Sınav giriş kartı
Harç ödeme makbuzu
Eski mektuplar
Kalemi elinden bıraktı. Ellerini kaldırıp, gerinerek başının arkasında birleştirdi. Kim bilir kaç saattir yazıyordu? Oysa aklına gelenleri hemencecik not etmekti amacı. Kalem kağıdın üzerinde gezinmeye başlayınca, zamanın nasıl akıp gittiğini bir türlü anlayamıyordu. Yazdıklarının okunup okunmaması şimdilik hiç önemli değildi. Yazmaktan duyduğu müthiş keyif her şeye bedeldi. Hem birçok yazar öldükten sonra meşhur olmamış mıydı? O da notlarını tahta bir sandığa koyar, çatı katına kaldırırdı. Elbet gün gelir, birileri bulur, yazdıklarını gün yüzüne çıkarırdı.
Annesinin sesiyle kendine geldi, “Hayri, hadi oğlum, hayvanları sulamaya götür, hava kararmadan gidip gel bi koşu”. “Tamam anacım” dedikten sonra ahıra gitti. İnekleri yularından çözüp önüne kattı. Akşamın alacakaranlığında inekler önde o arkada, köy meydanındaki su yalağına doğru yola koyuldular. Sabahları okula gitmeden önce hayvanları tekrar sulamaya
götürürdü. Bu sırada abisi ahırı temizler, yemlikleri doldururdu. Ahırın yolunu tutan inekleri bıraktıktan sonra, çantasını kaptığı gibi okula koşardı.
Okul, üç derslikten oluşan, derme-çatma bir yapıydı. Üç derslik olmasına rağmen bütün öğrenciler bir sınıfta toplanırdı. Köyde sadece bir tane öğretmen vardı. Tek derslikte birden beşe kadar tüm sınıflara ayrı ayrı ders anlatıyor, her öğrenciyle tek tek ilgilenmeye çalışıyordu. Hayri okulu çok seviyordu. Okul onun için; şu küçücük köyün içinde, dünyaya açılan kocaman bir pencere gibiydi. Öğretmenin ağzından çıkan her şeyi can kulağıyla dinlerdi. Her bir cümlede farklı hayaller kurar, görmediği, bilmediği bambaşka bir dünya için heyecan duyardı. Okulda bulunan tüm kitapları okumuş bitirmişti. Öğretmeni sırf onun için büyük şehirdeki arkadaşlarından kitap ister, Hayri onların gelmesini sabırsızlıkla beklerdi. Kitaplar gelince dağ,bayır gezerek hem hayvan otlatır, hem de bir çırpıda hepsini okuyup bitirirdi. Kitabı bitirir bitirmez soluğu, ya ekmek yaparken, ya bahçeyi kazarken bulduğu anasının yanında alırdı. Bir yandan annesine yardım eder, diğer yandan kitabı baştan sona anlatırdı. Annesi çok iyi bir
dinleyiciydi.
Akşamları yatsıdan sonra, erkekler köy kahvesinde toplanır, öğretmen beyde akşam çayını içmek için ahaliye katılırdı. Bunu bilen Hayri, bitirdiği kitap, koltuğunun altında kahveye koşar, öğretmenine selam verir ve masaya davet etmesini beklerdi. O masanın etrafında saatlerce kitap hakkında konuşurlardı. Öğretmen yazar hakkında bilgiler verir, başka kitaplarını da okuması için öneride bulunurdu. Bazen saat geç olur, kahvede kimse kalmaz, kahve sahibi ceketini omuzlarına koyup evinin yolunu tutarken, “ Sakın ola, onlara ilişmeyesin” diye çırağı tembihlerdi. Zavallı çırak bir tabure üzerinde, onları dinlemeye çalışır, söylediklerinden bir şey anlamaz, arada uykuya yenik düşerek tabureden yuvarlanırdı. Gürültüyle etrafta kimse kalmadığını fark eden Hayri ve öğretmen, edebiyat sohbetlerini istemeye istemeye sonlandırırdı.
Hayri’nin okuma aşkı ve hevesini bilmeyen, duymayan yoktu. Bir kişi hariç! Babası… Öğretmen defalarca babasıyla konuşmuş, Hayri’nin mutlaka büyük şehre gidip, tahsilini devam ettirmesi gerektiğini söylemişti. Babasını ikna etmek ne mümkündü! “Tarlada çalışacak ırgat lazım” deyip geçiştiriyordu. “Hem abisi de okumadı, ona haksızlık olur” deyip, konuyu her seferinde kapatıyordu. Öğretmen Hayri için üzülüyordu.
Beşinci sınıf bitmiş Hayri okuldan mezun olmuş, çaresizce tarlada çalışmaya başlamıştı. Cebinde her zaman bir kağıt, bir kalem taşır, ne zaman mola verseler, bir ağacın gövdesine sırtını dayar, dizinin üzerinde yazar, çizerdi. Birbirinden alakasız sayfaları gün gelip derleyip, toplayacağına emindi. Şimdilik yazdıklarını bir tek annesine okuyordu. Bir de yaz sonunda, tayini başka bir köy okuluna çıkan öğretmenine yazdığı mektuplara iliştiriyordu. Öğretmeni Hayri’ye sık sık yazıp tavsiyeler veriyor, bazen de mektupla beraber eline geçen kitapları yolluyordu.
