Bakkaldan koşarak eve geliyorum. Gören arkamdan atlı kovalıyor zanneder. Bir elimde
ekmek poşeti, diğer elimde bir kase yoğurt var. Umarım sallana sallana ayran olmamıştır.
Merdivenleri büyük bir gürültüyle çıkıyorum. Terlikleri bir o yana, bir bu yana fırlatıp içeriye
giriyorum. Odaları tek tek gezerken, heyecanla sesleniyorum; “Anneee, anneee, anne”. Annem
sakin bir şekilde, mutfaktan cevap veriyor; “Ne oldu kızım, ne bu halin, köpek mi kovaladı seni?
Kan ter içinde kalmışsın, hem ver o elindekileri bakayım. Ooo maşallah yoğurttan da tereyağ
çıkartmışsın” diyor. Yoğurt yüzünden bir fırça yiyeceğimi sezinliyor, hemen konuyu
değiştiriyorum; “Anne, bakkal amcayla fırıncı amcayı konuşurlarken duydum, kaç tane pide
istersin diye sordu, Ramazan mı geldi anne?”. Neyse ki annem tereyağ meselesini çabuk
unutuyor; “Evet kızım üç gece daha yatacaksın, kalkacaksın; sonra Ramazan.”
Arkamı döndüğüm gibi sokağa fırlıyorum. Bu haberi arkadaşlarıma yetiştirmeliyim.
Terliğimin birini bulamıyorum, öyle bir fırlatmışım ki merdivenden aşağı yuvarlanmış.
Basamaklardan ikişer üçer atlayarak iniyorum. Koşarak ceviz ağacının altında oturan
arkadaşlarımın yanına gidiyorum; “Heyyy! Biliyor musunuz? Üç gece daha yatçaz kalkçaz sonra
Ramazan gelcekmiş.” Bütün çocuklarda mutlu bir telaş! Her kafadan bir ses çıkıyor. Ben şöyle
oruç tutarım, ben böyle sahura kalkarım. Atıyoruz, tutuyoruz. En uzun günler, hava çok sıcak, biz
küçüğüz ama büyüme derdindeyiz. Al sana fırsat, oruç tut ve kanıtla büyüdüğünü…
Ve ilk teravih geliyor. Annem; “Abdestlerinizi alın” diyor. “Birlikte teravih namazı
kılacağız.” Abim olacakların farkında, ben başlarda mutluyum. Namaza duruyoruz. Babam
kıldırıyor. Babam çok yavaş kıldırıyor! Tane tane okuyor. Anneme, babama, abime bakarak yatıp
yatıp kalkıyorum. Kardeşimse daha küçük, işin gırgırında… Biz secdeye gittikçe sırtımıza çıkıyor.
Selam verince de kaçıp saklanıyor. Yorulmaya başlıyorum. Bilmem kaçıncı rekatta pilim bitiyor.
Muhtemelen seccadenin üzerinde sızıp kalıyorum.
Bam bam da bam bam(!) Güm güm de güm güm(!) “Kızım hadi kalk, sahur oldu.”
Gözlerimi açıyorum. Ramazan davulcusu mahalleliyi ayağa kaldırmış. Işıklar yanmadan da
gitmiyor. İlla herkesi uyandıracak. Uyanamayan olursa komşular tetikte zaten. Herkes birbirini
uyandırıyor. Biz alt kattaki amcamlardan sorumluyuz. Onlarda bizden. Birimizin tıkırtısı olmazsa
sahura kalkamadı demektir. Yengem aşağıdan oklavayla tavana vurur, annemde yukarıdan
terliğiyle yere vurarak karşılık verir.
Sahurda pazarlıklar başlıyor. Bugüne kadar hep tekne orucu tuttum. Artık tam gün oruç
tutmak istiyorum. Pekiyi dene bakalım diyorlar. Öğlene kadar bir problem yok. Sıcak bastırınca,
gece yarılarına kadar sokaktan içeri girmeyen ben, dilim bir karış dışarıda, eve geliyorum.
İkindiye doğru şartlar ağırlaşıyor. Kertenkele gibi yapışmışım yere, pes etmek üzereyim.
“Anneeeeeee” diyorum, “Ben artık açayım orucumu, tekne orucu olsun bugün!” Annem kararlı
“ E kızım yüzdün yüzdün kuyruğuna geldin, az kaldı az, hadi dayan, çok büyük sevap
kazanacaksın, hem zaten birazdan pide almaya gidersin, vakitte geçmiş olur ”diyor.
İlk pide, ilk iftar! Birkaç saat sonra arkadaşlarımla pide kuyruğundayım. Allah’ım bu ne
büyük bir imtihan! Buram buram pide kokuyor. Gazeteye sarılmış üç tane sıcak pideyi kollarıma
bırakıyor bakkal amca. Kollarım yana yana eve geliyorum. Annem soğumasınlar diye sofra
bezine sarıyor, kedi gibi başından ayrılamıyorum.
Son düzlüğe girdiğimizde, bunaltıcı havanın etkisiyle, balkonda leğenlere soğuk su
doldurup, ayaklarımızı içine soktuğumuzu hatırlıyorum. Bütün komşular balkonlarda…Akşam
ezanını bekliyoruz. O zamanlar yüksek binalar yok, civardaki camilerin minarelerini
görebiliyoruz. Mahalledekilerle bir oyun kurmuşuz. Kandillerin yandığını ilk gören bağırıyor;
“Yandıııııııııı!” diye. Arkasından “Allah-ü Ekber, Allah-ü Ekber!” ezan okunmaya başlıyor ve biz
sofraya koşuyoruz. Allah ne verdiyse orucumuzu açıyoruz. Abim tam ay tutuyor. Ben küçüğüm
diye Ramazan’ın başında, ortasında ve sonunda tutturuyor annem; “Seneye daha çok
büyüyeceksin, daha fazla tutarsın” diyor. Abimin yanında ve sokakta asla bir şey yeyip içmemem
gerektiği konusunda uyarıyor.
İlerleyen günlerde, davulcu kapı kapı dolaşıp bahşiş toplamaya başlıyor. Davulcunun
peşine bir sürü çocuk takılmış. Bizim sokağa girince bizde takılıyoruz peşine. Davulcu nereye, biz
oraya… Kendimize geldiğimizde, evden oldukça uzaklaştığımızı fark ediyoruz. Kaybolduk! Eve
nasıl gideceğimizi bilmiyoruz. Mahallede yokluğumuzun farkına çabuk varılıyor. Bizden yaşça
büyük çocuklar, bisikletlerine atlayıp bizi buluyorlar. Eve dönerken mahalleden uzaklaştığımız
için bir sürü de fırça yiyoruz.
İftara yakın evler arasında tabaklar gidiyor, geliyor. Komşular az da olsa pişirdiklerinden
birbirlerine ikram ediyorlar. Bazı akşamlar komşularla teravih kılıyoruz. Büyükler önde huşu
içinde namaz kılarken, biz arka saflarda itiş-kakış; kakara-kikiri! Selam verdikçe arkaya dönüp
parmak sallıyorlar. Yine de yapacağımızdan geri kalmıyoruz.
Annem bazen daha özenli yemek yapıyor. Babam dört dönüyor; “ Ne lazım?” diye. Öyle
kalabalık, öyle güzel oluyor ki o iftarlar, hiç bitmesin istiyorum o gece. Babam misafirlerle
birlikte bize teravih kıldırıyor. Babam çok yavaş kıldırıyor. Tane tane okuyor. Seccadenin
üzerinde sızıp kalıyorum.
Annem Ramazan boyunca, alt kattaki yengemlerde mukabele okuyor. Bütün komşular
geliyor. Bazen tutup elimden çekiyor; “Gel sende dinle” diye. Böyle böyle yüreğimizde, Ramazan
sevgisini mayalıyor.
Bu yazıyı yazarken o günlere ait bir fotoğrafı da altına ekleyip, paylaşmak istedim.
Albümümde o günlere ait bir fotoğraf bile yok maalesef! O zamanlar anı öyle dolu dolu yaşardık
ki, şimdiki gibi her dakikayı, her saniyeyi fotoğraflamaya ihtiyaç duymazdık. Elle tutabildiğim bir
resim yok diye hayıflanmak yerine, zihnimde sevdiklerimle geçirdiğim yüzlerce güzel anım
olduğu için Allah’a şükrediyorum.
Yasemin TATLISEVEN
Bir Cevap Yazın