Ne / Tahsîn-i Kelâm

Ne sevda masalların biter gönül,
Ne de anlamsız efsunkar yasların.
Ne muallak düşlerin biter gönül,
Ne de kesip biçtiğin kumaşların..

Ne güle şevk ile dizdiğin medhin,
Ne kaç kez özüne verdiğin ahdin,
Ne biter diller döktüğün, ne cehdin,
Ne de bülbülce mahzun ötüşlerin..

Ne yanık yanık nağmeler tellemen,
Ne dîl kârı şiirler bestelemen,
Ne biter yâr nazını irdelemen,
Ne de yoluna düşen bakışların..

Ne yer yer yarım kalmış heveslerin,
Ne çağlayıp boğan hun gözyaşların,
Ne mey diye zehr içtiğin tasların,
Ne biter uçup konma telaşların,
Ne de vuslata ördüğün taşların…

Tahsîn-i Kelâm

Sayıklama (Ben) / Yusufkâr

İçinde kitap kitap cilt cilt dert biriktirip de
Cafcaflı laflarla yürekten diyemem ki bahtiyarım
Saklanmışım çoktandır gülen bir yüz ardına
Bilmem kaçıncı sayım kaçıncı ince hesap
Hep bir tarafım eksik öteki yanım noksan
Ne gülmelerim gerçek ne sevinçlerimiz tam
Yarım mutluluklarım dostsuz yarensiz yarım
Ne zaman gözlerimi gözlerinden kaçırsam
Bekleyişlerin şafaktaki o çığlığını duyarım

Ağlatma şimdi beni çocuklar gülüyor
Hadi çekil kalbimin izbelerine yaralı his
Hüznün insana yakıştığı vakitte bulurum seni
Yanaklarımda yosunlar tutana dek
Ağlayacağım söz
Ağlatma şimdi beni çocuklar gülüyor

Sermayelerim tükendi hazzımın stoklarında
Yediğin içtiğinden utanmak tuhaf şeydir
Kapanır da kapılar okunur ise ezan

O sancıyı kalbimde duyarım her zaman

Çocuğumun gözünde dostumun evladı
Hüzünlü o bakışlar betondan kumdan nehir
Doldururken içimde kuyularımı bir bir
hakiki tebessüme çok muhtacım epeydir
Yüzümde o yalancı sahtekar tebessümle
İnsansam söyleyin ben, ben nasıl yaşarım
Güldürme beni kalbimle gülemem ben
Çok uzak diyarlardayım bir iki dürtmekle
Kendime hemen gelemem ben
Her kahkahamın ardından bin utanç duyarım
Kurtulup hüznün elinden diyemem ki bahtiyarım
Şad olup da gülemedim
Şöyle içten sımsıcacık mesela
İsterim
Kalbim çocukça gülsün katıksız kikir kikir
İsterim
Ne içimde gam kalsın ne de zihnimde fikir
Şöyle içten sımsıcacık mesela
Şad olup da gülmedim doya doya
Ah ulan yalancı dünya

Gönlüm varsaymaları çekimler geçmiş zamanlarda
Farz et ki bensiz,
Say ki bizsiz
Gönlüm var saymaları çekimler geniş zamanlarda
En çok da …

Neyse boşver çay doldur içelim
Yeniden başlayalım yeniden başlamalara
Ekmek arası umut çayla iyi gider
Allah var Hüzün yakışıyor sevdaya
Aşka dahil olan ayrılıklar da uzadı
Çoktandır unutmuşum tatlı vedaları
Sıcak bir çaydanlığın dibinde
Öteki kıyılara yüzdürdüğümüz gemi
Şişedeki şiirimiz vardı mı ola
Mülteci bir adaya
Demli bir bardak çayın içinde
Ne çok kurtarmıştık memleketi
Hatırladım şimdi çayı şekerli içerdim o zaman

Neyse boş/verelim hüzünle dolmuş kalpleri birbirimize
Birbirimize söz verelim ayrılıklar uzamasın bir daha
Bugün çok güzel değil mi deniz?
O eski tablo gibi