……………………………………….
Kaydet tuşuna bastı. Laptobun kapağını kapattı. Yaylı koltuğunda bir tur döndü, şöyle bir gerindi. Oysa beş dakika not almak için oturmuştu. Parmakları klavyenin üzerinde gezinmeye başlayınca, zamanın nasıl geçtiğini anlayamıyordu. Bildiği tek şey tıpkı Hayri dedesi gibi, yazmaktan büyük keyif aldığıydı. Bugüne kadar henüz basılmış bir kitabı yoktu, yayınevlerinin neredeyse hepsini tanıyor, yazdıkları elinde kapı kapı dolaşıp duruyordu. Geçen yıl yeni romanına çalışırken, çatı katında eski tahta bir sandık bulmuştu. Sandığın içinden çıkan sararmış, tozlu yapraklar hayatını bir anda değiştirmişti. Üzerinde çalıştığı amatör romanı bir kenara bırakarak, bütün zamanını dedesinin yazdıklarını derlemeye ayırmıştı.
Önsözü tamamlamanın huzuruyla gülümsedi, şimdi iş, kitabı basacak yayınevi bulmaktaydı. Gerekirse kapılarının önünde yatacaktı.
Aylar süren arayıştan sonra, ümitleri tükenmek üzereyken, bir yayınevi, son dönemlerde, eski hayatların gündem oluşturduğunu söyleyerek ilk baskıyı girdi. Ardından ikinci baskı, derken kitap en çok satanlar listesinde yerini aldı. Hayri sosyal medyanın da etkisiyle kısa sürede tanınmaya başladı. Kitap fuarlarına davet ediliyor, adına imza günleri düzenleniyordu. Okurları “Hayridedeyevefa” konu etiketi altında, köyde imza günü yapması konusunda bir akım başlatınca, yayıneviyle birlikte köye gitmeye karar verdiler. Dedesinin sandığından çıkan siyah-beyaz bir fotoğrafı afiş olarak bastırdılar. Öğretmen ve Hayri’nin eski köy okulunun önünde, yan yana durdukları bir fotoğraftı bu… Ayrılmadan hemen önce çektirmişlerdi. İkisinin de gözlerinde hüzün vardı. Afiş imza gününde duracağı standın üzerine asılacaktı.
Her şey istediği gibi hazırlanmıştı. Hayranları metrelerce uzayan kuyruklar oluşturmuştu. İmzaya başlamadan önce 15 dakikalık bir konuşma yapması istendi.
Okurlarıyla selamlaştıktan sonra, dedesinin kitaplara olan düşkünlüğünü ve okuma aşkını anlattı. Yazmayı ne kadar sevdiğinden, yazdıklarını mutlaka kitap haline getirmek istediğinden bahsetti. “Henüz çok gençken, 30’lu yaşların başında, tarlada geçirdiği elim bir kaza sonucu , aramızdan erken ayrılan dedemin hayali maalesef yarım kalmıştı. Elime geçen tahta bir sandıkla, yazmanın bana, Hayri dedemden miras kaldığını anlamış bulunmaktayım. Dedemin hayalini gerçekleştirmekse bana kaldı. Teşekkürler dedem” deyip imza standına geçti. Kalabalığın içinden yanına yaklaşan bir genç, imzalaması için kitabı kendisine uzatırken; “Afişteki öğretmen benim dedem, lütfen kitabı onun anısına imzalayın” dedi. Ve cebinden aynı fotoğrafı çıkardı.
İki torunun da gözleri dolu doluydu. Fotoğrafın yanında, rengi solmuş birkaç evrak vardı. Elleri titreyerek sararmış kağıt parçalarını aldı. Dedesi Hayri adına düzenlenmiş Devlet Parasız Yatılı Sınavlarına giriş kartı, öğretmenin maaşından arttırarak ödediği sınav ücretinin makbuzu ve Hayri’nin babasından gelen bir mektup! Öğretmenin yazdığı onlarca mektuba istinaden gönderilmiş, sadece tek bir mektup ve olumsuz bir cevap! Geleceği parlak bir öğrenciyi kurtarmak için çırpınan idealist bir öğretmenden, cehalet ve fakirliğe yenik düşmekle sonuçlanan, acı bir hatıra kalmıştı geriye… Hayri ise öğretmeninin bu çabasından hiçbir zaman haberdar olmamıştı.
Gün bitip, imzalar sona erdikten sonra, iki torun afişin önüne geçip yan yana poz verdiler. Öğretmen ve Hayri’nin hüzünlü ve çaresiz bakışlarının aksine onlar, görevi başarıyla tamamlamanın huzuruyla gülümsüyorlardı.
S O N
Not: Bu hikayede öğretmene bir isim verilmemiştir.
Halimeler, Gökhanlar, Nesibeler, Esmalar, Haticeler…..
Tüm öğretmenlerimize ithafen!
Yasemin Tatlıseven
Sevgili Yasemin Tatlıseven kızım; uzun zaman sonra bir şey okurken gözlerim dolu dolu ağladım. Kalemine yüreğine eline sağlık.
Seni yetiştiren anneye, babaya hürmetler ederim, seni yaratan insanlığa hizmet ettiren Allah’a sonsuz şükürler olsun.
BeğenBeğen