlu iki insan vardı, metrolarda iki insan: sen ve ben. Yanındayken kalbim hızlı hızlı çarpar, duygularım kabarırdı deniz gibi. En çok da rüzgardan açılan tülbentini düzeltmeyi severdim ellerimle. Senin yokluğuna ağlarken üşüyordum anne, üşürken de ağlıyordum yokluğuna. En güzel kelimeler düğümleniyor boğazımda, en güzel bulutlar çekiliyor ufkumdan. Zaman sıcak kucağından sürgün etmişti beni. Şimdi ben resimlerdeki sessizliğine ağlıyorum anne. Kelimelerde can çekişen duygularıma ağlıyorum. Saçlarının ıslaklığını hissedemeyeceğim, ellerini öpemeyeceğim anne! Biliyorum ki artık tek mevsim yaşayacak, hep hüzün şiirleri dinleyeceğim.

İnan, resimlerdeki sessizliğin beni çıldırtıyor anne. Ne olur konuş, konuşsan ne olur sanki? Duygularından, gözyaşlarından başka sermayesi olmayan bu yürek parçana sıcak bir ‘yavrum’ sözünü çok görme anne.

*Bu yazı anneme, kendisi biyolojik olarak anne olmadığı halde bütün mazlum ve mağdurlara annelik yapmaya çalışan Natali Avazyan’a ve bu süreçte vefat eden, yol gözleyen, çile çeken, sürgünde yaşayan, koğuşunu bebeği ile paylaşan annelere ithaf edilmiştir.

Bunun Neresi Güzel Anne / Gökhan Bozkuş

İki yıl kadar ayrı yaşamak zorunda kalmıştık çocuklarla. Eşim Tiflis’te yaşarken bir akşamüstü aradı beni. Ağlıyordu. Biraz kendine gel sonra ara istersen dedim yok iyiyim dedi ve başladı anlatmaya. Ağlamayan , acıları içinde yaşayan bir mizacı vardır. Duygusallık benim işim oysa. Biraz sabırsızlık biraz da bu muhkem barajın patlamasına sebep olan olaya olan merakla sormaya başladım. Ne oldu , anlatacak mısın? Ağlamaya devam etti ve bir saat kadar sonra anlattı. Oğlum cam kenarında dışarıya bakıyormuş.  Bir ara : Anne , biliyor musun ben büyüyorum. Demiş.  Eşim ona :  Ne kadar güzel oğlum büyüyorsun işte ne güzel… Deyince birden yaşının çok üzerinde bir tepki ve ses tonu ile ‘ Bunun neresi güzel anne. Oyun oynayamadan,  okula gitmeden büyüyorum ‘ Demiş. Bu hadise o kadar sarsmış ki eşimi anlatırken ağlıyor ve titriyordu sesi. 

Şimdi bu girişten sonra Ayda bebeğin 91 saat sonra enkaz altında kurtulmasına sevinen,  mutluluktan uçan kalbi güzel vicdanı temiz insanlara seslenmek istiyorum. Hepimiz sevindik,  hepimiz mutlu olduk Ayda bebeğin o tebessümüne. Gözlerimiz yaşardı,  kalbimiz kuş misali kıpır kıpır oynadı belki yerinden. Ona sevindik güldük,  annesine üzüldük ağladık. Biz insanız çünkü. Ama diyorum diğer taraftan da. Ama , ama , ama. Art arda bir tren oluyor amalar. Kapkara bir tren uzuyor, gidiyor zihnimde. Bebekken cezaevine konanları düşünüyorum,  soğuk koğuşlarda emekleyen dizleri yırtılan Asım Sencerleri,  Hamzaları düşünüyorum. Mini mini parmakları ile dört duvar arasında güneş ve yeşilliğe dair masalları dinleyenleri düşünüyorum. İsmi bile konmadan anne karnında vefat eden isimsiz melekleri , Furkan Dizdar’ı,  Ferudun Maden’i , Selman Çalışkan’ı ,Ahmet Burhan Ataç’ı,  Akçabay ailesinin meleklerini, cesedi henüz bulunamayan Esad’ı , Babama gidiyorum diyerek cezaevine ziyarete süslenerek giden ama araba çarptığı için vefat eden Betül’ümü düşünüyorum. İsmini tek tek yazamadığım o melekleri… Şimdi yazarken bunları titriyor ellerim. Ayda bebeğin sıkıştığı o duvarlar gibi olmasa da titriyor ellerim. Çünkü ben minik çiçek Erva’yi düşünüyorum annem öldü baba ve sen de gideceksin bakışları geliyor gözlerimin önüne.  Ali Etka’nin sözleri bir bıçak gibi saplanıyor etime, bedenime. Asım Sait’in babasının mezarına sarılması,  iftarda yemeği bırakarak kamp odasına geçerek ‘Ben babamı çok özledim ‘ anne deyişini düşünüyorum ve yazının başındaki sesle BUNUN NERESI GÜZEL ey insanlık diyorum. Çocuk olmadan yaşlanıyorlar birer birer ve birçoğu da büyümeden tohum misali toprakta.
Dünyaca ünlü Şeker Portakalı kitabında bir cümle vardı. ‘Yaşamak için fazlasıyla yaşlanmış gibiler, her şeyden bıkmışlar sanki’ yaşlanıyor bebekler dört duvar arasında. Yaşlanıyor bebekler dört duvar arasında olan babalarını bekleyerek ya da… Yaşlanıyor bambaşka ülkelerde olan babalarını özleyen çocuklar ve sesleniyorlar sizlere . Tıpkı Kaplumbağalar da Uçar filmindeki kolları olmayan çocuğun feryadı gibi “Beni ağlatmayın 
benim gözyaşlarımı silecek ellerim bile yok.”

Ayda bebeğe sevinelim ama unutmayalım cezaevlerinde bebeklerimiz var. Onların da o enkazdan çıkması gerekiyor.

Annelerin İçinde Yatan Dengbejler / Gökhan Bozkuş

Her annenin içinde bir denbejin yattığını; ve hasretin ve çilenin ve alev alev yanan yüreğin , kelimelere , ezgiye dönüştüğünü gizli bir ses kaydıyla anladım.
Annem, ümmi kadın…


Annem ; kitap, konservatuar görmemiş kadın .

Annem; nota, ezgi duymamış kadın.


Kelimelerin fırını kalplerdir biliyorum.

Ve kalpteki hissiyatın kıvamı ile boyanır kelimeler.

Acılar ve yollar…
Geceler ve dakikalar…
Her birisi aroması her birisi baharatı oluverir kelimelerin.
Ben annemin sesinde Evdale Zeynikeyi,
Ben annemin hecelerinde Feqiyê Teyranı,
Ben annemin teslimiyetinde Melayê Cezîrî dinledim bir sabah.

Kardeşim kaydedivermiş gizlice.

Çoban çayının demi benzemez evlerde pişen çaylara.

Tadan bilir.

O alevde kavalın kıvamı, çobanın hüznü vardır ya hani.

Şiir yazarım epeydir, şiirler..

Annemin heceleri kanatsız oluşunu gösterdi kelimelerimin.
Annem dedim…
Bilmezdi şiir, ezgi stran…
Annem dedim…


Söylemezdi hiçbir zaman.


Bir sabah gelen bir kayıtla ben,
Annemi dinlediğim an
Abdalın Bir Günü kitabında ‘Göklere inanırdım eskiden, ama sen denizlerin derinliğini de gösterdin bana.’ Diyen Mehmed Uzun gibi kalakaldım o an.


Annem
Annelerimiz
Ve anneler..

Bir cihaz olsa takabilsem gönüllerinize
Sızılarınıza şahit olabilsem kelimelerle…
Dedim ya bilmezdim bilemezdim.
Her annenin içinde bir dengbejin usulca bağdaş kurduğunu.


Gökhan Bozkuş

WordPress.com'da bir web sitesi veya blog oluşturun

Yukarı ↑