Aslı’m / Ahmet Terzioğlu

Bir hal oldu bana Aslım’ı gördüm,
Bir şey diyemedim halden utandım.
Bilmem hasta mıydı yaslı mı gördüm,
Renkten renge girdim aldan utandım.


Uzaktan seyrettim yaklaşamadım,
Derdimi bir türlü paylaşamadım.
Yanına varıp da söyleşemedim,
Kurudu damağım dilden utandım.



O geldiği zaman bahar gelirdi,
Dilinde nağmeler coşar gelirdi,
Yüzü gonca gonca açar gelirdi,
Dikene takıldım gülden utandım.


Dağlarda yollarda kırda arardım,
Her gece hayalde düşte görürdüm.
Gel dese düşünmez anda varırdım,
Kalkıp gidemedim yoldan utandım.


Ahmed’im bir dilek dileyim dedim,
Aslı’mı defterden sileyim dedim,
Canıma kıyıp da öleyim dedim,
Mevla’dan utandım, kuldan utandım

Bir Haykırış / Deniz Akif Mahir

Rabbim! Dedi:
Sustu, kış yaprağına düçar
Kar çiçekleri, ağladı.
Oyuklar oyuldu tırnakla.
Zemheri üçe bölündü:
Üçüncüsü, direndi şafağa
Aylar hep ve hiç yirmi sekiz
Yıldan ikisi eksik ve fazla.
Rabbim!
Bütün arda kalan iki ve üçler
Hep beyaz yazmaya mı ilişti?
El dizle, göz baharla…
Yutkundu:
Ceylan yavrusu sırtlan pençesinde
Dağlandı,
Sinem, kor harmanı, koruyamadım!
Doğar küllükte zulüm
Saplanır hovarda mızrak
Kimi cana, kimi dikişli kuleye
Kimi her ikisine.
Ciğer, yanar ciğere
 Akrep ve yelkovan durur,
Kırka bir kala,
Sine yolcu Tur’a.
Çeşmi Asa’ya hayduttur,
Afarozlu uç, kızıl ok!
Nehirler emanetidir nâr’a
Bilek(çe)ler tutukludur
Mühürlü mektuplara.
Ana rahmine doğmuş
Üç beş harflik mezar taşı.
Ana doludur kemer
Irmak ırmak besler
Gökkuşağına gezgin gülleri
Zar’a atılır ayasız el,
Ak zeytin dallarında.
Kesik serçe tırnağı,
Baykuşlara bayram
Al çehreli göz,
Yeşil beşik tavanında.
Kır at vurulur nala,
Kaldırıma düşer kırat.
Kül küfesi savrulur
Yüze vurur isi
Kederi yükler kadere.
Dilde perdeli zerreler,
Okunur mazgal merhametine.
Kilitlenir ağaç kavuğuna
Üçer beşer ters sıralı
Ur, mızrak, ok, kül…
Güvercin kalbi ısıtır
Siyah bilekçe ayağını,
Güvercin ve pervaz, marisanda…
Allahım!
Yalnız değilim tek başımayım


Deniz Akif Mahir

Sımsıkı Sarılsam / Elif Özbek

..Hani şöyle sımsıkı sarılsam..
sana dair tüm hasretim,kollarımın arasından akıp gidecek gibi..
Senden uzakta geçen zamanın telafisi olacak,zaman sanki bıraktığımız yerden devam edecek gibi..
Sancılı sürecin açtığı yaralar,izler kaybolacak..
Ruhumdaki tüm boşluklar kapanacak,kalbimde kelebekler yine yeniden uçacak gibi..
Hayat tekrar heyecanla yaşanmaya değer bir hal alacak gibi..
İçim bir yangın yeri,..katıksız bir aşkla bağlanmanın, sonrada ayrı kalmanın dayanılmaz acısını hissediyorum..
Kaçacak yerim yok,..
Hani şöyle sımsıkı sarılsam..
Tüm acım,sızım gözyaşlarımla dökülüp gidecek gibi..
Aramıza giren yollar eriyip yok olacak,..
buna sebep olanlar utanıp mahcup olacak..
Çıkarımlar yapılıp,kıymetlerimiz daha bi anlaşılacakmış gibi..
Hani şöyle sımsıkı sarılsam..
Dünyadaki bu kargaşaya rağmen,reva görülenlerin aksine,
Hafızamdaki unutulmaya yüz tutmuş,..
insanlığa dair umutlarım canlanacak..
Korkmadan bir cesaretle yarım kalmış hayallerim tekrar kurulacak gibi..
Hani şöyle sımsıkı sarılsam..
Sensizliğin tüm yorgunluğu unutulacak,..
Gün yeniden ağaracak,tüm varlıklar rengine kavuşacak..yitirilen anlamlar bulunacak gibi..
Hani şöyle sımsıkı sarılsam..
Sessizliğin perdesini yırtıp,..
geçen zamandan kelimelerin hıncını alırcasına avazım  çıktığı kadar..onları sese dönüştürmenin,sevincine ortak olacak gibi..
Hasretle beklemenin yerini, kavuşmaya terkettiği..sana dair gurbetin sona erdiği..
İçim içime sığmayacak gibi..
Hani şöyle sımsıkı sarılsam..
Aşk,sevgi, muhabbet daim olacak..
Ömrüm bahar olacak gibi..
Hani şöyle sımsıkı sarılsam..

İçimdekiler / Ayşenur Özdaş

Mavinin en açık tonundan en koyu tonuna doğru uzanan denizin kenarında, irili ufaklı taşlarla arkadaş olmuş kumsalda uyuyorum ben. Taşların sıcaklığı bedenimi tatlı tatlı yakarken gözlerimi açıyorum. Denizin tuzlu suyu bacaklarımda gezinirken daha fazla serinliğe ihtiyaç duyup korkusuzca tüm bedenimi denizle buluşturuyorum. Nefesimin yettiği kadar, bacaklarım kollarım enerjisini tüketene kadar yüzüyorum.

Derinlere doğru yüzdükçe hislerim, düşüncelerim, geçmişim yükleniyor omuzlarıma. Evet, bu denizde boğuluyorum. Enerjimi tüketmiş, yüklerimi omuzlarıma almış halde vazgeçiyorum. Bazen bir el beni derinlerden çekip kurtarıyor. Bazen de son bir umutla çıkıyorum bittiği yeri göremediğim denizden. Çıkarken sersemliyorum, dengem kaybolmuş düşüyorum sıcak taşların üstüne. Dizlerim kanayıp bacaklarımdan aşağı doğru süzülürken sevdiklerimi görüyorum. Yanıma geliyorlar. Yaralarımı sarıyorlar, gülüyoruz, eğleniyoruz, paylaşıyoruz hayallerimizi, düşüncelerimizi. Peki ben bu denizin ne kadarını paylaşıyorum onlarla? Denizin derinlerinde neler yaşadığımı, ne düşündüğümü nereden bilecekler? Bilemeyecekler. Tıpkı benim onların denizinde, derinlerinde olup biteni bilemediğim gibi. Hem zaten her zaman sevdiklerimle yan yana değiliz. Bazen yanında bulunan insanlarla aranda kilometreler olurken, aranda kilometreler olan insanlarla daha yakınızdır. İşte bu her seferinde insanı yaralıyor. Güneş ufuktan son kez bana bakıp kaybolurken karanlık çökmeye başlıyor. Ay ışığı denizden yansıyıp gecemi aydınlatıyor. Deniz geceleri kopkoyu bir renge bürünüyor. Beni korkutuyor. Bu yüzden geceleri, sabahki sıcaklığını kaybetmiş kumsalda uyumak iyi hissettiriyor. Hem geceleri denize girmek tehlikeli değil mi Doktor Hanım? diye bitirdi konuşmasını.

Gözleri merakla cevabımı bekliyordu. Benimse beynimde bir sürü düşünce birbirini kovalıyordu. Bu Dilan’ın benimle en uzun konuşmasıydı. Sorduğum sorulara ya kısa cevaplar verir ya da hiç cevap vermez uzun uzun bakardı üst üste koyulmuş kitaplara. Psikiyatri bölümünü seçerken hiç iletişim kuramadan elimden kayıp giden hayatlar olacağını biliyordum. Dilan ile iletişim kurmayı başardık. Buna seviniyordum. Bedenini yıpratan ruhunda neler olduğunu, ne hissettiğini bana anlatmasını istemiştim. Bugün bunu bana anlattı. Yaşantılarıyla dolu olan o denizde neler olduğunu merak ediyordum. Onu derinlerden çekip çıkaran elleri, umut veren olayları, sevdiklerini bilmek istiyordum. Haftaya ki seans tarihini belirleyip Dilan ile vedalaştık. Her zamanki siyah çantasıyla buruk gülümsemesiyle baktı gözlerime ben ardından kapıyı kapatırken.

  Kimi Zamanlar! / Ertekin Ekin

    İçi boş şeylerin arasından usulca ayrılıp sessizlik arar kalbiniz bütün boğulmuşluklara inat! Zamanın ve mekânın içerisinden ustaca sıyrılıp dingin bir koyak arayışıdır belki de bu. Söz denizi bitmiş tükenmiştir gelinen noktada. Geçmişten kalan ne varsa tortu olarak bırakmak istersiniz usulca. Kulağınızda tın tın eden bir ses olur Kafka’nın o cümlesi ‘‘şimdi sirenler kendi çığlıklarından çok daha ölümcül bir silaha sahiptir o da sessizliktir!’ Usul usul bir arayıştır belki de yapmak isteyip te yapamadıklarınız. Dışınızda kopan fırtınalar belki de içinizde yaşadıklarınızın bir mukaddimesi olabilir!

    Onlarsız olamaz dersiniz de içiniz bir içim su olur akıp gider. Sessizlik soylu bir arayıştır belki de öyle her isteyenin kolay elde edemediği!..Bir yanı şiirdir ve öbür yanı illa ki musikidir sessizlik arayan kalbinizin. Kimi zaman gecenin en koyusuna bürünür ve musikinin ılık iklimine bırakıverirsiniz de yakalayabilirsiniz o Hint kumaşı sessizliği. Hele bir de gönül telinize derinden dokunan şiirlerle/musikiyle baş başa kalmışsanız söylenecek fazla söz yoktur. Salıverirsiniz kendinizi damlalar eşliğinde eksilen yanlarınızla sessiz sessiz. 

   Acıyan yanlarınıza, gönül sızılarınıza, hasretten kabuk bağlayan yaralarınıza!.. Bir merhem gibi iyi gelir kendiniz/le kaldığınız o eşsiz dakikalar. Belki de insan kalabilmenin asgari gereğidir bu sessizlik anları. Aslında ruhu okşayan, kalbi mutmain kılan saadet dakikalarını arzu etmek insan olana da pek yakışıyor. Hatta ömrün sair dakikalarında o eşsiz anları yakalama arzusu da öyle. Sizi size getirecek ve içinizdeki denizlerin daha çok köpürmesini sağlayacak yakaladığınız bu sükût dilimleri. İşte tam da yanık sinelerin çağlayanlarından kopup gelen berceste mısralar eşliğinde bir/az huzur iklimi solumaya başlarsınız bu dakikalarda. Ve hitamı gecenin, karanlığın ve de her şeyin dağdağasından ırak, usul usul ve de sessizce yaşarsınız asude iklimlerde gezinir gibi!..

   Kelimeler ah o eşsiz kelimeler..Alır götürür sizi en tenha yerlere. Her biri bir genç kızın işlediği bir kanaviçe gibi değerli gelir o anlarda. Ve her biri berceste mısraların içerisinde tıpkı inci bir kolye gibi nasıl da gözünüzü/gönlünüzü okşar. Siz alın bunu mısraların değil de sessizliğin ahenkle raksı olarak okuyun size eşlik eden. İnanın değişen bir şey olmaz; ses, ahenk, ritm, armoni ve ortaya çıkan enfes sessizlik melodileri. Şiirler, musikiler, sessizliğin o sihirli ikliminden uzakta değildir zannımca. Coşkun duygu selleri sebep olur da musiki, havzını billur sularla doldurur sessizlik atmosferinin. 

