Mahalle arasında maç yapan çocukların sesini bastıracak kadar kuvvetliydi annemin sesi.
-Yeter artık akşam oldu eve gel.
Daha bu ilk seslenmeydi ,gelinir miydi hiç? Beşe kadar yolu vardı bunun .Kızlar ip atlıyordu saatlerdir .1 ,2 ,3 saya saya akşamı etmişlerdi .Pencerelerden tek tek uzanıp kendilerini çağıran başlar olmasa kim bilir daha ne kadar sayacaklardı. Erkeklerin oyununu ise ,iyi oynamıyor diye dışlanıp kenarda bırakılan çocuk ,topu alıp kaçarak bozuyordu.Ne tatlı intikamdı bu böyle. Arkasından koşturduğu çocukları ,iki tur sonrasında dayak yemeden topu tekrar fırlatarak eve koşuyordu. Ohh oyunlarını bozmuştu ya ,şimdi rahat koyabilirdi artık başını yastığa.
Sokak yavaş yavaş boşalıyordu .Evlerin birbirine karışan yemek kokularından ,herkes kendi evinin yemeğini nasıl ayırt edebiliyordu, bilmiyorum.Etli kuru fasulyeydi annemin yemeği.Kurbandan kalma etin can çekiştiği zamanlara girmiştik.
Yere kurulmuş sofraya her seferinde yılların açlığı ile oturuyordum sanki. Annemin elime inen kaşık darbesi keyfimi kaçırıyordu sonra.
-Ellerini yıkadın mı sen bakalım?
İtiraz etmem faydasızdı. Söylenerek kalkıp sadece suyun altına tuttuğum ellerimi, yıkamaya üşendiğim anlaşılmasın diye içimden 30’a kadar sayıp içeri geçiyordum. Nasıl söylenmeyeyim ki? Kardeşlerim etlerin en güzelini şimdi çoktan seçmişlerdir. Minik bir savaştı bizde yemek yemek.
Anemin rengarenk döşekleri yere serdiği anda üzerinde yuvarlanma zamanımız gelmiş demekti. Neşeli kahkahalarla dakikalarca takla atıyorduk.Annem her seferinde “yeter yapmayın” dese de günün yorgunluğuna yenilip birazdan sızıp kalacağımızı biliyordu. Yaptığımız yaramazlıklara gürültülere kardeşlerimle kavgalarımıza gerçekte ne diyordu, ne düşünüyordu acaba annem? Çünkü bıktırdınız beni diye kızdıktan sonra çok geçmeden nasıl da sarıp sarmalıyordu hepimizi.Ne çelişkili kadındı şu annem.
Evet ,annem…Gece tuvalet için kalktığımda, yahut evde yalnız olduğunu sandığında sessiz sessiz ağlarken gördüğüm, kalbimin şerha şerha yarıldığını hissedip bir şey yapamadığım bu kadın neden gizli gizli gözyaşı döküyordu hep anlayamıyordum. Annem bir “dağ” idi benim gözümde çünkü bunca yükü,tasayı, sorumluluğu ancak bir “dağ” kaldırabilirdi. Ben onu bu kadar güçlü ve heybetli görürken onu bu denli acizlikle sınayan ,ağlatan neydi? Çocuktum, nasıl anlayabilirdim ki?
Olsun yine de dağdı annem.Hele çocukları söz konusu olduğunda pençeleri açılmış bir kartala dönüşüverirdi, ezdirmezdi bizi kimseye .Ve bir o kadar da naif, şefkatinin hududu yok .
Sanıyordum ki güneşle yarışıyordu annem. Her sabah güneşten önce uyanıyordu. Güneşe dalga geçer gibi bakıp “yine kazanamadın” diyordum.Gurur duyuyordum annemle.O ne duyuyordu bilmiyorum. Yoksa bir gün ,sadece bir gün bile olsa sabahları uyumak ister miydi? Uyandığında kahvaltısı hazır olsun ,evin bütün işi gücü bitmiş olsun… Bir gün olsun güneş kazansın bu yarışı ister miydi bilmiyorum. Hiç söylemedi. Hastayken bile kalkardı. Büyüktü annem.
Nasıl büyük olmasındı? Pantolonumun yırtılan dizlerine başka kumaşlardan harika modeller yapıyordu. Ayakkabı dikmişliği bile vardı .Dağ gibi çamaşırı hem yıkayıp hem durulamak bence hiç kolay değildi .Ve bir de her gün böyle harika lezzetli yemekler yapmak ve bir de evimizi böyle her an temiz tutmak.
Kaç annenin fırlattığı terliği isabet ettirme oranı bu kadar yüksek olabilirdi ki? Yetenekliydi de annem. Ve aynı zamanda çocuklarına bakmak. En zoru benimle ilgilenmekti bence. Her gün bir yeri yara bere içinde eve gelen, yaramazlıkları hem okulda hem mahallede sürekli şikayet edilen bir çocukla başa çıkmak tek başına yeterliydi büyük olmak için. Bir de her şeye çözümü vardı annemin: isteklerimize, şikayetlerimize, istemediklerimize…Kızardı, söylenirdi ama vardı bir çözümü işte.
