Bir Kimliğe Sığmayan Aydın; Amin Maalouf / Mehmet Akbaş


Bir kimliğe sığmayan aydın; Amin Maalouf

Ölümcül Kimlikler, Amin Maalouf’un kimlik olgusunu derinlemesine sorguladığı bir deneme kitabı. 4 bölümden oluşan kitapta yazar, doğu-batı temelinde din, dil, ırk ve kültür üzerinden bir kimlik sorgulaması yapıyor. 2000 yılında Aysel Bora’nın çevirisi ile Yapı Kredi Yayınlarından Türk okuyucusu ile buluşan kitap, güncelliği artan kimlik problemine, farklı bir yaklaşımla öneriler sunuyor

1990’lı yılların 2. yarısında Fransa’da yayınlanan Ölümcül Kimlikler her ne kadar sert bir isme sahip olsa da, oldukça yapıcı ve küresel problemlere karşı onarıcı bir eser. Maalouf’un bu birleştirici ve hoşgörülü üslubu aslında tüm eserlerine ve hayatının her anına yansıyor. Birçok aydının kimlik olgusuna 11 Eylül’den sonra eğilmeye başladığını düşünürsek, Maalouf’un bu meseleye çok öncesinden ele aldığı görülüyor. Çünkü o hem Müslüman Arapların içinde doğmuş bir Hıristiyan, hem de Fransa’ya göç etmiş Lübnanlı bir Arap’tır. Amin Maalouf, kimlik olgusuna bu kadar yoğunlaşmasının sebebinin ne olduğu sorusuna ‘’Ben Lübnan’da doğdum, Lübnan’da insan her saniye kendisine kimliği ile ilgili sorular sormadan edemez. Ben kimim? Bu ülkeye mi aidim? Bu hep aklınızda taşıdığınız bir mesele. Daha sonra bir şey keşfettim; Benim Lübnan’da nefret ettiğim toplulukçuluk siyasetinin artık sadece Lübnan veya Doğu’ya dair bir sorun değil, bunun dünyada artarak devam eden bir sorun olduğunu gördüm ’’ şeklinde cevap veriyor. Kimlik meselesi, Batı’da bu tür sorgulamalarına devam eden Maalouf’un zamanla edebiyattaki en büyük başlığı olmuş.

Maalouf’a göre başından göç geçmiş insanların her yerde çoklu kimlikleriyle kabul görmeleri gerekiyor. Lübnan’da doğan bir Hıristiyan, Arap, Fransız ve Avrupalı olan Maalouf, sürekli nereye ait olduğu sorusuna muhatap olduğunu ifade ediyor. Bu sorulara ise şu ifadelerle karşılık veriyor; ‘’Geçmişte bir köylüye sormuşlar, oğullarından hangisini daha çok seversin? Köylü şöyle cevap vermiş; İyileşene kadar en çok hasta olanı, eve dönene kadar da yokluğunu hissettiğim oğlumu severim. Ben de çok kimlikli oluğum için aynı şeyi söylüyorum; Lübnan’da sorun yaşandığı zaman oralı olduğumu hatırlıyor acı çekiyorum ve Avrupa’ya karşı da aynı şeyi hissediyorum’’ diyor. Hem doğduğu toprakları, hem de doyduğu ve yaşadığı, fikirlerini dünya ile paylaştığı yer olan, Fransa ve Avrupa’yı bir ebeveynin çocuklarının sahiplendiği gibi sahipleniyor. Hatta bunu biraz daha ileriye taşıyarak ‘’Kimliğimde ne kadar öğe varsa ortaya çıkarmak için belleğimi didik didik eder, bunları toplar, sıralarım, hiçbirini reddetmem’’ ifadelerini kullanıyor.

Neden bugün bunca insanın dinsel, etnik, ulusal ya da başka kimlikleri adına cinayetler işlediğini anlama çabası taşıyan yazar, gerek Doğu’da gerekse Batı’da insanları, bir kimliğe hapsetmeye çalışan bir anlayışın yaygın olduğunu belirtiyor. Maalouf ‘’İnsanları nereye ait olduklarını seçmeye zorlayan bir dünyada yaşıyoruz. Birleşik kimliklere sahip kişilere meşruiyet sağlamamız gerekiyor. Aksi takdirde seçime zorlanan fertler üzerinde Ölümcül Kimlikler ortaya çıkıyor. Neticede insanlar ya geldiği ülkenin kimliğine sarılıp yaşadığı ülkeye düşman oluyor. Ya da tam tersi yaşadıkları ülkede asimile olarak geldikleri ülkenin kimliğini saklamaya çalışıyor ve var olmayan bir suçluluğu üzerlerinde taşıyorlar’’ şeklinde düşüncelerini dile getiriyor.