    Dedim ya sessizlik arar kimi zaman insan. Dışındaki bütün anlamsız gürültü ve kirliliğe inat!.. İşte her şeyin sus/pus olduğu o anlarda bir şiir bir musiki eşlik eder sessizliğinize. İlle de bir şair olmak gerekmez ‘can suyu’ olan o bulunmaz/eşsiz ses’in özlemini/hasretini duyabilmek için. Belki bir ömür yaşanılası/gıpta edilesi zaman dilimleri kapımızı çalmak üzeredir. Yeter ki hüzne ve yeter ki eksi/k olana/kalana kaybetmesin içimizdeki biz. Ve dilimizden en kalbî şekilde dökülsün Yahya Kemal gibi ‘‘Yâ Rab bana bir ses yaratan kudreti ver’’ Ver ki, Sessizlik arasın gönüllerimiz kimi zamanlar!

Değişti / Erkan Bilgin

Takvimler döküldü yaprak yaprak, zaman değişti
Saçlarıma düşen akta imtihan değişti
Evhamlar çaldı huzurumun nikabını
Tükendi nev-baharım derman değişti

Güveler sardı ruhunu zamanın, an değişti
Gönülde vicdan, akılda izan değişti
İhanet sarmalında işlendi bu cinayet
Şaştı adaletin terazisi, mizan değişti

Eğrildi şimdi gözler, hüsn-ü zan değişti
Satılmış kalemlerden akan kan değişti
Doğrular yalan oldu güzelse bir çirkin
Nefis debdebesinde nice insan değişti

Firkatin kasırgasında şimdi canlar, figan değişti
Baykuşlar tünedi hayallere, aşiyan değişti
Firavunlar çıkardı bu karanlık dehlizler
Musa ile insan, asa ile umman değişti

Mana ikliminden süzüldü ahenk, mekân değişti
Billurdan elbisesini giydi cisim, burhan değişti
Seherin yakarışında aralandı bu hikmet
Kâinat senfonisi dokundu kalplere, iman değişti

Ve şefaat pınarından kanan değişti
Ümmet olma şerefiyle yanan değişti
Varlık alemine gönderildi bu rahmet
Kalbini kalplere bağlayan insan değişti

Masal Yeni Başlıyor / Zeynep Bilgin

Bir adam umudu buldu
Ve karşılıksız bıraktı insanların gözlerinde
Bakışlar keskin bir susturucu
Herkes gördü bahar çiçeklerini birinde
Adam sakince yere bıraktı onu
Elleri bembeyaz yüzünde
Gitgide kırıştığını fark etti
Ömrünün serverliğinde
O da yıllardır amacını arıyordu
Oysa ne derdi vardı ki dünyalık meselelerle
Başıydı uçurumun, yolun sonu
Ama bir şekilde süsledi kendince
Yaşamın iplerini sıkıca senin için tutan biri mi olmalıydı
Adanmış olmak istedi adam sessizce
Nefrete umutları ekleye ekleye
Boğmak istedi masumların suçlusunu
Yazmak istedi mahkumların mektubunu
Ve olmak istedi adam sadece kendisine korku
Dünya dönerken o aradığını bile bilmediği amacını buldu
Son nefesini kesik kesik gülerek verecekti o
Musibetleri seve seve kucaklayacak
Adam sakince yere bıraktı umudu
Ve unuttu bulduğunu
Kalbine yerleştirdi kendi gerçekliğini
Öyle ya da böyle yaşıyorum dercesine
Başıydı bu henüz masalın,
Soğuk bir kışın ortasında
Ama kalbim üşümeden.

Umut Pazarlama / Adem Yağmur

İki poğaça alabilir miyim?

Tezgahtar  biri peynirli diğeri zeytinli iki poğaçayı poşete koydu. Yolumun üzerindeki bu pastane uğrak yerimdi. İşyerinde sabah çayı bu saatlerde hazır oluyordu.

Bir bardak çayla birlikte arka odaya geçtim. Pencereden dışarıyı izleyerek çayımı yudumluyor, poğaçalarımı atıştırıyordum.

Firmanın çalışanlara eğitim verilmesi için düzenlenmiş odanın tek müdavimi bendim. Satıştan yüzde on almak, başka iş bulana kadar burası benim için bir sığınak.

Sonbaharın serin günlerinde  boğazımdan geçen çay, iksir gibi bedenimi ısıtıyor. Sıcak çayla, havanın serinliği ortaklaşa bir senfoni seslendiriyor. Her yudumda ruhum daha da sakinleşiyor.

Dünkü gayretime rağmen hiçbir şey satamamıştım. Cebimde beni  yarına taşıyacak bir paranın olmaması beni işyerinde demlenen çaya zorunlu yoldaş ediyordu.

Çayı içerken bardağa yıllarımı sağaltıyorum. Geçmişi, geleceği velhasıl her şeyimi bardağa doldurup, boşaltıyorum ama  elimde kalan yine boş bir bardak.

Yeni firmanın yeni müdürü elinde bir bardak çayla eğitim odasına geldi ve yarınlar adına  çok umutlar vadetti. Benim bu firmada ilk eleman olarak çok kısa sürede başarılar elde ederek açılacak ilk şubenin müdürü olacağımdan, iş başvurularını değerlendirdiğinden ama benim gibi dürüst insanlarla çalışmak istediğinden bahsediyordu. Genç müdür  pazarlama alanında  piyasaya  yeni bir soluk getireceklerini farklı ve özel ürünler araştırdığını kalite ve güvenin adresi olacaklarını bir bir anlatıyordu. Çok heyecanlı idi. Uzun uzun konuştu, elindeki çay  bitmiş ve bardak soğumuştu. Ben bir bardak daha içer misiniz dedim, bu sayede çayının bittiğini anladı.

Bu gün işe çıkmak istemiyorum. Kendimi iyi hissetmiyorum. Çayı içer içmez kendimi dışarıya attım. Yürümek sadece yürümek istiyordum.

Kaldırımları işgal eden lokantaların masaları ve müşterileri. Kapıdaki  garson devamlı buyrun diyerek gelip geçenlere o günkü menüyü tekrarlıyor.

Yalnızlığı arayan ruhumun ayak sesleri dolduruyordu kulağımı.  Az ilerde benden bir köprü olsa, geçip gitsem kendimden…

Kırılgan hayallerime tutunmaya çalışıyordum. Uyandığımda başlayan ama akşama kadar sürmeyen hayallerime…

Gün çok uzun sürmüştü. Neredeyse gün boyu cadde ve sokaklarda yürüdüm. Etrafımdan gelip geçenleri farketmiyor sadece sesleri duyuyordum, bir dehlizde ilerliyor gibiydim.

İş ve ev, ikisi arasında gidip gelen geçim derdi denilen bir ömür. Akşam olunca elinde birazda olsa dolu bir poşetle evin kapısından içeriye girmek ruhun yorgunluğunu hafifletecek bahanelerdendi.

Akşam  soğuğu kendini iyice hissettirince, Mercimek tepeye yani evime yönelmiştim. Demir kapıyı açtım, odaya geçip yorgunluğumu kanepeye bıraktım. Kısa koridorun sağ tarafındaki küçük odanın içerisinde, havalandırması odaya açılan bir tuvalet, banyo yapabilmek için suyun gideceği bir yer bulunan tuvalete bitişik hafif yükseltili bir beton köşe. Burası aynı zamanda bulaşık yıkama yeri zira evin mutfak tezgahı yok. Kısa koridorun sol tarafı yatak ve oturma odası olarak kullandığım bölümdü. İçerisi çok soğuk zira bir kaç gün önce tuttuğum ve şehre tutunmaya çalıştığım bu odanın açılmayan penceresinin yarısında cam var diğer yarısı kırıktı.   

 Ev sahibi camı kendin taktır dedi. Kiradan düşsek dediğimde zaten kiranın az olduğunu ve bunu kabul edemeyeceğini söyledi. Biraz ısrar edecek oldum, bugün oruçluyum, ezan okunmak üzere daha abdest alacağım dedi ve konuyu daha fazla konuşmak istemedi. Pazartesi, perşembe oruçlu oluyormuş. Kanepenin sağlam tarafında oturup bunları düşünürken üşüdüğümü hissettim. Uyumalıydım. Daha güzel bir güne beni ancak uyku taşıyabilirdi.

Evi tuttuğumda, yakın bir arkadaşımın bugünleri atlatmamda bana yardımcı olması için kırık kanepesini ve bir kilimi hediye etmesi evimi yaşanabilir hale getirmişti.  Gün boyu yürüyerek çok yorulmuştum. Kalın gocuğumu ve çoraplarımı çıkarmadan uzandım. Kırık kanepe kaburgalarımı rahatsız ediyordu ama olsun en kısa sürede bu duruma bir çözüm bulmayı ümit ediyordum. Yerdeki kilimi üzerime yorgan yaparak pencereden gelen soğuğun etkisini biraz da olsa azalttım. Kendimi kenar mahallenin karanlığına ve sessizliğine bıraktım.

