Can Sıkıntısından Kahrolduğum / Nüzhet Kuzey


Bu beni sarıp sarmalayan his can sıkıntısından daha öte bir şey. Biliyorum. Adım gibi biliyorum. Canımı çıkartmak isteyen bir can sıkıntısı can sıkıntısından daha başka bir şey. Biliyorum. Aynı duygu yıllar önce bir akşam vakti beni boğmaya çalışmıştı. O gün de günlüğüm “ölmediğim akşam” adında bir yazı yazmıştım. Bir kış gecesinin erken saatlerinde kıskıvrak yakalamıştı ve ben kendimi evime zor atmıştım. Vatan caddesi tarafından Migros’un otoparkında telaşlı adımlarla yürüyüp evime zor atmıştım ve ölmediğim bir akşam olmuştu. Hâlbuki o duygu beni öldürebilirdi.

Canımı sıkan bir şeyler var biliyorum. Olmaz olur mu? Ama bu hissin bu kadar kuvvetle beni felç edecek gibi güçlü olacak sebepler yok. Bu daha başka bir şey. İçimde göğsümü parçalayıp, yırtıp çıkmak isteyen başka bir varlık var gibi. Hapsolmuş ve bunalımdan bunalıma giren boğulan ve can havliyle dışarı çıkıp nefes almaya çalışan bir varlık. Sanki denizin dibinde nefesi kesilmiş, oksijeni bitmiş bir varlık. Nefes alması gereken acil. Yoksa ölecek. Bu nasıl bir duygu böyle. Bağırmak, feryat etmek isteyen bir ses. Haykırışlar, çığlıklar doya doya bağırmak isteyen içime hapsettiğim feryatlar. Ve durduk yere ağlama hissi sonra. Neden, niçin. Çözemiyorum. Delirmek, çıldırmak eşiğinde olmak böyle bir hal mi yoksa. Dün geceden beri yatakta dön dön dur…

Geçmişimi özlüyorum. Hem de nasıl. Hasret alev alev. Ben hasret yangınında kıpkırmızı kor. Geçmişi özlüyorum. Gelecek… Geleceğin gelmesi, gelecek hiç umurumda değil. Ölsem hiç gam yemem. O haldeyim. Gelecek olsun olmasın. Hiç önemi kalmadı daha fazla yaşamanın belki de.
Çay yaptım. Porselen demlikte. Bardağımı aldım. Kitabımı aldım. Defterimi aldım. Bahçeye çıktım. Bahçeyi seyre koyuldum. Kapalı bir eylül gökyüzü kül renginde. Hava nasılda aniden değişiverdi. Daha dün pırıl pırıl berrak mavisinde bir yaz gökyüzü… beyaz bulutlar maviliği daha da güzelleştirircesine akıp gidiyordu gökyüzü denizinden köpük köpük dalgaları andıran o bulutlar o engin mavilikte. Şimdi gri kül rengi bir kurşun yüklü gökyüzü. Mevsim ne de çabuk değişiverdi. Yaz nasılda sönüp bitiverdi.

Bahçede, sessizlik içinde feryat eden bir musikiyi dinler gibi eylülü dinliyorum. Eski gençlik yıllarımın sakin gecelerinde çalan kemanların acı feryatlarıyla dolu bir musiki gibi etrafa hüzünlü bir sükûnet havası üflüyor eylül. O rüzgârdan daha çok nefese benzeyen, ölmek üzere olan bir hastanın son kuvvetsiz nefeslerini andıran bir hafif fısıltıyla eylül nefesi… hafif hafif kımıldatıyor yaprakları serin serin bir hüzün. Ah eylül. Nereden geldin böyle aniden… Halbuki yaza daha yeni başlıyor gibiydik.

Ben bakışlarımda sonsuz bir bekleyişle oturmuşum, bahçeyi seyrediyorum engin bir sükûtu içmiş bir halde: sardunyalar son günlerde nasılda serpildi gelişti top top açtı kan kırmızı kadifelerin koyu kırmızısıyla, damla damla hayat fışkıran kan kırmızısıyla. Narçiçeğinin alev renkli parlak kırmızısıyla gittikçe yayılan camgüzeli. Şu maydanozlar ne canlı, ne diri bir yeşillikte. Naneler köpürüyor gibi hayat coşkusuyla yerden yeni yeni sürgünlerle fışkırıyor. Kuzu kulakları ne gümrah ışıltılı bir yeşille can dolu. Kahkaha çiçeği nasıl da sarıldı ardıç çalısına ve her sabah tiril tiril tazelikte o ağaççığın başını mor mor çiçeklerle taçlandırıyor. O cırtlak denilen çiçek en güzel turuncuyla kınalı sarı rengiyle yeşil yapraklar üstünde lambalar gibi yanıyor. Hatmiler uzadı da uzadı en güzel tazelikle etrafa göz göz bakıyor. Kasımpatı tekrar tomurcuklanıyor sarı sarı. Biberler son haftalarda yaşama arzusuyla her gün boy atıyorlar üstlerinde bembeyaz kar gibi nokta nokta çiçeklerle, alt dallarda salkım salkım sarkan yeşil kırmızı biberlerle. Biberiye iyice dallanıp gelişip serpildi. Ne kadar da keskin kokusu var. Elini değdirip şöyle bir okşayınca elden çıkmayan keskinlikte hayat dolu bir kokuyla biberiye. Keskin kokusuyla peppermintler. Semizotları, roka… Domateslerin üstü sarıçiçek yağmuru. Salatalıklar yeni yeni kollarla uzayıp gidiyor canlılık dolu. Akşamsefası ha açtı ha açmak üzere. Isırganlar yine diz boyu delişmen. Hindibalar ilkbahardaki gibi yine çoşmuşlar bahçenin her köşesinden. Biberlerin dibinden bir kök hardal bir bahar sarhoşluğunda…. Her şey nasıl da coşkuyla hayat dolu, capcanlı yemyeşil tiril tiril renk renk… her şey daha ilk gençliğinde taptaze dipdiri.

 Çiçeklerin yüzünde öğrencilerimi görüyorum. Ah eski günlerim. Eski eylüllerim. Cıvıl cıvıl hayat dolu cıvıl cıvıl okul avluları, şen gürültülerle koridorlar. Meraklı azimli bakışlarla kampüsleri dolduran üniversiteliler, delişmen delikanlı liseliler.. hayat dolu gelecek dolu taptaze capcanlı ümit dolu gençler. Bahar dalları gibi geleceğe uzanan… Çiçeklere bakınca öğrenciler canlanıyor gözümde…

Benim üstümde, içimde bu can sıkıntısı. Benim üstümde gel de canımı al ey melek diyen bir hüzün atlası. İçimde bastırılmış feryatlar figanlar, söndürülmüş volkanlar… Gel al. Gel de al canımı. Kurtar beni bu huzursuzluktan bu buhranlar anaforundan diyen bir sesle ben.

Nüzhet Kuzey

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

WordPress.com'da bir web sitesi veya blog oluşturun

Yukarı ↑

%d blogcu bunu beğendi: