Alışıyor İnsan / Gökhan Bozkuş

  Kaldırımlara ürkek bir yabancının ayak basması nahifliğinde dokunan adımlar gibi düşüyordu yağmur taneleri. Onları yakalamaya çalışan minik, haylaz sarı sarı kedi yavrusu gibi görünen yerdeki yaprak denizi arasında yürüyordum Berlin sokaklarında. Seviyorum sonbaharı. Yağmuru, sararmış yaprakları, yağan yağmuru. Kasvetli bir havası var, diyor yeni gelenler. Maviye hasret kalıyoruz burada, diyorlar. Evet doğru. Alışıyor insan zamanla. Neye alışmıyor ki.. Berlin ve sokaklarına aşina olduğunuz Kürk Mantolu Madonna’da Sabahattin Ali de diyor ya: “İnsan tahammül edemeyeceğini zannettiği şeylere pek çabuk alışıyor ve katlanıyor.”

İnsancıklar isimli romanında Dostoyevski de “Fakat insan her şeye alışıyor” diyor. Alışıyor insan. Kapkara bulutlara da, mavisiz gökyüzüne de , yaprak denizine de alışıyor. İşte böyle bir sabah gözüme takılan bir yaprağın hikayesi yazdırdı bana bu yazıyı. Trene binmek üzereydim. Kapıya yakın olan adamın sağ ayağına ilişti gözlerim. Simsiyah botun arkasına dalından kopmuş ıslak bir yaprak adeta sarılmış da yolculuğa çıkmak istiyor gibiydi. Tutunuyordu simsiyah bota. Tutunmak istiyordu. Belli ki alışamamış o. Belli ki kaldırımlar ısıtmamış kurumak üzere olan damarlarını. Belli ki ağaca özlem dolu. Muhayyilemde istifhamlar… Zihnimde uçuk kaçık sorular . Düştü , tutunamadı o sarı yaprak , tutunamadı. Bir kuleden boşluğa kendini bırakan uykusuz gecelerimin öznesi, özneleri gibi bıraktı kendini. Herkes trende yer kapmaya çalışırken ben o yaprağa bakıyordum. Bırakmadım onu yerde. Bırakamazdım. O sadece bir yaprak değildi artık benim için. Yaprak evi dediğim defterime koyacağım. İçinde İstanbul’dan, Ankara’dan yapraklar da olan defterime . Tutunamayan bir yaprak üzerine çok şey yazmak, söylemek mümkün. Ama şimdi susma vakti. Heba romanının yazarı Hasan Ali Toptaş’ın dediği gibi. “Dünya çok gürültülü. Yeterince gürültülü.” Şimdi susma ve tutunamayan yapraklara kulak verme, onları dinleme vakti. Oğuz Atay şerh ediyor şimdi hissettiklerimi…

   Çok şey vardı anlatılacak. O yüzden sustum. Birini söylesem diğeri yarım kalacaktı. Sen duydun mu sustuklarımı.