Şehirde azımsanamayacak sayıda tanıdığım vardı ama bu durumda  kapısını çalacağım kimse yoktu. Ya da ben öyle hissediyordum. Babam bana ne umutlar bağlamıştı. Şehirde çalışacak çok para kazanacak ve gerideki ailemi perişan etmeyecektim. O günleri görmeden kimselere de görünmek istemiyordum.

İlerleyen günlerde katalog üzerinden sattığım ürünlerin bir kısmının teslim edilmediğini beni arayanlar tarafından öğrenmiştim. Müdür bey bu durumu kısa sürede halledecekti çünkü piyasa ekonomisi şu an biraz durgundu bana böyle söylemişti. Ben bu durumu bir kaç kez müşterilerime dilimin döndüğünce anlatmış ama siparişlerin iptal edilmesine engel olamamıştım. Müdür beye göre moral bozmak yok umudumu kaybetmeden daha çok gayret etmek vardı zira piyasa çok iyi olacaktı.

Müdür beyin, söyledikleri ile yüz ifadesini oturtamadığım bir hali vardı. Bu durum her geçen gün daha da belirgin bir hal alıyordu. Ben her şeye rağmen onun sözlerine tutunarak geleceği kurgulamaya çalışıyordum.

Cumartesi büyük patron olduğunu öğrendiğim kişi büroya gelmişti. Uzun uzun Müdür beyle konuştular. Çayları ben servis yapıyordum. Ben çay tepsisiyle içeriye girince susan Müdür beyin ve patronun yüzü pek iç açıcı değildi. 

Pazar günüm evde yatağın içinde bol bol düşünerek geçti. Yeni hafta da satış için  nerelere uğrayacağımı not aldım.

Pazartesi elimde peynirli ve zeytinli iki poğaça ile kapısını çaldığım, benimle şehir arasındaki tek bağlantım olan   şirket kapalıydı. İçeriden ses gelmiyordu, kapının üzerindeki Umut Pazarlama levhası da sökülmüştü.

Sürgün Yüreğim / Gülten Bayduz

Aç kalbinin kafesini
Sal gitsin ürkek güvercinleri
Ruhun titrek bir mum ışığı
Bedenin bir ülkenin soğuk kışı
Yüzüne yansımış yakamozlar
Göz bebeklerinde hırçın dalgalar
Gecenin sukutudur çığlıklar
Göz yaşlarındır parlak yıldızlar
Çekilmiş kirpiklere sukûtî sürmeler
Dost bildiklerim karanlığın yareni
Baykuşlar tek bir ağızdan ötüşmedeler
Her anı bir temmuz ateşi aynalar
Ana kucağı aramakta var olanlar
Korkunun esareti altında ruhlar
Tıka basa dolu zindanlar
Uykularım uykusuz dertli
Hayaller kurşun sanki
Dualar yolunu kaybetmiş bedevi
Bir mazlumun duruşu kadar asil
Bir uygurun çığlığı kadar suskun
Kıyıya vurmuş mülteci yorgunluğu
Sürgünüm şimdi yok saydığın benden
Sürgün verdim bitti dediğin yerden

İnilti / Tahsîn-i Kelâm 

Anam yok dert yanayım
Babam yok dayanayım
Yar gelmemiş ayayım
Gönlümün gök yüzüne

Çekmez gönül kantarı
Neşe yok gam ambarı
Bürür bu şom zemheri
Hüznümün örtüsüne

Kâh baygın kâh ayılmış
Bitmeyen yolda yılmış
Ömür gün gün takılmış
Vaktin tel örgüsüne

Bak halime nâzenîn
Baş ayakla hemzemin
Bendeki dert kimsenin
Benzemez öyküsüne

Nerdesin ey âşinâ
Bir çıkmadın karşıma
Yenildim bir başıma
Hayatın döngüsüne

Başı sonu bir hiçtim
Gam renkli kaç ton içtim
Bilmem ne değer biçtin
Sözümün vurgusuna…

Tahsîn-i Kelâm 

WordPress.com'da bir web sitesi veya blog oluşturun

Yukarı ↑