Yüzündeki derin çizgilerin, yaşanmamış yıllardan alacağı olduğu belliydi. Sessizliği, zamanın kör kuyusundan çıkarmış, kendine yoldaş etmiş. Ara sıra kendi kendine konuşmasını duymasam, konuşmayı unuttuğunu zannedeceğim. Büyük dayım, nenemin en çok benimle konuştuğunu söylerdi. Bana en çok yavruuum, bazen de yavrumun cücüğü derdi. Cücük kelimesi benim için çok komikti, kendi kendime, ben bir cücüğüm der gülerdim. Köye her gidişimizde onunla geçirdiğim zaman çok kıymetliydi. Beni görünce gökkuşağı oluşurdu gök yüzünde. Öper, koklardı. Süzerdi beni nemli gözleriyle…
Sabah erkenden kalkar akşam herkesten sonra yatar, yarın çoooook işim var derdi. Yaşıtlarımdan çok nenemle oynardım ama onun çooook işi olurdu. Ekinleri biçilmiş tarlada akşama kadar top oynardık. Toza toprağa bulanmış halimizle, buz gibi Irmasan Pınarı’na girerdik. Bir gün suyun içinde eğlenirken elinde sopayla Yeter teyze belirmişti. Bu durumu gören Ahmet sudan hızla çıkarak yalın ayak evin yolunu tuttu. Yeter teyze oğlunun arkasından koşarken, ocağı sönmeyesice sen eve varda ben sana yapacağı biliyom diye söyleniyordu. Bu manzaradan vaktin geç olduğunu anlayan herkes benim gibi evin yolunu tutmuştu. Ne kadar geç kalsamda beni kapılarda bekleyenimdi Nenem. Bayırdaki evin yola kadar olan bölümü bahçe yapılmıştı. Bahçenin içinde kaynak suyunun oluşturduğu küçük bir göl vardı. Suyun çevresindeki nemli topraktan, evler yapardım. Göl kenarında, içinde birkaç hayvanında olduğu küçük bir çiftlik oluşturmuştum. Nenem yaptığım bu çiftliği görünce, insanın içindeki cennet demişti. Hayat kaynağımdı Nenem.
Yayıkta süt yayar, tereyağ yapardı. Sabah kahvaltısındaki tereyağlı yumurtanın kokusunu, tadını hâlâ unutamam. Evde bol yayık ayranı ve tereyağlı bulgur pilavı olurdu. Köydeki en güzel yemeğim bunlardı. Bahçedeki şeftalileri ilk gördüğümde çok şaşırmıştım. Meyve ve sebzelerin bahçe de yetiştiğini görmek beni çok heyecanlandırmıştı. Ogün çok sayıda ham şeftali yemekten dolayı karın ağrısıyla uykusuz bir gece geçirmiştim. Teyzem bu durumu farkedince bana kalayı bastı ama yine bana sahip çıkan koruyucu meleğim devreye girdi; Sus bakalım, çocuk zaten rahatsız… Bahçeden göçmenin üzerine giydiği yarım eteği sebze meyve ile doldurarak döner. Ben o eteğin içine elimi daldırıp karıştırmayı çok severdim. Sulu bir domatesi dişleyerek yemek, ne güzel günlerdi. Bereketli bir toprak gibiydi nenem. Konuşmalarımla dalga geçen köyün çocuklarıyla oynamayı seviyordum. Benim ismim Güssüm Ebe’nin oğluydu. Köyde hâlâ bu isimle anarlar beni. O benim anneannem derdim, çocuklar bu sözüme katıla katıla gülerdi. O senin Eben oğlum, eben derlerdi. Şimdi yokluğunda ismine sığındığım nenem.
Son günlerinde beni hatırlamaz olmuştu. Ben ellerini öperdim o da berhüdar ol evladım der, etrafındakilere kim bu çocuk diye sorardı. Mekanın anlamının, içinde yaşayanlardan dolayı olduğunu nenem bu dünyadan göçüp gidince anladım. O bizi terk edince, köye dair hafızamda yer alan her şeyi de alıp götürmüştü. Yaşadığım şehirle köy arası yakın olmasına rağmen, ondan sonra mesafeler anlamsız rakamlara dönüşmüştü. Köye gittiğimizde dayılarım ve teyzelerim hiç ondan bahsetmiyor, bundan sonraki hayatları için lazım olan toprak, bağ bahçe paylaşımlarından bahsediyorlardı. Bir hayal gibi geçip gitmişti Nenem.
Nenemi en çok da köye yağmur yağınca hatırlıyorum. Yağmurdan sonraki toprağın kokusuydu Nenem.
Mutfak olarak kullandıkları yerde hem oturulur hem de yemek yapılırdı. Nenem buraya ocaklık derdi. Burada üçlü sacayağının üzerinde her zaman tencere tava olur ama hepsi simsiyah olurdu. Ocağın yanmadığı zamanlarda sacayağının yan yatırıldığını görürdüm, sebebini anlayamamıştım ama daha sonra Nenemden, şeytan yemek pişirmesin diye böyle yapıldığını öğrenmiştim. Sabahları odun ateşinde, bolca yağ konulan, siyahlığından alüminyum olduğu belli olmayan tavada kızartma yapılırdı. Nenem patates, biber, patlıcan, kabak kızartırken beni de ocağın yan tarafına oturtmuştu. Ocaklığın etrafındaki minderlerin hiç birinin renk ve deseni birbirine uymasa da hepsi de alabildiğine temiz ve düzenliydi. Burada ocağın altına çalı çırpı atar, kızarmakta olanları tabağa alır ve bana da bir şeyler anlatırdı. Ben çoğunu hatırlamıyorum ama güzel şeyler anlatır, arada güler, bana iltifat ederdi. Ben dumanın bacadan dışarıya doğru süzülüşüne dalardım. Kırmızı bir alev, kuru odunlar ve göğe doğru yükselen beyaz bir duman. Dumandan oluşan şekiller, bazen korkunç bir canavara, bazen süzülen bir kartala benzerdi. Nenem ineği sağarken, bembeyaz sütün kovayı doldurması bana çok ilginç gelmişti. Köpürte köpürte kaynattığı sütü içersem boyumun uzayacağını söylerdi. Ben de bir gün kahvaltıda sütü içtikten sonra, Nene sütümü içtim boyumu ölçer misin? diye söyleyince sofradaki herkes kahkahalarla gülmüş. Bu hatırayı bana annem anlatmıştı. Şimdi bu anımı kendi çocuklarıma gülerek anlatıyorum.
Adem Yağmur
Neneler toprak kokan neneler.
Kaleminize sağlık hocam
Nenen rahmet.
BeğenBeğen
Okurken gözümde canlanan buram buram geçmişe özlem kokusu aldığım bir hikaye oldu kaleminize sağlık 🌼
BeğenBeğen
Koruyucu meleklerimize Allah rahmet eylesin. Bazen diyorum keşke anam hayatta olsaydı da derdime merhem olsaydı. Sonra diyorum anam çok üzülürdü.
Yüreğine kalemine sağlık Adem Hocam.
BeğenBeğen
Hissiyatınıza aynen katılıyorum.
BeğenBeğen