Gökhan Bozkuş

Sen İçerdeyken Ben/ Zeynep Ayva

Sen içerdeyken ben dışarda  

Çocuklara baktım 

Yemek yaptım    

Umudu pişirdim ocakta 

Bazen de yaktım 

Kirayı yatıramadım  

İş aradım, bulamadım  

Çok kazanırım sandım 

Örgü örüp sattım

Yine de aç kalmadım

Ama bazen kendimi saldım  

Sonra bir Ahmet Kaya açtım 

Emin ol, her şarkısında sen vardın 

Sen içerdeyken ben dışarda  

Pirincin taşını ayıkladım   

Ha, haberin olsun 

Bazı dostları da! ayıkladım  

Sizinkilere çattım 

Bazısını koparıp attım

Ama hak ettiler tatlım

Sen gocunma sakın  

Ben hiç gocunmadım  

Kendime toz kondurmadım  

Fakat, yakıştırmadım 

N’apiim, dayanamadım hayıflandım 

Bir bilsen, ne çok insan ayıpladım 

Kınadığım ne varsa yaptım 

Ama emin ol, hep ismini sayıkladım 

Sen içerdeyken ben dışarda 

Kendimi bol bol sorguya çektim 

Çekindim, sonra kabuğuma çekildim  

Bazen dayanamadım, kılıçları çektim  

Hayallerimi kurban ettim gerçeklere, bittim  

Merak etme iyiyim, ölmedim  

Kaza süsü verdim 

Ama emin ol, yaşamaya devam ettim 

Sen içerdeyken ben dışarda 

Birilerini aradım  

Herkes meşguldü, yalnız kaldım 

Tek başıma sarma sardım 

Sonra yaralarımı sardım 

Canım acıdı, burnum aktı  

Gözüme bir şey kaçtı, ağladım 

Kalktım, mendil aradım  

Amaan, boş ver sen bunları, abartım  

Galiba biraz da saçmaladım

Ama emin ol, tüm bunlar olurken

Yanımda sen de vardın

Sen içerdeyken ben dışarda  

Kendimi geliştirdim  

Yabancı bir dil öğrendim 

Pabuç kadar dil

Odun kırmayı öğrendim  

Kalp kırmayı  

Sonra yakmayı    

Gemileri yakmayı  

Satmayı öğrendim  

Umut satmayı  

Ama emin ol,   sana da sattım   

Sen içerdeyken ben dışarda 

Her gün evin eksiklerini saydım  

Aralarında sen de vardın  

Annemlerle annenler arasında 

Uzun voltalar attım    

Beynimin hücrelerinde adımladım  

La havle çektim, tesbih salladım 

Tavanı mavi olan bir hapishanede  

Herkesten saklandım  

Bazen de serbest serbest dolandım  

Ve bir gün polise yakalandım  

Ne bileyim ben, çevremde kimse yok ki

Görünmezim sandım

Ama emin ol, ben hep senin yanımdaydım  

Sen içerdeyken ben dışarda   

Çok acı çektim, sonra yedim   

Görüş günlerini iple çektim  

Hazırlandım, süslendim  

Sana belli etmeyeyim diye

Acıyan yanlarımı törpüledim, gülümsedim  

Ama gelirken arabam bozuldu,   sonra psikolojim   

Sevinçten ağladım,   sinirden güldüm

Kahkaha attım,   geri döndüm

Çok işim vardı, evi süpürdüm

Ama emin ol,   çok üzgündüm  

Sen içerdeyken ben dışarda  

Çok unuttum  

Kiraları, faturaları

Evden çıkarken, anahtarı

Eski dostları, bazı anıları

Unuttum ve bilemezsin çok hata yaptım

Ne de saftım

Aaahh, çalışmadığım yerden sınandım

Ve galiba, sınıfta kaldım

Çıldırdım, kafayı yedim

Tövbe ettim, dua ettim  

Allah affetsin,  bazen de küfrettim  

Sonra içtim  

Her şeyin üstüne 

Bir bardak soğuk su içtim  

Gittim çay demledim 

Tasayla demlendim  

Eledim elendim

Bilmem ki ben hangi bendim

Ama emin ol, kalbimdeki, hala sendin  

 

Sen içerdeyken hükümet her şeye zam yaptı  

Yumurta besleyici hem de tok tutardı 

Ben her gün yumurta haşladım  

Oğlanlar gürültü yaptı  

Onları da haşladım

Biraz azarladım

Bazen de tartakladım

Ceketimin sol üst cebinde, vicdan azabım  

Her şeyden uzaklaştım

Tıpkı hayvanlar gibi  

İnsanları uzaktan sevmeye başladım  

Bilirsin ben hayvanlardan korkarım  

Ama emin ol, aynısını sen de yapardın 

Sen içerdeyken ben dışarda  

Sessiz çığlıklarımı etrafa savurdum   

Avazım çıktığı kadar sustum  

Bazen sözleri kustum, bazen de yuttum   

Sandım ki ben tam oldum

Olsun, bugünüme de hamdolsun   

Dedim yine sustum   

En çok da, kendimle konuştum  

Yordum kendimi, yoruldum, çok yoruldum  

Öyle yoruldum ki bazen seni bile unuttum

Anılara sarılıp uyudum  

Uyanmak için saat kurdum  

Ah şu gömleğin  

Yataktaki boş yerin  

Ters dönmüş terliğin  

Aferin başardın

Emin ol, yine kendini hatırlattın 

Sen içerdeyken ben dışarda  

Yeni benle tanıştım  

Hiç memun olmadım   

Asıl kendimi aradım, bulamadım  

Sonra ağladım, çok ağladım  

Anamı da ağlattım  

Hasta oldum, hapı yuttum  

Hamdım piştim, dibime tuttum  

Ve bir gün sen ansızın karşımda durdun  

Bense hala yanımdaki seni bekler oldum  

Ve artık bir de kendimi

Bu kez ben kayboldum

İçimde hapsoldum

Sık sık ziyaretime gel olur mu

Hangi ben karşılar seni 

Onu artık sen bileceksin 

Emin ol

Başkaları değil ama sen   

Yeni beni de seveceksin.