Dalgaların dizginleri söküldü yine
Dört nala koşuyorlar bir oraya bir buraya
Şu mavi kisrağın ağzı ne kadar da köpürmüş
Kimbilir kıyıya ölüleri getirmekten yoruldu
Ölümü anmayalım bugün boş taşıyalim tabutları
Bugün ağlamasın kimse ölüsüne
Sen bırak kendini kendine
Ahraz bir meltem ıslık çalıyor bak dinle
Sağır sultanlar yine kendi keyfinde

Kız Kulesini uğurladigimiz bankta
Martıların seslerini unutmuştum mesela
Yosun kokusunu unutmadım asla
Özgürlüğü o zaman kapmıştı ciğerlerim
O günün akşamında sıçramıştı yüreğime
Kiz Kulesinin bizi ugurladiğı o bankta
Masmavi hayaller kurardık umuda hasta
Dalgaları gökyüzü rengine boyardık
Gökyüzünü de deniz rengine

Sahi biz sadece hayal kurarken özgürdük değil mi
Ümidin bizi baştan çıkaracağını o gün sezmiştim
Seni bilmem ama ben gizliden vurgundum ona
Ne çok severdim hatirladım şimdi
Sahi o günleri biz yaşadık değil mi?
O günlerde yaşardık
Hatırladım biz o zamanlar bahtiyardık

Sanki bütün kuşlar şimdi aynı
Tadı yok sahilllerin
Neyse boş/verelim kağıtları sınav bitti.
İnsanlık kalsın kaldığı yerde
Hadi vakit doldu biz gidelim
Bakma öyle hüzünle yüzüme
Sırlı gecenin vedası değil bu gözyaşı
Yırtılacak perdeler biz yine doğacağız
Neyse şu zamana yeniden doğmayalım
Hadi

Çıplak yürekli çocuklarımızı doğurmuş yine dalgalar
Yalın ayak sahillere vuran çocuklarımız bekler
Ahraz çığlıkların dilinde yitik kalmasınlar
Kalp yordamıyla yırtılmaz ki bu karanlık
Eller babasını arıyor tenlerde
Anneler hangi kaf dağında esir
Anka kuşları yorgun yine
Hadi doyuralım ölümün gözünü
Çocuklar ölmesin yine
Hadi biz İbrahim olalım şu azgın aleve
Putlar mi?
Putlar için gelecek İbrahimler
Hadi …
Yusufkâr

An den Hängen des Taunus! / Yaşar Beçene

Tief in meinem Herzen…
Es gibt immer irgendwo.
Wie bunte Blumen an den Hängen des Taunus!

Du bist derjenige, der den frischen Frühling bringt!
Wenn es eine dunkle Nacht ist und die Sterne einer nach dem anderen verschwinden!
Deine Liebe, die mich wärmt wie die heiße Sonne.
Immer wenn ich Heimweh verspüre und das Leid der Trennung tief in meinem Herzen..
Du bist an meiner Seite und überall!
Ich versuche mich jetzt daran zu gewöhnen!.
In dieses neue und schöne Land..
An meine ehrlichen und höflichen Freunde..
Es ist eigentlich gar nicht so schwer!
Ein klares Herz und ein aufrichtiges Lächeln reichen aus, um ihre Herzen zu gewinnen!
Mein Gott! Jeder, den ich hier kenne, ist wie ein Engel!.
In meiner neuen Heimatstadt fühle ich mich wie im Himmel.
ich unterhalte mit neu Freunde!..
Ein schöner Frühlingsabend an den Taunushängen.
Ich traf Freunde, deren Liebe in ihren Herzen sich in ihren Augen widerspiegelte..
Alles ist wie ein Traum.
Nun bin ich glücklicher mit meinen neuen Freunden.
Wie schön ist alles in einer freundlichen Atmosphäre!
Und ich weiß es sehr gut. Mit guten Menschen wird die Welt immer schöner.
An den Hängen des Taunus und überall..

Türkçesi:

Taunus’un yamaçlarında! / Yaşar Beçene

Kalbimin derinliklerinde…
Her zaman bir yer vardır.
Taunus’un yamaçlarındaki rengarenk çiçekler gibi!

Taze baharı getiren sensin!
Karanlık bir gece olduğunda ve yıldızlar birer birer kaybolduğunda!
Beni sıcak güneş gibi ısıtan aşkın.
Ne zaman yurdumu özlesem ve ayrılık hüznü kalbimde derinlerde olsa..
Sen benim yanımdasın ve her yerdesin!
Artık alışmaya çalışıyorum!.
Bu yeni ve güzel ülkeye..
Dürüst ve kibar arkadaşlarıma..
Aslında o kadar da zor değil!
Temiz bir kalp ve samimi bir gülümseme kalplerini kazanmaya yeter!
Tanrım! Burada tanıdığım herkes melek gibi!.
Yeni memleketimde kendimi cennette gibi hissediyorum.
Yeni arkadaşlarla sohbet ediyorum!..
Taunus yamaçlarında güzel bir bahar akşamı.
Yüreğindeki sevgisi gözlerine yansıyan arkadaşlarla tanıştım..
Her şey bir rüya gibi.
Şimdi yeni arkadaşlarımla daha mutluyum.
Dostça bir ortamda her şey ne güzel!
Ve bunu çok iyi biliyorum. Dünya güzel insanlarla güzelleşir.
Taunus’un yamaçlarında ve her yerde..

Seni Diler Allah’ım / Ziya Paşa Akyürek

Derdi içte olanın gözyaşı dışta olur
Kapında ağlaşanlar seni diler Allah’ım

Zemheriler nurunla baharlara yol bulur
Cemalini kullara n’olur göster Allah’ım

Ümmeti Muhammed’in Sende yeri başkadır
Habib’inle bu canlar Seni ister Allah’ım

Takdirine razıdır şu kıyamda duranlar
Duruşlar arzuları yürekten der Allah’ım

Kapının kıtmirleri isyandan uzaktalar
Vuslatına yakınlık izin bekler Allah’ım

N’olur diye başlayan yakarışlar Hicir’de
Kapının açılmasın daim yoklar Allah’ım

Senin olana hâşâ ilişsin zerre bir şey
Hep Senden dileyene Seni Sen ver Allah’ım

Ziya Paşa Akyürek

Çocukluk / Zeynep Bilgin

Sessiz kalan ateş böcekleri,
Gözyaşlarını tutamayan bulutlar…
Hep böyle miydi hüzünlü sonlar?
Onlar bile dayanamadığım romanda.
Bir yaz gecesi uzanıp izlediğim yıldızlar,
Babamın küçükken anlattığı masallara
Annemin söylediği ninnilere benzemiyor.
Daha soğuk, daha karanlık şimdi romanlar.
Ucuza satılan hayatlar,
Şimdi daha bir kıymetsiz.
Hayallerini yazmak yerine
Pişmanlıklarını yazan yazar,
Düşlerine, görüşürüz, diyenlere selamlıyor.
Roman, annemin ninnileri gibi değil
Uykumdaki periler artık gelmiyor.
Her sene, bir yaş daha fazla,
Çocukkenki, kelimesi bile git gide unutuluyor
Zaman çok hızlı akıp giderken
O zamanları özleyeceğinizi kim söyleyebilir kendine
Romanın sonu artık pek güldürmüyor
Hayatlarımız yeni bir öyküye konuk giderken,
Büyümek hiç cazip gelmiyor!

Zeynep Bilgin

Gün Görmemiş Şarkılarımız Var Bizim / Zehra Yılmaz

 Gün yüzü görmemiş ŞARKILARIMIZ  var bizim, notası olmayan,  manası dostlara ayan, bestesi göklerde yazılan, mazlumların kulaklarında her bir harfi asılı kalan, gözlerinde buğu buğu hasret  taşıyan, hikayesi alemlerde dolaşan şarkılarımız var bizim .

