Öyle birdenbire olmadı gidişi,
Yavaş yavaş çekti ellerini üzerimizden.
On yıl önce konan bir teşhis!
Üzülmesin diye gerçeği saklamamız,
Ve annemin hastalığını hiç bilmemesi…
…
Yıllar hafifletti mi acımızı bilmem?
Yoksa her yıl biraz daha mı öldük?
On yıl önce bir kere öldü annem,
Sonra her gün, azar azar öldü!
…
Unutkanlıklar başladı önce,
Yemek ocakta kaldı,
Anahtar kapının üstünde,
Sonra yandı bütün yemekler bizim için!
Baba ocağındaki anne yemeklerinin yerini,
Babamınkiler aldı, O’nun yemekleri de çok güzeldi ama,
Anne yemeğini özlemek bambaşkaydı.
…
Kıbleyi karıştırsa da
O hep seccadesinin üzerinde, Rabb’inin huzurundaydı.
İki rekatı dört kıldı, dördü on!
Hatırlayamadı selam verip vermediğini,
Ayağa kalktı, sonra gitti abdest aldı!
Hangi vakti kıldığını, çoğu zaman bilmiyordu.
Buna rağmen başını da secdeden hiç kaldırmıyordu.
…
Yemeyi içmeyi unutuyordu.
Kur’an-ı Kerim ise elinden hiç düşmüyordu.
Hangi cüzdeydi, kaçıncı sayfadaydı, hangi sureyi okuyordu?
Ağzından çıkan belli belirsiz kelimelerle,
Bir de makam tutturmuş, kıraatla okuyor,
Ama hep okuyor, illa ki okuyordu.
Sonra sustu cümleler!
Kur’an-ı Kerim yine elinde, biricik yareni!
Ters tutuyor, okuyamıyor, saatlerce sayfalarına bakıyordu.
Çatalı kaşığı tutamayan elleri,
Bir gün O’nu da bıraktı elinden…
…
Küçükken çarşıya, pazara giderken sıkı sıkı tembihlerdi.
Sakın elimi bırakmayın diye,
Büyüdük, yuva kurduk, çocuklarımız oldu.
Gizli bir el hep sıvazladı sırtımızı,
Duası hep üzerimizdeydi.
Hani hep o tutardı ya bizim ellerimizden,
Kelimeler uçup, cümleler sustuğunda…
Biz tuttuk onun ellerinden!
…
Geçen on yıl içinde, annemin sesini özlemek ne acıydı.
Ne acıydı, annemle sohbet edememek!
Gözlerimizin içine bakınca dahi,
Bir derdimiz olduğunu anlayan annemin,
Boş bakışlarında kendimizi aramak ne acıydı!
Donuk gözlerle bize bakarken,
Hatıralarını taraması, bizi tanımaya çalışması,
Ve ne acıydı, bir evladın annesi tarafından hatırlanmaması!
…
Bir gün kanepeye uzanmış yatıyordu.
Uyuyor sandım önce, gözleri açıktı.
Usulca yanına yaklaştım,
Boş ve anlamsız bakmıyordu.
Bütün anıları geri gelmiş gibiydi.
En önemlisi beni tanıyordu!
Bakışları sevgi dolu ve sıcacıktı.
Bu anı hiç bozmak istemiyordum.
O kadar çok şey birikmişti ki gözlerinde,
Konuşabilseydi eğer, neler neler anlatacaktı.
Öylece bakıştık, dakikalarca,
İkimizin de gözlerinden yaşlar yuvarlandı.
Belki de annemle ilk vedamız o gündü.
Hem yıllar sonra karşılaşmış, hem de ayrılıyor gibiydik.
Sonraki vedâm, Meriç’e çıkarken oldu.
Anne ve babamın elini öpüp sarılırken,
İkisine de nereye gittiğimi söyleyemedim.
Oysa ikisi de nereye gittiğimin farkında gibiydiler.
Son kez görüyormuşçasına sıkı sıkı sarıldılar.
Son sarılışımız olduğunu bilmeden!
…
Üç yıl sonra, gurbete düşen acı bir haberle,
Bir kez daha!
Ve son kez kaybettim anneciğimi!
O ruhunun ufkuna yürürken,
Ah! Yanında olamadım.
…
Anneniz bir defa ölür,
Gurbette bin kere ölür!
…
Annem kaçıncı kez ölüyordu bilmem?
…
Cenazesini yıkayamadım, oysa orada olmalıydım.
Son kez öpüp koklayamadım.
Kabrine toprak atamadım.
Mezar taşına sarılamadım.
Hâlâ,
Ama hâlâ! Başucunda Kur’an okuyamadım.
Beden elbisesinden sıyrılıp Rabb’ine giderken,
Bilmem ki razı mıydı bizden?
…
Topraktan anne olur mu hiç?
Kara toprağına “Annem” diye sarılıp,
Ağlayan kardeşlerimi görünce anladım.
Topraktan anne oluyormuş meğer…
Ama anneler toprak olmuyormuş hiç!
Gurbette, yüreğimde, kapanmayan bir yara olarak kaldın annem…
Kavuşmaksa, ötelere kaldı!
Bir Cevap Yazın