Terkettim Bugün / Zehra Yılmaz

Yolum uzun ,  yorgunum 

Bir imkansıza vurgunum

Umudunda solduğum

Varışı terkettim bugün

.

Dünyalık heveslerden göçtüm

Vahalardan çöllere düştüm 

Kanadım kırıldı çöktüm

Yarışı terkettim bugün

.

Kaybettiklerimin ardından 

Bakıyorum uzaklardan 

Ardımdaki  tuzaklardan 

Kaçışı terkettim bugün

.

Her dem bahar  yaşayan 

Bülbüle her yer aşiyan

Beni gülşene taşıyan 

Akışı terkettim bugün

.

Korkardım boşuna önce

Etrafımda bir kavga görünce 

Beni geride bırakan , yüce 

Barışı terkettim bugün

.

Adıma nağmeler düzen 

Bir barışıp bir küsen 

Etrafımda pervane dönen 

Aşığı terkettim bugün

.

Sormayın , neden niçin 

Bu vefasız dünya için

Üzülmeye değmez dediğin 

Her şeyi terkettim bugün

Memleket Kokusu / Sinem Der Ki

Şimdi açık bir çay, iki şeker, biraz da simit olsa

Denizin ortasında bir vapurda.. 

Martı sesleri karışsa yosun kokusuna..

Kalabalık bir kentin gürültüsü,

Gün batımının kızıl örtüsü,

Ve en güzel manzarası olsa şehrin karşı kıyıda ;

Babaların akşam eve güvenle dönüşü..

🕊

Şimdi uzaklarda bir memleket olsa silahsız..

Çocukları mutlu, kadınları yüzü kansız..

Savaşsız, acısız, kavgasız..

Geleceğe umutla, geçmişe ah’sız..

Ve bugüne kaygısız..

Eli ekmek tutan, eli hamur kokan anaların gözü yaşsız..

Şimdi bir memleket olsa;

Hürriyeti, meydan isimlerinden bağımsız..!

🕊

Fakat olmuyor .. 

Ne şehrin en güzel manzarası ufukta görünüyor..

Ne de kavgalar susuyor..

Özgürlük göçmen kuşun kanadında göç etti..

Demir parmaklıklar, zamanı çalıyor..

Sıla gurbete, gurbet sılaya hasret çekiyor..

🕊

Peki hangisiydi zor olan ?

Martıların sesini bile özlediğin sılaya kavuşamamak mı?

Yoksa sılada gurbeti yaşamak zorunda kalmak mı?

Peşpeşe yıkılan ve karşı konulamayan domino taşları gibi,

Yaşanılanları uzaktan seyretmek zorunda kalmak mı?

Birşeyler yapmalıyım diye dövünürken,

Sesini çıkaramamak mı?

Bir deli gömleği geçirilmiş gibi üzerine,

Eli kolu bağlı çırpınmak mı?

Elinin ermemesi mi?

Sözünün geçmemesi mi?

Annesinden dayak yiyen çocuğun,

yine anne diye ağlaması gibi; 

Yabancı yalnızlıklar içinde, bildiğin kalabalığı aramak mı?

Yoksa tanıdıkların arasında yabancı kalmak mı?

Hangisiydi en zoru ?

Doğduğun toprağın hasretiyle yansan da,

Yanan elini tekrar uzatamamak mı ?

🕊

O özlenen toprak ki, denizin ortasında ateşte kalan..

Dümeni bozulmuş, hızla su alan..

Bacasında alevler arşa varan..

Dumanının kokusu etrafı saran..

Ve ne yazık ki insanı derince bir uykuya dalan..

O özlenen toprak ki ; suyun içinde susuzluktan yanan..

🕊

Hangisiydi en zoru?

Vapurun sesine, martının çığlığına, toprağın kokusuna uzak kalmak mı?

Özlediğin herşeyin, aslından uzaklaştığını anlamak mı?

Yaban ellerde yabancılık çekmek mi?

Kendi yuvanda yabancı hissetmek mi ? 

Hangisi ?

Şimdi umuda yelken açan bir vapur yanaşsa rıhtıma..

Alıp götürse dünyadaki tüm çirkinlikleri ve kaygılarını çocukların,

Masmavi sularla yıkasa,

Geride tek bir kötü hatıra bırakmasa..

Güvende hissetmenin huzuru etrafı sarsa

Üzerinden sürgün kuşlar kanatlanıp, yuvalarına uçsa,

Özlemleri, hasretleri oracıkta bırakıp,

yola koyulsa,

Vardığı limanda herşey eskisi gibi güzel olsa,

Şimdi, memleket, memleket gibi koksa,

Ne âlâ…

Karaköy’de Gün Batar/ Yaşar Beçene

Nahit Emre’nin Anısına..

Bir kuş uçar göklere

Galata Kulesi’nden

Ah’lar düşer kalplere

Son veda busesinden

Dokunur mızrap gibi

Öyle en incesinden

Dökülür pastel renkler

Kaybolan gölgesinden

Karaköy’de gün batar

Kalbim aritmik atar

Gece olur sahilde

Hüzün olur her yerde

İnsan biraz koyverse

Yeniliyor her derde

Birazdan yakamozlar

Salınacak belki de

Karaköy’de gün batar

Çoğalırken acılar

Kavururken sancılar

Dağılır gider mi dersin

Ufuktaki bu efkâr

Kaç vapur kalktı belki

Ve kaç daha kalkacak!.

Ayrılıktan hasretten

Hüzünden ve kederden

Karaköy’de gün batar

Erguvan hasretinde

Yanıp tutuşuyorken

Alevden güller açar

Ufku öyle süzerken

Ruhumda bin ızdırap

Karaköy’de gün batar

Son vapur kalkıyorken

İçimde fırtına kopar

Bir mektup kalır geriye

Bir duruş bir haykırış

Bir de s/onsuz acılar

Yüreğim kıymık kıymık!.

Belki sessiz mi sessiz

Acıların içinden

Karaköy’de gün batar

Gelir mi beklenenler

O sonsuz özlenenler

Şafak atana kadar 

Hasret bitene kadar

Karaköy’de gün batar

Hasret/ Mehmet Remzi

Hey benim çocuklugum uçup giden yıllarım
Rüya gibi geçtiniz anılarda kaldınız
Sizden sonraki yıllar acı tatlı geçtiler
Ama siz güzeldiniz şekerdiniz baldınız ..
🌼
Neler görmedim neler şu kısacık ömrümde
Ne sahte dostlar varmış meğer gönlümde
Toz olup uçup gittiler sıkıntılı günümde
Hani kardeşiz diyen dostlar nerde kaldınız !
🌼
Şimdi gurbette gönlüm hüzünle boyanırken
İçtiği acıları şerbet diye anarken
Yaşadığı geçmişin hasretiyle yanarken
Yaşlı ruhuma ümit tutunduğum daldınız
🌼
Hey benim geçmek bilmez masum çocuk günlerim
Hızla geçen ihtiyarlıktan size ünlerim
Dedem ninem annem babamla geçen dünlerim
Şimdi neden bu kadar uzaklarda kaldınız..

Asrın Mazlumları/ İlyas Özkan

* Tahir’in şahsında tüm Yusuflara…

Zalim, zulmüyle dâim âbâd olur mu sandın 
Dur, az daha sabır;  kırılır çarkı cefânın

Kurdukları yalan dünyaları, harâb olur
Her biri kudretliyken, zamanla türâb olur

Tarihin tozlu sayfasına bakma beyhude
Kıtalar dolaşıyor Fir’avn; Nemrut her yerde

Devrin akbabaları, her bir yandan üşüştü
El kadar bebelerin bahtına, hapis düştü 

Zindanlar, çilekeş Yusuflarla dolup taştı 
Bu ne eziyet böyle, âh’lar göğe ulaştı

Bu kaçıncı ateştir,  yangın yeri gönüller 
Bitmedi ezâ; suskun, dost bildiğimiz diller

Yüzüm yere eğilir, tarih ayıplar beni
Susarsam eğer, görüp de mazlumun hâlini

Nefeslendim Seninle/Beyza Bişar

Cızırtı ne kapıda ne pervazında penceremin
Dokundukça sızlıyor kalbimden gün be gün
Nefesim donuyor, ruhum yoruluyor
Yetiştin cizlavet nefeslendim seninle

.

Seninle cizlavet, cizlavet seninle
Nefeslendik diyoruz inan seninle
Kaldık burada elimiz böğürde
Seninle cizlavet, cizlavet seninle

.

Daracık odamda bir ses olsa diyordum
Bir kuş, bir karınca bir yaprak mutluluğum
Ben bu şehirde yapayalnız yoruldum
Yetiştin cizlavet nefeslendim seninle

.

Seninle cizlavet, cizlavet seninle
Nefeslendik diyoruz inan seninle
Kaldık burada elimiz böğürde
Seninle cizlavet, cizlavet seninle

.

Özlemim içimde kemiren bir acı
Ne kardeşim kaldı ne dost ne bacı
Burada herkes bana bin yabancı
Yetiştin cizlavet nefeslendim seninle

.

Seninle cizlavet, cizlavet seninle
Nefeslendik diyoruz inan seninle
Kaldık burada elimiz böğürde
Seninle cizlavet, cizlavet seninle

Silüetin Gölgesi/ Zeynep Bilgin

Soğudum, üşüdüm anne

Bu eziyet daha ne kadar sürecek

Yüzüme bakıp ne olur ağlama,

Her silüet arkasında gölgesini sürdürecek

Güçlü durmalıyım anne

Bizi alaşağı etmek isteyecek

Gökyüzüne bakıp karanlığı karşıla

Her bir yıldız dimdik duracak

Bunlar tercih değil anne

Kelepçeler sıkıyken bile mutlu hissettirecek 

Başka hayatta uçmak üzere

Emin ol kuşlardan daha özgür yaşayacak

Çirkin ve karanlık bir karalama 

Ölmeden önce imza bırakmak isteyecek

Kahkaha atarak gül, anne

Her silüet arkasında gölgesini sürdürecek

Kadın ve Adam/ Erkan Bilgin

Bir gün sevmeyi kuşandı adam

Ve güzelliği giyindi kadın,

Yürüdüler sessizliği incitmeden.

Su, ışık, toprak yürüdü,

Ay yürüdü gölgelerinden.

Sonra bir mehtap aralığında

Değdi adamın sözleri kadının kalbine,

Eğildi kadının gözleri adamın gönlüne,

Titredi gölgenin ayak sesinde yıldızlar,

Tuttu nefesini hırçın deniz,

Öptü usulca denizi rüzgar,

Yuttu öfkesini bulut,

Sustular, kelimeleri incitmeden.

Toprak, güneş, mevsim sustu.

Dağlar sustu sevincinden.

Ve en şuh kelimeler döküldü

Sessizliğin dilinden.

Sevgiden bir nefes çekti kadın,

Tuttu nefesini adam.

Merhametten bir nefes çekti adam,

Tuttu nefesini kadın.

Daldılar, deniz ve mehtabın öpüşmelerine,

Aşkın sükunetine daldılar.

 

 

Birgün alışkanlığı kuşandı adam,

Ve doyumsuzluğu giyindi kadın,

Yürüdüler, sessizliği  korkutarak

Su ,ışık, toprak yürüdü ,

Ay yürüdü gölgelerinden.

Sonra bir mehtap aralığında

Değdi adamın öfkesi kadının kalbine.

Eğrildi kadının gözleri adamın silüetine,

Karardı gölgenin ayak sesinde yıldızlar.

Başını kayalara vurdu deniz,

Kırdı ağaçların dallarını rüzgar,

Kustu öfkesini bulut.

Bağırdı kadın ve adam

Kelimeleri korkutarak bağırdı.

Uzaklaştı kalpler,

Uzaklaştıkça daha çok bağırdılar

Seslerini duyurabilmek için.

Toprak, güneş, mevsim bağırdı,

Dağlar bağırdı sonra yankıyla.

Ve  çirkin kelimeler doğdu

Öfkenin rahminden.

Nefretten bir nefes çekti kadın,

Nefessiz kaldı adam.

Öfkeden bir nefes çekti adam,

Nefessiz kaldı kadın.

Daldılar, gecenin körlüğüne,

Bencilliğin yalnızlığına daldılar.

 

Neyi kuşandığındır işte yaşamın.

Ya sevgidir hikayen ya nefret

Ya gürültüdür şiirin ya da sükunet.

WordPress.com'da bir web sitesi veya blog oluşturun

Yukarı ↑