    Uyku kaçıran MASALLARIMIZ  var bizim, hayret ve hayranlık kokan, kül kedisinin gecenin on ikisinde arabasının bal kabağına dönüşmesi gibi, bir gece ansızın hayatlarımızın, ünvanlarımızın dönüştüğü masallarımız var, içinde kırmızı başlıklı kızdaki gibi hain kurtlar var,  yedi cüceler gibi, yürekleri büyük kahramanlar var, iyilik perilerinin sihirli değneklerinden daha etkili mucizelerimiz var, OL deyince OLDURAN’ımız var, henüz tamamlanmamış  masallarımız var bizim.

      Çifte kavrulmuş ACILARIMIZ var bizim, ciğerimize saplanan hançer gibi tâ derinden hayatlarımıza saplanmış,   gizli gizli büyüttüğümüz acılarımız var, tarif edilemeyen, paylaşılamayan, anlatsan anlaşılması imkansız,  gece uykularımızı kaçıran, anayı babayı evlattan ayıran, bebeklerin saçlarını ağartan, babadan oğula miras kalan acılarımız var bizim.

    Hiç bir kitapta yazmayan,  yeni üretilmiş  SUÇLARIMIZ  var bizim, karşılıksız sevmelerimiz suç, şiirimiz şarkımız suç, Leyla ile mecnunu kıskandıran kara sevdamız suç, kara kaplı kitaplara yazılan isimlerimiz, Rabbin önünde iki büklüm  cisimlerimiz, herkesi sarıp kuşatan iklimlerimiz suç… Velhasıl çok büyük suçlarımız var bizim.

    Paha biçilmez  DOSTLARIMIZ var bizim, yüzleri aydan aydınlık ,  bahtları geceden karanlık , yürekleri Allah’a dost olanları içine alacak kadar açık, her dokundukları  yüreği umutla  dolduran,  her girdikleri bahçeyi gülşene çeviren, dünyada hayırhâh, ahirette komşu, kötü günlerin olmazsa olmazları, düğünde bayramda halay başı, ödüller dağılırken arka saflarda, cennette Kevser havuzunun başında Büyük Sultanla buluşmayı bekleyen dostlarımız var bizim.

     Sudan ucuz DÜŞMANLARIMIZ  var bizim, aynı çatının altında lakin bir o kadar uzaklarda, orda bir yerlerde unutulmuş, yeryüzünde yaşasalar da kalplerimize gömülmüş, sonbaharda savrulan yapraklar gibi sevgisi kurutulmuş,  bir zamanlar dost bildiğimiz düşmanlarımız var bizim …

    Kalpten edilmiş DUALARIMIZ  var bizim, ayrı mekanlarda, ayrı dilden okunan, aynı kalpte ısıtılan, her gün daha fazla kabulüne inanılan, düşmanı korkutan, dostu ferahlatan, güneş gibi ruhta yeni bir güne yelken açan, olmazları oldurana ulaşan, kalpten edilmiş dualarımız var bizim.

  Taze çıkmış UMUTLARIMIZ var bizim, topraktan yeni fışkıran fidanlar gibi taze ve metin, ruhlara ferahlık veren, yüreklere  selametli gelen, yazın çınar gölgesi gibi serin, kışın kömür sobası gibi emin, taze çıkmış umutlarımız var bizim.

Zehra Yılmaz

Artık Yıl Arefesi / Zehra Azize

Buz tutan kalbin beyazında
Artık yıl dönümünün
Kumru kanadından düşen
Hatırasını yazma telaşı sarmış şairin gönlünü

Artık yıl arefesinde tarihe ihtilal bırakan ayrılıklar
Nice döngüsünde
Geçen dördün
Artık yıl arefesinde
Başka bir günün
Aşkın destanını yazmaya başladılar

Artık yıl arefesi
Döngüsünde yeni bir dördün
Zeytin yeşili buğusundan uzatıp ellerini
Bir dağ gelinciği hatırasına saklandılar

Bir artık yıl arefesinde
Sessizce kapıya gelen
Yılların günahından usulca sıyrılmak isteyen
Kırık bir af dileğiyle
Gönlünü hafifleten
Bir şubat ayazında Kök saldılar

