Dikkat dikkat bu bir gezi yazısıdır. Şimdi efendim köşe yazısı, öykü derken kendini şiirde bulmuş biri olarak dedim ki neden bir gezi yazısına da burnumu sokmayayım. Affedersiniz kalem atmayayım. Olur mu olmaz mı orası Allahualem.
Gelelim bu yazıya konu olan şehre. Lafı uzatmadan diyeceğim ama uzadıkça uzadı bir türlü giremedim konuya. Tamam tamam bu sefer başlıyorum.
Dresden Almanya’nın doğusunda mükemmel tarihi dokuya sahip bir şehir. 15. Yüzyıldan beri Almanya’nın Saksonya eyaletine başkentlik yapıyor. Kıyısında yer aldığı Elbe Nehri ise şehre masalsı bir iz bırakıyor. Fakat biz gittiğimizde nehirin suları epey çekilmişti. Bu sene yeterli yağışın olmaması bunda etkili olmuş. Bilen bilir benim üç afacanla yolculuklarımız manşetlere taşınsa yeridir. O sessizliğin yorgan gibi örtüldüğü şehirlerde biz dikkat çekmeye devam ediyoruz. Ama ne yalan söyleyeyim bizimkiler de çok sevdi bu şehri. Dresden’e Elbe’nin Florensası derlermiş. Yalan da söylememişler hani. Yazın Florensa’ya gittiğimde birazcık buruk ayrılmıştım. Gezilecek o kadar çok müze görülecek bir sürü sanat tarihinin yapı taşı vardı ki hem zaman hem malumunuz bizimkilerle yarım kalmıştı. Şimdi karşımda küçük bir Florensa vardı. Benim koca yürekli dostlarım dediler ki gel biz çocukları alalım gezdirelim yedirelim içirelim sen de şu güzelim şehrin tadını çıkar. Bu son zamanlarda duyduğum en harika cümle olabilirdi. Tabi kulaklarım inanmamakta ısrar ediyordu. İki nazlandık tabi biz de. Aman efendim olur mu zahmet vermeyelim derken kendimi arkalarından el sallarken buldum. İşte gezimiz aslında o zaman başladı.
Öncelikle şunu demeden geçemeyeceğim. Dresden bence Almanya’nın Anka’sı. Şehir İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar bombalanmaz. Almanya teslim olduktan sonra, birilerinin adeta intikam almak istercesine acısını bu güzelim şehirden çıkarmasına sahne olmuş tarih. Dresden bombalaması diye geçen bu olay yüzbinlerce kişinin ölmesine ve şehrin yerle bir olmasına sebep olmuş. Ama şimdi şehre baktığınızda tarihi dokuya zarar vermeden o küllerin ve enkazın altından yeniden doğduğuna şahit olursunuz.
Elbe Nehri ile şehir eski ve yeni olarak ikiye ayrılmış. Bu zarif ayrımın sol tarafında Altstadt dediğimiz Dresden’in sanatsal ve tarihi merkezi bulunuyor. Neustadt dediğimiz kısım ise daha çok yerleşim yerlerinden meydana gelmiş. Altstad’a girdiğinizde sizi muhteşem opera binası Semperoper karşılıyor. Binanın dış cephesi, mimarisi büyüleyici. Birçok ünlü opera gösterisine ev sahipliği yapan Semperoper dünyanın dört bir yanından sanatseverleri de ağırlıyor.
Ama beni hem yapısıyla hem hikayesiyle en çok etkiliyense Frauenkirche oluyor. Bu kilise Barok mimarisinin önemli eserlerinden kabul ediliyor. Fakat bombardımanda dış cephesi tamamen hasar görüyor ve 1990 yılına kadar bir moloz yığını olarak şehrin ortasında duruyor. Daha sonra tadilat edilen barışın da sembollerden olan Kadın Kilisesi 2005 yılında tekrar hayata dönüyor.
Bence Almanya’nın diğer şehirleri Dresden’i kıskanıyor olabilir. Çünkü sanki Almanya tarihi bu şehirde toplanmış vakarlı şekilde bu şehre yolu düşenleri karşılıyor.
Şehrin bir diğer önemli yapısı Zwinger sarayı. Sarayın bahçesi tadilatta olduğu için çok gezemedik ama şehri yukardan seyretmenin tadına vardık.
Yılbaşının yaklaşmasıyla birlikte şehri ışıklandırma çalışmaları da başlamış. Hatta bu şehirde ciddi bir Noel turizmi var. Saatlerin alınması havanın erken kararmasıyla birlikte bizler de şahit olduk bu ışık şölenine. Akşamları da farklı bir güzel şehir hani. Bu arada bunu saklayamayacağım ama çok büyük bir çikolatacı var şehrin merkezinde.İçinde de küçük bir çikolata müzesi. Evet itiraf ediyorum bazı günahlar işlenmiş olabilir, diyete kocaman bir virgül konmuş olabilir. Reklam mı olur adını vermek bilemedim ama Comandas adındaki bu çikolata dükkanı çocukluğunuza kısa bir kaçamak yapmanızı sağlıyor.
Velhasılı aslında bu şehirle ilgili söyleyecek çok sözüm var ama sözü uzatıp şehrin büyüsünü de bozmamak lazım. İmkanı olan olursa bir uğrayıversin bu şehre.
Bir Cevap Yazın