Okulun futbol takımına kaydolmak istiyordum, olmaz demişti annem. Kim bilir, ileride çok büyük futbolcu olacaktım. Niye kaderime ,kariyerime mani oluyordu ki? Tamam ,çok iyi futbol oynadığımı söylenemezdi ama her yetenek geliştirilebilirdi. Lazım olan şey sadece bir takım forma, çorap ve futbol ayakkabısı… İstiyordum işte.Annem hayır dedikçe ben bağıra bağıra ağlıyordum. Arada sırada etkileniyor mu diye yüzüne bakıyor,oralı olmadığını görünce ağlama şiddetimi artırıyordum. O gece annem söylendi,ben ağladım öylece uyuyakalmışım.Ertesi gün uyandığımda hiç konuşmadım annemle.
-Ne o, küstün mü?
İçim gidiyordu ama tavrımı devam ettirmem gerekiyordu. Hiç cevap vermeden kahvaltımı yapıp okula gittim. Ona çıkarttığım sıkıntı için belki de onun bana küsmesi gerekiyordu ama ben annemin bize kızsa bile hiç küstüğünü hatırlamıyorum. Bu yüzden ben hep böyle bilirim : “anneler hiç küsmez çocuklarına”. O yüzden rahat naz yapıyordum anneme. Benimki gerçekten küsmek değildi ki.
Vee mutlu son. Annemm benimm… Okuldan döndüğümde hala asık suratıma gülümseyerek bakıp kanepenin üzerinde duran forma takımını ve ayakkabıları işaret ettiğinde dünyalar benim olmuştu . Çok da pahalıydı ama halletmişti işte annem. Hep hallederdi ,biliyordum. Boynuna sarılıp defalarca öptüm annemi. Asilliğinden mi, gururundan mı ,utanır mıydı bilmiyorum “tamam tamam git artık başımdan” diye çok öptürmez kovardı bizi. Yine öyle yapmıştı.
Ne vaatlerim vardı annem için. Büyüdüğümde ona ben bakacaktım. Çamaşır, bulaşık makinesi ,güzel geniş balkonlu bir ev alacaktım. Şimdi her şeyi var annemin ama ben yanında yokum. Kilometrelerce uzaklardan sadece sesini duyarak hasret gideriyorum şimdilerde.
Evet ,annem “dağdı” benim için. Babası olmayanların annesi dağdır çünkü. Bir ömür yaslarsın sırtını. Eksikliğini hissettirmemek için dağ da olur, nehir de, kar da olur, baharda.
Yıllar sonra yeminini bozup bana söyleyen kardeşimden öğrenmiştim annemin o pahalı formayı ayakkabıları nasıl aldığını. Öğretmenimle konuşmuş meğer annem, takımın formalarını bir yıl boyunca yıkamayı teklif etmiş. Böylece kabul eden velilerin verdiği parayla almış annem formamı. Öğretmen de dahil kardeşlerimi tembihlemiş ben rencide olmayayım diye ve ben de bunu artık bildiğimi hiç söylemedim ona, rencide olmasın diye. Sadece kocaman adamlığıma aldırmadan içli içli ağladım. Nasıl da hiç fark etmemiştim formaların bizim evde yıkandığını? Futbolcu da olamamıştım zaten…
Üzerimde gurbetin soğuk nefesi var. Ara ara hasreti üfleyip duruyor kalbime.Çok soruyorum kendime neyi özlüyorum diye.Altın sarısı başaklarla dolu gezip tozduğum tarlaları mı? Maç yaptığım sokakları mı? Komşu kadınların toplanıp yaptığı mahalleyi saran ekmek kokusunu mu? Hiçbir yerde aynı tadı alamadığım Hatice teyzenin bahçesindeki erikleri mi? Yağmur sonrası etrafı saran toprak kokusunu mu, ıslanmak için dışarı fırlayan çocukluk arkadaşlarımı mı? Şimdilerde yağmurun ne tadı var kokusu.
Güneş her yerde aynı güneş değil mi? Hayır işte, bizim oraların güneşi başkaydı. Güneşi bile özlüyorum ama asıl sıra anneme geldi mi işte o zaman burnumun kemikleri sızlıyor.
Umudun gergefine işlenmiş
Bir yürek türküsüdür bu.
Başı sonu bilinmeyen gönül öyküsü.
Göklerden yıldız kaydığında yüreğime
Bir dilek tutup, umudumu bağladım darağacına.
Şimdi yürüdüğüm sevda yolları,tozlu çileli
Öylesine açılmış ki gurbetin kolları.
Annem, özlemim, özleyenim
Bilsen ki gözlerimden sızan incilerim
Yüreğinde incinmiş güllerin için.
Bir duysan hasreti soluyan nefesimi
Cevap versen diyorum , ağlamaklı sesimi.
Unutup bütün derdi kederi
Koyuversem başımı dizlerine
Dalsam istiyorum hülya dehlizlerine
Gözlerimi açar mıyım hiç söyle?
Ufka her dua ucurdugumuzda
Söylediğimiz şarkı vardı ya:
“Saçlarına yıldız düşmüş, koparma anne ağlama”
Ya koparılan umutlar anne, umutlarım.
Unutamadığım bakışların bir de
Beni böyle delirten kendimden eden.
Döküldü bir bir yıldızlar, ağladın anne
Her gece ,her gündüz yüreğimi dağladın anne
Hani sana muhtaçlığım hala yurüyemediğimden sanma
Ya da yürümeyi öğrenemediğimden
Şaşkınım sadece.
Yanıldım sensiz bazen doğru bildiğimden.
Ama istediğim bir şey var ki
Kanıma girer gibi sokuluyor damarlarıma
İsyanvari bir çığlık ,bir arzu
Beni bu şehirden al ,götür anne.
Bir Cevap Yazın