 O’na göre küreselleşen dünyada, ister fiziki olarak yakın bir yerde isterse başka kıtalarda yaşıyor olsunlar, artık insanlar birer komşudur. Medeniyetler çatışması var olan bir gerçek ama insanlar bu duruma mahkûm değildir. Kimliklere eski biçimleriyle bakarak hayatta kalmamız mümkün değildir. İnsanlık, tüm dünya topluluklarının oluşturduğu bir mozaiği işler hale getirmek durumundadır. Avrupa asırlar boyu kendi içinde savaşmış ve buna bir son vermiştir. Özellikle Alman-Fransız savaşının sona ermesi ve günümüzde birbirine karşı bir kimlik kaygısı taşımadan, AB içinde yan yana birlikte yaşayabilmeleri dünyadaki ve doğudaki bu tür problemlerin çözülmesi için ilham verici bir örnektir.

Dinler konusunda özellikle son dönemde yükselen İslamofobi konularına tarihi perspektiften yaklaşıyor. Batı’daki kötü İslam imajının ortaya çıkmasına neden olan radikal örgütlerin İslam tarihinde yerinin olmadığı anlayışını taşıyor. İslam’ın egemen olduğu topraklarda azınlıklar bir takım sorunlar yaşasa da günümüze kadar kendi kimlikleriyle gelmiştir. Buna örnek olarak da Ölümcül Kimliklerde şu sözler sarf ediliyor; Hiçbir din tam olarak hoşgörüsüzlükten soyutlanabilmiş değildir ama İslam bu konuda hiç de fena görünmez… Eğer atalarım, Müslüman orduları tarafından fethedilen bir ülkede Hıristiyan olmak yerine, Hıristiyanlar tarafından fethedilen bir ülkede Müslüman olsalardı, 14 asır yaşayabileceklerini sanmıyorum. Gerçekten de, İspanya’daki Müslümanlara ne oldu? Ya Sicilya’daki Müslümanlara? Yok oldular, tek kişi kalmayana kadar katledildiler, sürgüne zorlandılar ya da cebren Hıristiyan edildiler. Bu nedenle tarihten günümüze ortaya çıkan şiddet olaylarının bir dine mal edilmesi yanlıştır.

Batılı ülkeler kendi içinde bazı prensiplere çok bağlıdır fakat bu prensipler başka ülkelerle olan ilişkilerde geçerliliğini yitirmektedir. Burada Batı ikiyüzlü bir yaklaşım sergilemektedir. Prensipleri olan ülkeler her an bu prensiplere bağlı kalmalı ve her yerde bu prensipleri işletmelidir. Bu prensipler işletilmediği zaman, diğer medeniyetlere mensup kişiler kendisini modernliğe kapatmaktadır. Çünkü modernlik öteki olarak algılanan Batı’dan gelmektedir. Bütün bu sorunları aşmak için dünyanın her yerinde herkesin özgürce kimliği ile birlikte var olabilmelidir. Doğu insanı modernliği nereden gelirse gelsin kabul etmeli batılılarda tüm kimliklere kendi içlerinde daha fazla yer açmalıdır.

Çünkü dünya, hiçbir özel ırka hiçbir özel ulusa ait değil. Tarihin öteki anlarından çok daha fazla olarak kendine bir yer açmayı isteyen herkese aittir. Kendi yararına kullanmak için oyunun yeni kurallarını kavramaya çalışan herkese aittir. Çünkü yeni gerçeklikler bize yanlarında kullanma kılavuzu ile birlikte gelmemektedir. Hangi dinden ya da ırktan olursa olsun insanlar yeni hemşerileriyle farklı bir şekilde iletişime geçmeli, bunu kendi kimliğini koruyarak, yeni ortamın ruhuna uygun davranışlarla desteklemelidir. Bugünün dünyası tehdit altındaki kültürlere kendilerini korumak için çok fazla olanak sunmaktadır.

Teknolojik gelişmeler karşısında ahlaki gelişmenin biraz cılız kaldığını düşünen Amin Maalouf’a göre, bugün edebiyatın temel görevin dünyayı yeniden icat etmektir. Dünyanın yeniden icat edilmeye ihtiyacı vardır. 

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

WordPress.com'da bir web sitesi veya blog oluşturun

Yukarı ↑

%d blogcu bunu beğendi: