Cizlavet Dostlarından Sevgili Gökhan Bozkuş’un Seni Ben şiiri…
Seni ben öylece
Seni ben sessiz
Seni ben buğu buğu gözlerle
Seni ben uzun bir gece
Seni ben..
Yürümedim aldılar , aldılar
Devrilmiş bardaktan dökülen su
Kanayan deriden akan kan
Ve ellerinde bir çocuğun , bir tutam ot
Seni ben küçükken henüz
Seni ben alnımda yol yortusu
Bir bavula derinden akan
Seni ben…
Gidemedim aldılar , aldılar
Seni ben ey talihsiz
Seni ben ey kadim iz
Seni ben nesimiden geriye
Seni ben alev ve iki temmuz
Yanamadım aldılar , aldılar
Seni ben
Bir bir çift kundurada
Bir kaldırım üzerinde boylu boyunca
Seni ben şehri saran bir çatlakta
Giyemedim aldılar , aldılar
Seni ben bir güvercin tüyünde
Seni ben ürkek ve tedirgin
Seni ben biraz da umut içinde
Seni ben…
Tutamadım aldılar, aldılar
Muhammed Ali, Burus Li(Bruce Lee) ve Mayk Taysın(Mike Tyson) aynı anda kuytu bir köşede saldırsa haliniz nice olur?
Yaklaşık bir sene önce, cuma günü yazılmıştı bu şiir ve okuduğumda böyle bir etkiye maruz bırakmıştı beni. Sevgili Gökhan Bozkuş bize neleri reva görmüş, nasıl da yazmış öyle dokunaklı?
Eksiltili cümleleri, ince imgeleri ve samimi ifadeleri ile farklı bir şiir bu şiir. Çokları “Ne diyor bu şiir, ne anlatıyor, pek anlaşılmıyor? diyebilir, yoğun lirizmine rağmen tam idrak edemeyebilir bu şiiri. “Sembolik bir şiir işte” diyip geçebilir. Oysa ben, belki de şairiyle gönüldaşlığımız sebebiyle,öyle derin bir akıntı gördüm ki her denize nasip olmasını arzu ederim.
Şeklen değerlendirdiğimde , sadece bir dize takıldı gözüme: Mevcut hali de yeterince güzel ama “Kanayan deriden akan kan” mısrası “Yırtılmış deriden akan kan ” diye yazılsa daha iyi olur diye düşündüm. Ama mananın etkileyiciliği bunu da unutturdu.
Alevden bir ağırlık var bu şiirde. Söylenemeyen, yazılamayan, kimseyle paylaşılamayan bir ağırlık. Eksiltili cümleler veriyor bu izlenimi. Ve bu paylaşılmazlık taşıyor en alevli ağırlıkları otağınıza, kavuruyor her yeri.
“Yürümedim aldılar , aldılar
Gidemedim aldılar , aldılar
Yanamadım aldılar , aldılar
Giyemedim aldılar , aldılar
Tutamadım aldılar, aldılar”
mısralarındaki “aldılar” ikilemeleri ile bir süreklilik”i vurguluyor şair. Bilinmez o alevin, kimseyle paylaşılamayan ve taşıyanı ezdikçe ezen o ağırlığın daimi olduğunu anlatıyor.
Nedir bu acaba? Nedir bu ağırlık, nedir bu alev?
Anlamak için bir defa daha okudum. Sonra bir daha, bir daha… Ve geçen cumaya gittim aniden, tam bir hafta öncesine…
Bir telefon görüşmesi yapmıştık. Yine hüznümüzü, masumlar’ın yâd-ı cemilini dile getirdikten sonra tebrik eden nazik bir üslupla:”Süleyman Abi çok dertleniyorsun, yıpratıyorsun kendini.” demişti.
Geçen hafta bunu demişti ama bu hafta kendi yangınını üflemişti. Ve işte o an derkettim ben nasıl bir şaheserle müşerref olduğumuzu.
Nice mazlumiyetler yaşandı, herkese malum. Nice yürekler dağlandı…
O telefon görüşmesini hatırlayınca anladım ki; Ekvatorlu’nun coşkun, yanık ve kızgın feryadına bedel “SİNELERDE ÇIRPPINAN, BOĞAZLARDA DÜĞÜMLENİP DE MEÇHUL KALAN HIÇKIRIKLARA TERCÜMAN OLAN BİR ŞİİRDİR BU MANZUME.
Betül Seda Özcan Masum’un şiirini yazmış, bir zoom görüşmesinde arkadaşların değerlendirmelerine arz etmiştim. Şiirlerime yönelttiği tatlı sert tenkitler bu sebebiyle Füzeci diye andığımız Nazif Hoca’nın füzeleri işte o zaman test atışlarını tamamlamış, aktif hâle gelmişti, hâlâ da aktif maşallah.
Orda falancayı da yazmayı düşünüyorum dediğimde: “Abi onun hakkında çok şey yazıldı. O da mazlum ama aynı acıları yaşayıp daha adı duyulmayan masumlar var, onlara yönelsek…” demişti.
Ne de iyi demişti. Vefat eden masum yavruları o zaman daha bi almıştım gündemime. Canlarım benim; RABBİM muvaffak etsin hepsinin destanını yazmaya…
İşte bu şiir o zaman yapılan bu isabetli tavsiyenin özünü temsil eden bir fidan olarak kök salmış bulunuyor kalbime.
RABBİM koca çınarı, mübarek ormanı da lütfeylesin cümlemizin sinesine.
Çok kaçtı benim uykularım…
Ve aziz dost, seni ben…
Bir yıl sonra, senin cümlelerini şimdi de ben diyeyim sana:” Gökhan Abi yavaş ol,bu ne ateş böyle?”
Seni ben…
Zor bir ödevin de oldu güzel insan, farkında mısın?
Hep düşündüm, durdum:”Bir tanımı, bir sözcüğü var mıdır acaba “Boğazda Düğümlenip de Açığa Çıkamayan Hıçkırık”ın?
Bir sözcükle ifadesi var mıdır acaba bunun?
İşte bu kelmeyi sen bulacaksın bizlere.
Bir isim bul aziz dostum bu sızıya. Bir tane sadece bir tanecik kelime. Öyle ki kulaklara geldiğinde, nazarlara dokunduğunda mağma gibi kaynayan ama bilinmeyen, duyulmayan sancıları ihtar ve ilham etsin kalplere. Çok şey değil bir kelime istiyorum senden bir kelime.
Öyle bir kelime…
Yazdığın şiiri okumadan önce yine ayyüzlü bir masumun hicranı ile meşguldüm. Ve o ızdırabı resmetmeye davet edecektim dostları, onlara bir çağrı yazacaktım. Birşeyler yazmalı,birşey yapmalı, bir eksik var diyordum. Nice zamandır yazsam da masum ve mazlumların feryadını, aslında ben senden istediğim o kelimeyi arıyormuşum, senin şiirini okuyunca farkına vardım.
Bekleyeceğim, hep soracağım o kelimeyi. Bir sevgiliyi, bekler gibi bekleyeceğim. Artık senden soracağım o sevgiliyi…
Dile vukufunu herkes biliyor; bulmalısın bana o kelimeyi.
Şâd olasın, var olasın iki cihan…
Rabbim seni, beni, hepimizi, kalemlerimizi Hz. Halid bin Velid Efendimiz gibi Hakk’a hâdim ve tercüman kılsın, ihlaslı ve muvaffak eylesin.