İnsan Olmak Neydi? / Derya Hekim


Kış iyiden iyiye kendini hissettirmeye başladı. Sokaklardan el etek erkenden çekiliyor artık. Akşam karanlığının da erkenden düşmesi ile bir ayın daha bittiği anlaşılıyor. Mevsimlere ait aylar, mevsimi ile biterken acele etmiyor; birbirinin yerine geçmek gibi bir yarışları yok. İnsan dışında her şey olması gerektiği gibi hareket ediyor.

Gelişen iletişim ağları sayesinde dünyanın dört bir yanından haberdar olabiliyoruz. İzlediğim bazı videolarda insanın terk ettiği yerleşim yerlerini doğanın kendi kendini tamir etmesi olarak yorumluyorlar. İnsan eli çekilince doğa kendi akışı içerisinde değer veriyor taşa, toprağa ya da gölgelenen değerini gün yüzüne çıkarıyor diye de yorumlayabiliriz. Peki ne oluyor sonra? İnsan, doğanın kendini iyileştirdiğini fark edince bu yerler için yeniden planlamalar yapıyor. İnsan eli değince yeniden bozulmalar hasıl oluyor. Şöyle bir düşünce oluşuyor: İnsanın varlığı doğanın dengesini bozmasına rağmen tüm doğa, hayvanlar ve daha nicesi insana hizmet ediyor. Bu kadar nimetin şükrü eda edilmiyorsa gerçekten şımarıklık içerisinde olduğumuzu düşünüyorum.

İnsanı bu kadar hizmetine verilmiş olanlardan ayıran özelliği şuurlu bir varlık olması. İnsan olmasının gereği üzerine düşünmesi, duygulanması ve daha nice insani vasıfları sergilemesi oldukça doğal olanıdır. Birbirine karşı hoşgörü ve tevazu içinde olmak, yardıma ihtiyacı olana el uzatmak, merhametli olmak ne kadar güzel hasletler. Bu güzel haller kişiler arasındaki bağı kuvvetlendiriyor. Hayırla yad ederek ve dualarımızda birbirimize yer vererek bir vefa örneği sergilemiş oluyoruz. Dünya bu şekilde daha yaşanılası bir yer haline geliyor. Yakın bir geçmişe kadar böyleydi. İstikbal endişesi ile kıvranmak yerine ön görülü olmayı öğreten, bu konuda örnek olan tecrübeli kişilerle hasbihal edebiliyorduk. Şimdilerde ise insani değerlerimiz ayaklar altına alınırken gözler kör, kulaklar sağır ve şuur ise kendisine dokunulmadıkça kullanılmaz oldu. Peki ne oldu da bu hale geldi bugün insanlık? Dünyanın pek çok yerinde acılarla kıvranan insanlara nasıl kulak tıkayıp göz yumar olduk? Oysa kâinat bizim için işliyorken, sayısız nimete sahip iken… Ne oldu!

Afrika’da açlık ve sefaletin anlatıldığı belgeseli izleyip televizyon içerisine ekmek kırıntıları atan küçük çocuğun hikâyesi misali, bu kadar ince düşünüp hassas davranmaktan bizi alıkoyan nedir! Galiba bugünlerde bu soruya cevap vermek pek zor değil. İyi biri olmak için çabalamak, iyiliğe davet etmek, zorda olana el uzatmak, yalnız kalanın yalnızlığını paylaşmak, elindeki aşını paylaşmak ne yazık ki artık bir suç unsuru olabiliyor. Korku dağları ardına saklanıp güzel olan ne varsa sırt dönmek bugünlerde maalesef kanıksanmış bir hal aldı.

Merak ediyorum sürekli tüketmek, konfor peşinde koşmak yorucu değil mi sizce de? Duygularımızı, düşüncelerimizi peşinen harcayanların olması ya da kırılmaktan korkup kendimize saklamak yeterince üzmüyor mu? Kim bilir belki de çocukların merhameti, anlayışı, adil oluşu, duygu yönetimi; dünyayı ve hayatı tanıdığını sanan büyüklerden daha gelişmiş olduğu için en çok çocukluk dönemi özlenir. Ya da korku ile törpülenip inceltilmediğindendir.

Derya Hekim

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

WordPress.com'da bir web sitesi veya blog oluşturun

Yukarı ↑

%d blogcu bunu beğendi: