Ne yazım ne kışım! Arafta kalmış solgun bir baharım. Aylardan kasım mevsimlerden sonbahar.
…
Sonbahar ki!
-Sararan yaprakları hüzünle düşürürken “güz”
-Yaprağıyla, kuşuyla, börtü böceğiyle ayrılık yaşarken “hazan”
-Kısalan günleriyle, ıslak kaldırımlarıyla gönüllere ilham verirken “şairler mevsimi” oluverir.
…
Adına ne dersek diyelim tazelenmenin girizgâhıdır kendileri. Usul usul eskiyle vedalaşıp yeniyle selamlaşma için vakti saatin dolmasıdır. Yıl boyunca pörsümüş, eskimiş, son kullanma tarihi geçmiş duygulara elvedaların sığındığı mevsim olmasının yanı sıra renklerin çığlık çığlığa dönüştüğü arınma kurnasıdır. Ağaç usanmış ve kurtulmaya karar kılmışsa yapraktan bir kere, bahaneden öteye de değildir sonbahar. Taşımaya takati kalmayan sinelerdeki saklı duyguların yaprak döküm zamanıdır. Belki de yaprağın murad-ı ilahisi bambaşkadır bu ayrılıkta. Hazan yemiş takvim yapraklarını bir bir yaşarken sebebi de bahanesi de belli şiirlerinin konusu, şairlerin ilhamı, ayrılık temalı kızıl renkli mısralar; tanıdık nağmelere güftelenirken kâinatın görünmez fırçasıyla boyanmış toprakla buluşmaya kararlı yapraklara hayatımdan çıkmasını istediklerimi yazıyorum. Gözümden gönlümden düşmeye niyetlileri kızıl renkli yapraklarla eşleştirmeyi de unutmuyorum. Sararan yapraklara bir daha yapmayacağım dediklerimi, keşkelerimi, kızgınlıklarımı, her seferinde tövbeyle arındırdığım sözlerimi yazıyorum. Yıl boyu biriken gözyaşlarımı güz yağmurlarıyla buluşturuyorum. Hüznümü alıp götürsün istiyorum. Bunlar da benim murad-ı ilahım. Gecem, gündüzüm, dünüm, bugünüm, değişim hazırlıkları yaptığı eylül-ekim pılısını pırtısını toplayıp giderken bir an endişeleniyorum. Kaçsın istemiyorum sonbahar. Her ne kadar eylülle başlayıp ekimle devam etse de esas kasımla ruhumun mevsimini yakalıyorum. Bu güzellemeler nedir? “Kasım’la, sonbaharla ne demeye çalışıyorum? Ne diyeceksen de artık, yeter! Bu kadar izah da nedir yahu!? “Ne yapayım hiçbir şey izahla çözülemiyor ama izahsız da olmuyor. İzahla yazının amacına ulaşması için şairler yoldaşı olan sonbaharla “kelime tefekkürü” yapmaya yeltendim. Masum sonbahar bahane.
Yaprak… Toprak… Örtü üçlemesiyle perdenin arkasına dalma niyetindeyim. Bu satırları okuyor olduğuna göre sonbahar eşliğinde yaprağın hışırtısında şairler, şiirler, sen ve ben hüzündaşız bundan sonra.
…
Yaprak, toprak ve örtü!
Sanırım, yaprağın hüzne sebep olma durumu sadece sararıp dökülmesinden değil, o vakte kadar tepeden baktığı toprakla aynı noktada buluşmuş olmasıdır. Ağacın onu yok sayışından. Zahirde düşüş manası içeren yaprağın bu veda hali kendi ayrılık, düşüş, kopuş ve yok sayılışlarımı aklıma getiriyor.
Bahçem rüzgâr yemiş, viran olmuş.
Ömrüm sonbahara dönmüş. Dökülen toplanır mı?
Toplansa da yerine konul mu?
Ah! Hüzün yüklü yapraklar!
Nereden bileceksiniz ki kavuşmanın hazzı için ayrılığın şart olduğunu!
Sana sabrım o yüzdendir.
Belki de Sezai Karakoç’un “Seni yok sayacaklar, sen daha çok var olacaksın.” sözüne tam inanabilsem sonbahar halim geçecek. Kabahat sende değil. Biliyorum masumsun. Belki de dallarına veda eden yaprakların asıl niyeti, yaz boyu güneşe doyan toprak adına güneşi kışa saklamak için örtü olmaktır. Ya da kış üşümesin diye şefkatle onu sarıp sarmalamaktır. Kaç zamandır baharlarımız üşüyor bari kışlarımız üşümesin. Renk cümbüşü olan bu örtü yazı demlemek istiyor. Tıpkı söylemesini çok iyi bildiğimiz sözlerin üstünü örterek kelimeleri demlenmeye bıraktığımız gibi. “Sabrıma sükût giydirdim beklemedeyim” sözü de kaynayan günlerimize örtü oluyor. Belki de tüm bu sükûtlar ömrün tadını ötelerde yudumlayabilmek için. O yüzden huzur vermiyor, ömrün tadını buralarda çıkartmaya çalışmak. Dünya, ömrün ötesine kocaman bir örtü. Gözyaşlarıyla saklambaç oynayan ben. Yalnızlığı örtmüş üstüne üşüyor. Tıpkı çocukken ağladığımızı kimse görmesin diye yorganı hıçkırıklarımıza örtü yaptığımız gibi. Ne kadar çok isterim şefkatli bir el geliverse, üzerimizdeki kasvetli örtüyü çekiverse de sabrımızı rahatlatıverse. Yeter demlendiğin deyiverse. Ne kadar çok ihtiyacımız var böyle sürprizlere…! Hani korlanmış ateşi söndürmek için kül ile örtüp sönmesini beklersin de sonra yaramaz bir kıvılcım küllenen ateşten doğmak için fırsat kollar ya işte ben de o yaramaz kıvılcım gibi
hissediyorum kendimi. “Küllerinden doğmak” işte bunun için de Simurg hikâyesinde olduğu gibi önce yanmak gerek. Bu yüzden kızıl sonbahar yapraklarına yakınım.
Sonbahar yaprakları örtü metaforu olmuşken eksik yanlarımız, günahlarımız adına sükûnet ve güven için “Settar” ismine de muhtaçlığım aklıma geliyor. Her türlü hoyratlığıma karşı kusurlarıma Settar bonusu beni bu günlere getirmişti. Hira’da yalnızlık arayan Hz. Peygamber ilahi vahye muhatap olduğunda karşılaştığı hâdisenin azameti ve haşyetiyle âdeta konuşamaz hale gelmişti. Heyecan ve haşyetle titreyerek evine ulaştığında Hz. Hatice’ye, “Beni örtünüz! Beni örtünüz!” diyebilmişti. Ne anlama geliyordu bu mukaddes örtü? Hadisenin haşyetini, azametini, heyecanını demlemeye aldıran bu mukaddes örtü, Efendimizin düşüncelerine sükûnet ve güven oluyordu. Düşüncelerimize rehber, yüreğimizin titreyişine sekine olacak güven ve sükunetle sığınabileceğimiz mukaddes örtüler nerelerdesiniz!?
…
Kimileri de kendi art niyetlerini sırıtkan yüzlerini riyakârane “örtü” yaparak yanlışla doğrunun, kötülükle iyiliğin, günahla sevabın üstünü örtmeye çalışmaktalar. Oysaki gerçekler bakidir. Hiç kimseler onaylamasa dahi! Elbet bir gün örtü kalkacak gün yüzünü gösterecektir. Benim ise sırların üstündeki örtünün kalkmasını beklemekten başka bir gücüm yok!
…
Bilgelik peçesiyle aymazlıkları gizleyenler sayenizde cahillikler, ahlaksızlıklar, yoksunluklar çoğaldı. Değerler yerinden oynadıktan sonra sözlerinize ahlakı örtü yapsanız ne olur ki!
Ben yine de; bütün olanlara karşılık “kardeşinin ayıbını, kusurunu ve hatasını örtmede gece gibi olun” nidası ile iyi niyetimi “örtü” yapmaya devam edeyim.
Örtün hafızamı;
Nadanlıkları,
Nobranlıkları,
Kadir kıymet bilmezlikleri unutayım.
Ta ki bedenime toprak “örtü” oluncaya kadar huzur içinde yaşayayım!
Meryem Yıldırım
Bir Cevap Yazın