İki poğaça alabilir miyim?
Tezgahtar biri peynirli diğeri zeytinli iki poğaçayı poşete koydu. Yolumun üzerindeki bu pastane uğrak yerimdi. İşyerinde sabah çayı bu saatlerde hazır oluyordu.
Bir bardak çayla birlikte arka odaya geçtim. Pencereden dışarıyı izleyerek çayımı yudumluyor, poğaçalarımı atıştırıyordum.
Firmanın çalışanlara eğitim verilmesi için düzenlenmiş odanın tek müdavimi bendim. Satıştan yüzde on almak, başka iş bulana kadar burası benim için bir sığınak.
Sonbaharın serin günlerinde boğazımdan geçen çay, iksir gibi bedenimi ısıtıyor. Sıcak çayla, havanın serinliği ortaklaşa bir senfoni seslendiriyor. Her yudumda ruhum daha da sakinleşiyor.
Dünkü gayretime rağmen hiçbir şey satamamıştım. Cebimde beni yarına taşıyacak bir paranın olmaması beni işyerinde demlenen çaya zorunlu yoldaş ediyordu.
Çayı içerken bardağa yıllarımı sağaltıyorum. Geçmişi, geleceği velhasıl her şeyimi bardağa doldurup, boşaltıyorum ama elimde kalan yine boş bir bardak.
Yeni firmanın yeni müdürü elinde bir bardak çayla eğitim odasına geldi ve yarınlar adına çok umutlar vadetti. Benim bu firmada ilk eleman olarak çok kısa sürede başarılar elde ederek açılacak ilk şubenin müdürü olacağımdan, iş başvurularını değerlendirdiğinden ama benim gibi dürüst insanlarla çalışmak istediğinden bahsediyordu. Genç müdür pazarlama alanında piyasaya yeni bir soluk getireceklerini farklı ve özel ürünler araştırdığını kalite ve güvenin adresi olacaklarını bir bir anlatıyordu. Çok heyecanlı idi. Uzun uzun konuştu, elindeki çay bitmiş ve bardak soğumuştu. Ben bir bardak daha içer misiniz dedim, bu sayede çayının bittiğini anladı.
Bu gün işe çıkmak istemiyorum. Kendimi iyi hissetmiyorum. Çayı içer içmez kendimi dışarıya attım. Yürümek sadece yürümek istiyordum.
Kaldırımları işgal eden lokantaların masaları ve müşterileri. Kapıdaki garson devamlı buyrun diyerek gelip geçenlere o günkü menüyü tekrarlıyor.
Yalnızlığı arayan ruhumun ayak sesleri dolduruyordu kulağımı. Az ilerde benden bir köprü olsa, geçip gitsem kendimden…
Kırılgan hayallerime tutunmaya çalışıyordum. Uyandığımda başlayan ama akşama kadar sürmeyen hayallerime…
Gün çok uzun sürmüştü. Neredeyse gün boyu cadde ve sokaklarda yürüdüm. Etrafımdan gelip geçenleri farketmiyor sadece sesleri duyuyordum, bir dehlizde ilerliyor gibiydim.
İş ve ev, ikisi arasında gidip gelen geçim derdi denilen bir ömür. Akşam olunca elinde birazda olsa dolu bir poşetle evin kapısından içeriye girmek ruhun yorgunluğunu hafifletecek bahanelerdendi.
Akşam soğuğu kendini iyice hissettirince, Mercimek tepeye yani evime yönelmiştim. Demir kapıyı açtım, odaya geçip yorgunluğumu kanepeye bıraktım. Kısa koridorun sağ tarafındaki küçük odanın içerisinde, havalandırması odaya açılan bir tuvalet, banyo yapabilmek için suyun gideceği bir yer bulunan tuvalete bitişik hafif yükseltili bir beton köşe. Burası aynı zamanda bulaşık yıkama yeri zira evin mutfak tezgahı yok. Kısa koridorun sol tarafı yatak ve oturma odası olarak kullandığım bölümdü. İçerisi çok soğuk zira bir kaç gün önce tuttuğum ve şehre tutunmaya çalıştığım bu odanın açılmayan penceresinin yarısında cam var diğer yarısı kırıktı.
Ev sahibi camı kendin taktır dedi. Kiradan düşsek dediğimde zaten kiranın az olduğunu ve bunu kabul edemeyeceğini söyledi. Biraz ısrar edecek oldum, bugün oruçluyum, ezan okunmak üzere daha abdest alacağım dedi ve konuyu daha fazla konuşmak istemedi. Pazartesi, perşembe oruçlu oluyormuş. Kanepenin sağlam tarafında oturup bunları düşünürken üşüdüğümü hissettim. Uyumalıydım. Daha güzel bir güne beni ancak uyku taşıyabilirdi.
Evi tuttuğumda, yakın bir arkadaşımın bugünleri atlatmamda bana yardımcı olması için kırık kanepesini ve bir kilimi hediye etmesi evimi yaşanabilir hale getirmişti. Gün boyu yürüyerek çok yorulmuştum. Kalın gocuğumu ve çoraplarımı çıkarmadan uzandım. Kırık kanepe kaburgalarımı rahatsız ediyordu ama olsun en kısa sürede bu duruma bir çözüm bulmayı ümit ediyordum. Yerdeki kilimi üzerime yorgan yaparak pencereden gelen soğuğun etkisini biraz da olsa azalttım. Kendimi kenar mahallenin karanlığına ve sessizliğine bıraktım.
Şehirde azımsanamayacak sayıda tanıdığım vardı ama bu durumda kapısını çalacağım kimse yoktu. Ya da ben öyle hissediyordum. Babam bana ne umutlar bağlamıştı. Şehirde çalışacak çok para kazanacak ve gerideki ailemi perişan etmeyecektim. O günleri görmeden kimselere de görünmek istemiyordum.
İlerleyen günlerde katalog üzerinden sattığım ürünlerin bir kısmının teslim edilmediğini beni arayanlar tarafından öğrenmiştim. Müdür bey bu durumu kısa sürede halledecekti çünkü piyasa ekonomisi şu an biraz durgundu bana böyle söylemişti. Ben bu durumu bir kaç kez müşterilerime dilimin döndüğünce anlatmış ama siparişlerin iptal edilmesine engel olamamıştım. Müdür beye göre moral bozmak yok umudumu kaybetmeden daha çok gayret etmek vardı zira piyasa çok iyi olacaktı.
Müdür beyin, söyledikleri ile yüz ifadesini oturtamadığım bir hali vardı. Bu durum her geçen gün daha da belirgin bir hal alıyordu. Ben her şeye rağmen onun sözlerine tutunarak geleceği kurgulamaya çalışıyordum.
Cumartesi büyük patron olduğunu öğrendiğim kişi büroya gelmişti. Uzun uzun Müdür beyle konuştular. Çayları ben servis yapıyordum. Ben çay tepsisiyle içeriye girince susan Müdür beyin ve patronun yüzü pek iç açıcı değildi.
Pazar günüm evde yatağın içinde bol bol düşünerek geçti. Yeni hafta da satış için nerelere uğrayacağımı not aldım.
Pazartesi elimde peynirli ve zeytinli iki poğaça ile kapısını çaldığım, benimle şehir arasındaki tek bağlantım olan şirket kapalıydı. İçeriden ses gelmiyordu, kapının üzerindeki Umut Pazarlama levhası da sökülmüştü.
Çok gerçekçi,betimlemeler orjinal,kaleminize sağlık…
BeğenBeğen
Teşekkür ederim Efendim.
BeğenBeğen
Kendimi kenar mahallenin karanlığına ve sessizliğine bıraktım
Kalemine sağlık Adem hocam
BeğenBeğen