Hoşça Kal / Yasemin Tatlıseven

Doğup büyüdüğüm şehrin caddelerinde dolaşıyorum.
Gençliğim geliyor peşim sıra.
Üç genç kız kol kola girmişler,
Sebepsizce gülüyorlar her şeye…
Vitrinlerin camlarına bakıyor,
Her biri gözlerinden ışıklar saçıyor.
Üç genç kız,
Tuhafiyeden annesinin istediklerini alıyor,
Hava kararmadan eve varıyorlar.

İlkokulumun önünden geçiyorum.
Çocukluğum; beş-on siyah önlüklü çocukla bahçede…
Oradan oraya umarsızca koşturuyor,
Köşe kapmaca oynuyorlar,
Sonra takılıp biri düşüyor yere,
Bembeyaz çorapları yırtılıp, dizleri kanıyor.
Koşuyor babacan bir öğretmen bahçeye,
Çocukluğumu sarıp sarmalıyor,
Biraz tendürdiyot ve gazlı bez
Birazda sevgi yaralarıma ne iyi geliyor.
Bir avuç siyah önlüklü çocuk,

Neşe içinde köşe kapmaca oynamaya devam ediyorlar.

Büyüdüğüm mahallenin sokaklarında dolaşıyorum.
Gülüşlerimiz asılı kalmış gök kubbede…
Kahkahalar kulaklarımda çınlıyor.
Film izler gibi, bir duvara yaslanıp izliyorum.
Çocukluk arkadaşlarım, üst sokaktan yağmur gibi iniyor,
Mahallenin altını üstüne getiriyorlar.
Arkalarından kocaman bir toz bulutu havalanıyor.
Komşu annem pazardan dönüyor,
Annem sobanın külünü döküyor.
Babam köşeyi dönüp işten eve geliyor.
Akşam ezanıyla herkes evlerine dağılıyor.

Lisemin önünden geçiyorum.
Teneffüs zili çalıyor,
Bahçeye çıkıyor gençliğim…
Kantinden alınan bir simit bölüşülüyor,
Üniversite sınav stresi tartışılıyor,
Geleceğe dair pasparlak hayaller kuruluyor.
Dünyayı değiştireceğine inanan bir grup genç,
Son çıkan şarkıyı mırıldanırken, zil çalıyor.

Eller cepte, ağır adımlarla sınıflara girilip,
Akıllar caddede gezerken,
Bedenler sınıflarda tutsak,
Dersler metazori de olsa dinleniyor.

Baba evime geliyorum.
Kardeşim doğduğundaki sevincimiz,
Çınlıyor duvarlarda…
Beyaz sabun kokulu,
Bayram sabahlarında,
Bayramlıklarını giymiş üç kardeş
Oturmuş harçlıklarını sayıyor.
Ağabeyimin asker yemeğinde,
Akrabalar sofrada toplanmış, sohbet ediyor.
Şu kapıdan uğurluyoruz onu,
Boğazımızda hıçkırıklarla…
Ve eve dönüşü ağabeyimin;
Tezkeresi elinde, asker çantası omzunda…
Şu kapıdan telli duvaklı gelin olup çıkıyorum.
Şu kapıdan geliyor kardeşim;
Tatillerde, okuldan eve…
Şu kapı; ne çok ayrılığa,

Ne çok kavuşmaya şahitlik ediyor.
Dili olsa da konuşsa keşke…
Annemin cenazesini de uğurluyorlar o kapıdan,
Ben göremesem de!

Ve son kez çıkıyorum o kapıdan…
Veda bile edemeden,
Hoşça kal diyemeden!
Nereye gittiğimi söyleyemeden…
Boğazım düğüm düğüm, gözlerim nemli…
Günlerdir sessizce vedalaştım,
Doğup büyüdüğüm şehirle!
Sevdiklerime son kez bakarken,
İçimdeki fırtınayı dindirebilmek için,
Yüzüme sahte de olsa bir tebessüm kondurdum.
Hayatım; rüzgarda savrulan küller gibi havada uçuşuyor.
Bir polis arabası geçiyor, bir toz bulutu kalkıyor.
Her polis arabası geçişinde, yüreğimden bir kuş havalanıyor.
Dizlerim kanıyor, yüreğim yanıyor,
Yaralarımı kimse saramıyor.
Ve artık gözlerim, eskisi gibi ışık saçmıyor!

Beyaz sabun kokulu çocukluğumu,
Baba evinde bıraktım.
Ben dönene kadar;
Ana, babama yarenlik eder diye…
Gençliğimin parlak hayalleri, paramparça, valizimde,
Değiştiremediğim dünyayı ardımda koyup,
Adeta köşe kapmaca oynayarak gidiyorum
Yaşlı gözlerle son defa bakarak,
Çok sevdiğim ülkeme!

Hoşça kal çocukluğum,
Hoşça kal gençliğim,
Hoşça kalın ailem,
Hoşça kalın arkadaşlarım, dostlarım, sevdiklerim
Hoşça kalın yaşadığım şehirler
Hoşça kal güzel ülkem
Gitmeyi istediğim ve bir türlü gidemediğim yerler
Şu gökyüzü, denizler, bağlar, bahçeler
Hoşça kalın!

(Günün birinde dönmek ve hoş bulmak ümidiyle…)

Ansızın / Recep Demirtaş

Uyandın mı dostum bazı gecelerde sende
Zihninde yaşanmış kabusların pençeleri
Kayboldun mu hiç, ruhundaki karanlıklarda
Bir bahar özlemiyle yaşadığın demlerde
Bilemezsin, gurbet vurur insana ansızın

Sarar dimağını yaşanmış hatıralar bir bir
Bir bakarsın maskat-ı resinde gözlerin
Ya da çocukluğunun geçtiği kaldırımlarda
Ve İstanbul gelir hayaline tüm güzelliği ile
Anlayamazsın, hasret sarar insanı ansızın

Ne günlerdi dersin, yanağında gözyaşları
Okullu günlerde dolaşırsın fark etmeden
Ya öğrencisindir bahçede koşuşturan
Ya da bir öğretmen sıraların arasında
Engel olamazsın, özlem dolar içine ansızın

Yollardaki simalarda görürsün bazen
Anneni , kardeşini , dostunu akrabanı
Ömrünün geçtiği sokaklarda dolaşırsın
Her santimindeki anılar canlanır birden
Silemezsin hiçbir şeyi, fehmi yorar insanı ansızın

Sönmeyecek sanırsın içindeki yangınlar
Aldığın her haber harlar alevini yeniden
Oysaki her ateş yakar gönlünü derinden
Varsın seni el âlem bir gamsız sansınlar
Haykıramazsın, sessizlik yakar insanı ansızın

Yaşam dediğin her bir tarafa akan oyuk
Öyle günlerim oldu ki yok yok içre yok
Ağırmış meğer en yakınlardan gelen ok
Ne demişler Allah var gam yok
Ama ne yaparsın candır , acıtır insanı ansızın

Ama Biz /Ayşe Ersoy


Tekrar bir şeyler yazmaya başlamak için 3.5 yıl geçmesi gerekiyormuş o geceden. Hayatın donması gibi kelimeler de donarmış. Çıkmaması gerekirmiş ağızdan, yazılmaması elzemmiş.
Hayat dondu sanki bizler için. Ağlamak istedik ağlayamadık. Konuşmak istedik beceremedik. Hatta haykırmak istedik, yoldan gelen geçeni sarsmak, örselemek istedik yapamadık. Hep içimize konuştuk. Yalnız kaldık, örselendik, sustuk. İnsan içine çıkamadık. Ama hayır, suçlu olduğumuzdan değil. Artık hiç kimseye bir şey anlatmak istemediğimizden sustuk. Evlerimize kapandık. Ve hasta olduk ve işsiz kaldık ve kimsesiz kaldık ve öldük.
Peki ne far keder ki yığınlar için. Biz de bidayettekiler gibi bunları kendi kendimize yaşadık. Yokmuş gibi, hiçmiş gibi. Kalabalıklar içinde ama yapayalnız.
Önceleri bir şeyler değişir sandık. İnsanları uyandırmak içindi hep çabamız. Öyle ya şimdiye kadar hep yaşatmak için yaşamayı seçmiştik. Uzun sürmedi bu çabadan vazgeçişimiz. Çünkü söylenilen her şeye kılıf bulmak çok kolaydı. Sözler hep sarp kayalara çarpıp geri dönüyordu. Sonra bekledik belki vicdanlar uyanır diye. İnsanlar zamanla çocukları, hastaları, mağdurları görür anlar dedik olmadı.
Ha bir de herkes kendi ailesine dokunursa canı yanarsa anlar, dedik yine olmadı. Hatta kendi canını yakanlar oldu.
Bizden önce canı yananlar anlar diye düşündük bir ümitle fakat onlar da anlamadı bizi. Çünkü memlekette herkesin acısı kendine idi. Herkesin mazlumu kendinin. Ama siz de …sözlerini çok duyduk.
Her çabanın nafile olduğunu zaman anlatıyordu. Çünkü her şeyin bir vakti vardı ve anladık ki birilerinden medet ummak yanlıştı ve yaşananlar bizi Rabbi Rahime ilticaya yöneltiyordu. Ancak o ol deyince olurdu. Hz. Yunus çaresizliğinde, Hz. Eyüp sabrında olunca çözülürdü her şey. Bazen Hz. Yusuf gibi masum iken hapsedilerek yıllarını geçirmek, zamanla acıların küllenmesi ve affetmek gerekirdi.
Ama biz ne Hz Yunus ne Hz Eyüp ne de Hz Yusuf idik. Bizler hasbelkader bu güzel insanlar içerisinde neşet etmiş, anne baba duası almış gariplerdik. O kadar sabrımız, vefamız, fehmimiz yoktu. Belki saf bir kalp veya temiz niyetlerimiz vardı. Her şeyden öte hesapsız bir sevgimiz vardı. Bizi kurtarır mı bilinmez imrenilecek bir kardeşliğimiz vardı.
Her şey tarumar olmadan önce yaşama sevincimiz, hevesimiz, umudumuz, gelecek hayallerimiz vardı. Oysa şimdi hayat dondu bizler için. Nefes alıyoruz, yiyoruz, içiyoruz fakat manasızca. Zaman akıp gidiyor, bu kara zaman dilimi üzerimize çöreklendi. Bizi bize geri vermiyor.
Her yer yıkık, her yer virane, Herkes perişan, gönüller kırık, yaşlı. Akıllar durmuş, vicdanlar sefih, kalpler taş kesilmiş. Yakınlar uzak, uzaklar daha da uzak.
Yine de bu kör karanlığın içinde dik duran, ileri gidemeyen ama geri de dönmeyen bir avuç güzel insan hep var. Onlar varsa umut da var. Her şey onlarla güzel. Onlar varsa ben de varım biz de varız.

Aşk Mevsimi / Salih R. Koçak

Hayatın baharı mevsim tam deminde   
Hasretin vuslata dönüştüğü demde 
Bülbülün güle kavuştuğu mevsimde 
Ben derdimi açmayı beceremesem de
Sen derdimi anlarsın gözlerinden elbette
Bahardır aşkın mevsimi her demde

Duyar mısın / Erhan Bozkurt

Kelimeler sızlar soluduğumda,
Bir parçadır kopar sol boşluğumda,
Resimlere dönüp her baktığımda,
Gel desem, dön desem duyar mısın ki.

Bir türküdür çınlar hep kulağımda,
Yadıma düşersin her duyduğumda,
İsmin dil ucuma dolandığında,
Gel desem, dön desem duyar mısın ki.

Olmaz hayallere her daldığımda,
Senli rüyalardan uyandığımda,
Gözlerim yaşlarla her dolduğunda,
Gel desem, dön desem duyar mısın ki.

Ellerim duaya her kalktığında,
Rabbimden dileyip yalvardığımda,
Aminler kalbine dokunduğunda,
Gel desem. dön desem duyar mısın ki

İndab / Tahsin-i Kelam

Denk düştü bayram yine, ömrüne hor bülbülün,
Şakıyacak gül mü var, konacak dal payına.
Uzadı sonu gelmez, dayanılmaz sürgünün,
Yine sarmış yolları, sılanın sarpa yine..

Çektiği âhı körük, yüreği kor denginde,
Ağlayan gözlerinin, çevresi kül renginde,
Özünü dökse bu hal, bulunur kaç gamginde,
Aleme şenlik onun, canına darbe yine..

Başıbozuk kördüğüm, bir bağ var ayağında,
Kah almış başı duman, alev alev yangında,
Bahar tutulması kah, içinin dört yanında,
Umutla çaresizlik, tutuşmuş harbe yine..

Yürür de nasıl bilmez, belki aşkın zoruyla,
Issızlık ıslık ıslık, aklı bin bir soruyla,
Ne kaldı şurada hasret, bitti derken yoluyla,
Ne var ki boy ölçüşür, ölçüşür arpa yine..

Çıkar mı yola birden, o yar gülerken acep,
Var mı umuttan ışık, gönlüne sarkan acep,
Kaç saydı vuslata gün, bugün mü derken acep,
Bugün de gün zülüfün, düşürdü garba yine…

Ümit Türküsü / Emre Birdal

Mevla’m, Nevbahar gelsin artık buzlar çözülsün
Göçmen kuşlar dönerek semamızda süzülsün.
Bir diriliş sun bize Nebi’nin nefesinden
Herkes necâta ersin zulümât kafesinden.
Çekilen sancılardan yeni bir nesil yarat
Bu muhabbet soyundan ders alsın Mecnun, Ferhat.
Davûdî sadalarla edilir âh u enîn:
Allâhümme itlâken li serâhi ihvânîn…
Duaya âmin dese gökte yıldız ve mehtâb:
Yâ Müfettihe’l Ebvâb, iftah lenâ hayre’l bâb!..

Senin bir ‘Ol’ emrinle zâlimler sus pus olur
‘İzâ câ’e nasrullâh’ onlara kâbus olur.
Bu mağmum coğrafyalar olsun esenlik yurdu,
Dağlarında beraber gezsin kuzusu kurdu.
Gün doğmadan meşîme-i şebden neler doğar
Fecr-i sâdık, boğ zulmü, gel ufkumuzda ağar!

Nihayet gün gelir de aklıselim dirilir
Vicdanlar şahlanarak bir yay gibi gerilir.
Nusretin rüzgârıyla geri çekilir ahzâb
Taze filizler verir yaşla sulanan turâb.
Ümit burcundakini tutamaz hiçbir kement
İlahi inayetle kurtulur onca levent.
Sarsılsa devrilmeyen çınarlar boy gösterir
Güneşin ilk şavkıyla fitne saçanlar erir.

Müjde: Salih kullardır yeryüzünün vârisi
Namzetsin bu pâyeye diriliş süvarisi!
Baharla aranızla daralıyor mesafe,
Ettiğine bin pişman olacak ehl-i Kûfe!
Altında ezilirken küme küme dertlerin
Arınma kurnası bu, sönmesin ümitlerin.
Bak akan çağlayana, gördüğün serap değil
Çilen burada doldu, ötesi azap değil.
Kalbinde yanıyorsa kutsî aşk kıvılcımı
Yağmur olur boşalır Hakk’ın lütfu, yardımı.
Üveyk kanatlı nefer, küheylanı mahmuzla!
Bu kutsal hazineyi pürheyecan omuzla.
Önünde dümdüz olsun engeller, akabeler
Destanını anlatsın yakuttan kitâbeler.
İmânî derinlikle yere kök salan ağaç!
Bırak sökülsün rütben, cennette o eşsiz taç!

Yâ Râb, saçı sakalı ağarmış ihtiyardan
Nasıl hayâ ederek kurtarıyorsan nârdan;
Şu pürkusur benden de çok kez sütü dökerek
Yok başka kapı deyip Huzur’da diz çökerek
Dergâhına yöneldi günahlarını affet
Hâlis bir ameli yok, sermayesi acziyet…

Koşarak yetişeyim çağın gariplerine
Hamd sancağı altında düşeyim peşlerine.

Sevmek / Mehmet Remzi

Ne şiir tarif eder ne makale ne roman
Bu derdi anlamaya bir başka gayret ister
Gün geçer unutursun, ilaçtır derler zaman
Amma, sabretmek zordur ayrılık zahmet ister

Bazen içine gömüp çaresizce sinmektir
Bazen yokuşta bazen inişte didinmektir
Bazen de bulutlardan uçmak yere inmektir
Sevmek, ızdırap, çile, hasret, eziyet ister

Sanırlar gül bahçesi aşıkların yeridir
Hayır, gerçek aşıklar davasının eridir
Seven katlanır, sevmek insanın değeridir
Herkes sevmeyi bilmez sevmek meziyet ister

Sevmek olmasa Yunus, Aşık Yunus olmazdın
Aşıkların sazları dertli dertli çalmazdı
Beyaz kuğular yalnız kanat çırpıp uçmazdı
Sevmek, acıya katlanmak, sağlam dirayet ister..

Yapma böyle, üzmeyin kendini der sevdiğin
Üzülmeden hani kim sevmiş şimdiye değin
Vuslat neşedir firkatteyse artar ateşin
Bazen de sevmek firkat içre muhabbet ister

Araya dağlar girse, düşse aşıklar çöle
Seven yürek vazgeçmez, gözyaşı dönse sele
Beyaz kuğu misali vurur kendini göle
Sevmek, duru göller gibi samimiyet ister

Gerçek seven, sevmekten pişman olup da bıkmaz
Zor günde kaçıp iyi günde ortaya çıkmaz
Kusur görmez, pire için yorganı yakmaz
Her şeyden önce sevmek, tertemiz niyet ister

Dönüşüm ve Toplum / Mehmet Akbaş

Dönüşüm, Franz Kafka’nın kaleme aldığı toplumların ve toplum içinde fertlerin çelişkilerini göz önüne
seren bir başyapıt. Kafka bu uzun öyküsünde kullandığı böcek metaforu ile okuru mecazi anlatımın uç
noktalarına taşıyor. Dünya klasiklerinde kullanılan bu tür metaforik anlatımlar toplumların geçmiş ve
günümüzde karşılaştığı sosyopsikolojik durumların anlaşılmasına büyük katkılar sunmaktadır.
Öykünün başkahramanı Gregor Samsa bir sabah uyandığında kendisini yatağında dev bir böceğe
dönüşmüş olarak bulur. Sosyal çevresi, ailesi ve patronunun canı sıkılır bu duruma. Patronu için bir
çalışanın, annesi babası için bir evladın, kardeşi için de bir ağabeyin böceğe dönüşmesinden daha çok işe
gidemeyecek olması canını sıkar herkesin. Ailenin para kaynağı yok olmuş patronun ise çalışkan bir
kölesi! böceğe dönüşmüştür. Böcek metaforu kullanmasından olsa gerek Kafka nişanlısı Felice’ye yazdığı
mektuplardan birisinde ‘korkunç bir öykü’ diye bahseder Dönüşüm ‘den. Aslında bu denli uç bir metaforun
kullanılması, bir kötülüğün toplumu esir alması sonucu o toplumun düşünsel olarak hangi noktalara
ulaşabileceğini göstermesi açısından çok kayda değer bir durumdur. Öyküde toplumların, maddi rahat ve
konforu kaybetme korkusuyla, insani değerler açısından nasıl bir değersizlik ağına düştüğü resmedilir ki;
öykü bitmeden böceğe dönüşmüş Samsa bir kenarda günden güne eriyip yok olur. Ailesi ise bir böcekten!
kurtulmuş olmanın hazzı ile yeni hayatlarına mutlu ve mesut devam eder. 
Temeldeki problem ise cana, öze ve insana değer vermeme, şekillerden ve rütbelerden oluşan
değersizlikler silsilesi içeresinde yaşamasıdır insanoğlunun. Günümüz toplumlarında hangi dinden ve
sosyal sınıftan olursa olsun tüm insanların tek tek problemidir cana ve öze değer vermemek.
Tarihten bugüne değişik toplumlarda bir çok insan ve bir takım kesimler baş karakter Samsa’nın
durumuna düşmüştür.  Karşılaştıkları tepkiler ise Samsa’nın çevresinden gördüğü tepkilere çok benzerlik
taşımaktadır. Tarih bu mevzuda da çoğu kez tekerrür etmiştir.
Ne dini kaideler ne de insan kaynaklı ortaya konulan disiplinler bu hastalıktan kurtaramıyor insanoğlunu.
Batı medeniyetinde bu sorun kısmen aşılmış olsa bile sömürgeler sebebiyle çok farklı bir boyutta devam
etmektedir insana değer vermeme olgusu. Çünkü insanoğlu içinde taşıdığı kötü istidatları modern toplum
ilişkilerinden besledikçe, özüne ve insani değerlere yabancılaşmaktadır.
Toplum tarafından Samsa’laştırılan kesim ve fertler ise insanlık tarihine tam vakıf olmadıkları için
karşılaştıkları yeni durumu anlamlandırmakta güçlük çekmektedir.
İnsanı ve toplumu anlamak için, Dönüşüm ve klasik eserleri mutlaka okumak ve yorumlamak gerekir.

Ben Baharı Saklayıp / Yaşar Beçene

Ben baharı saklayıp eski bir sandukada
Erguvanlar açarken kime sunmak istedim
Acı tatlı ne varsa ağrıyan yanlarımla
Olur ya bir gün çıkıp sana gelmek istedim
Ben baharı saklayıp eski bir sandukada

Zehir katran ne varsa; taş duvar ördü günler
Bir masal gibi her şey şimdi mazide kaldı
Acı hasret göz yaşı; ve sonra zor sürgünler
Gökten sağanak olup ruhumuza boşaldı
Zehir katran ne varsa; taş duvar ördü günler

Hep garip kalmak varmış; ruhum yorgun bir heykel
Güneş belli belirsiz.. doğdu mu hiç bilemem
Kaldı mı dersin hâlâ bir mendil ya da bir el
Savruldum yaprak gibi neden biraz gülemem
Hep garip kalmak varmış; ruhum yorgun bir heykel

Bazen solgun gözlerle dalıp uzağa gittim
Bir teselli peşinde avunup durdum öyle
Kimi zaman göz yaşım karıştı yağmurlara
Kızılcık şerbetiyle ben hep tebessüm ettim
Bazen solgun gözlerle dalıp uzağa gittim

Ne kadar gri varsa birikti gökyüzüne
Titrek avuçlarımla çiçek çiçek çoğaldım
Hayaller alev olup çarpılsa da yüzüme
Kor hüznün gölgesinde ben yine senle kaldım
Ne kadar gri varsa birikti gökyüzüne

Ben baharı saklayıp eski bir sandukada
Erguvanlar açarken kime sunmak istedim
Acı tatlı ne varsa ağrıyan yanlarımla
Olur ya bir gün çıkıp sana gelmek istedim
Ben baharı saklayıp eski bir sandukada

WordPress.com'da bir web sitesi veya blog oluşturun

Yukarı ↑