Takvimlerden silinmek istediler
Cemrenin ikincisi düşmeden suya
Gözyaşlarının düşeceğini semaya
Bilemediler

Bir artık yıl arefesine kala iki
İhanetin yükünü sevdaya yüklediler
Sessizliğin demir atan gemisini
Yalnızlık limanında terkettiler

Bir artık yıl hatırasını kırık
Sarı sayfalarda kuru çiçeklere gömdüler

Aşkı ve umudu sessizliğe gömüp
Bütün artık yıllardan ümidi kestiler

Buz tutan kalbin
Dört senede bir gelen bahar döngüsüne
Maalesef bu kez yetişemediler

Zehra Azize

Ser Kibri Yere / Sinem Der Ki

Ser kibri yere
Bir arşın boyu yol alınmaz ruhu tekamülde bu yükle
Üzerinden at, kalk ve bürün tevazu ile..

Bir çocuğun başını okşa mesela..
Hesapsızca gir bir gönüle..
İltifat et, duymaya ihtiyacı olan birilerine..
Bir yaşlıya selam ver,
Teşekkür et sana hizmet edene..
Vefayı, sakın, ama sakın uzağa itme..
Yardım et, zora düşene..
Ve özür dilemekten imtina etme..

Zor değil,
Bazen “ben bilmem” demek seni daha çok yüceltir..
Evet belki seni mahcup gösterir
Belki birilerinin adına “değer” dediği,
“ye kürküm ye”yi eksiltir
Ama seni eksiltmez..
Tevazu hiç kimsede çirkin görünmez..

“Damlada bir okyanusum” demek öyle kolay ki..
“Okyanusta bir damlayım” diyebilmek asıl mesele..

Görmüyor musun bu çağın en büyük hastalığı kibir..?
Bulaşıyor elden ele, dilden dile, gönülden gönüle..
Ve İnan yakışmıyor hiç kimseye ..

Hastalıklı adamların dilinde bir diken gibi
Nice ülkeleri birbirine düşürüyor

Mütekebbirin göğsünde bir yılan gibi
Nice ocakları söndürüyor

Ve zehirli bir sarmaşık gibi
Nice dostlukların dallarını kırıyor..

Aldırma “biz iyi oldukta ne oldu?” diyenlere..
Haddini aşıp, seni pişman edenlere..
Sen en özelsin, en biriciksin diyen nefsine..
Kendini sev elbet, fakat kimseden üstün görme!

Vefanın sadece dört harften ibaret kaldığı bu dünya bahçesine,
Sen ek tevazunun tohumlarını tüm samimiyetinle..
Zamâne düzene ayak uydurup, gurura düşme!
Birileri hakkını vermeli insan olmanın..
O sen değilsen, ben değilsem, daha başka ne?

Ne malınla ne güzelliğinle,
Ne ilminle ne ibadetinle,
Ne kişiliğinle ne yeteneğinle,
Ne makamınla, ne de soyunla asla övünme!

Övüneceksen yalnızca “fâniliğinle” övün.
Çünkü gerçekte senin olan,
Ve elinde kalacak olan, varlığın budur yegâne..

Öyle ki kibir; delik cebe doldurulan bozuk para gibidir.
Değeri pek az, yükü ağır, zararı ziyadesiyle..

Bir düşün;
Hepimizin akibeti börtü böceğin nasibi olmak
değil mi nihayetinde ?
Öyleyse ser kibiri yere,
O seni yere sermeden önce..

Sinem Der Ki

Can Sıkıntısından Kahrolduğum / Nüzhet Kuzey

Bu beni sarıp sarmalayan his can sıkıntısından daha öte bir şey. Biliyorum. Adım gibi biliyorum. Canımı çıkartmak isteyen bir can sıkıntısı can sıkıntısından daha başka bir şey. Biliyorum. Aynı duygu yıllar önce bir akşam vakti beni boğmaya çalışmıştı. O gün de günlüğüm “ölmediğim akşam” adında bir yazı yazmıştım. Bir kış gecesinin erken saatlerinde kıskıvrak yakalamıştı ve ben kendimi evime zor atmıştım. Vatan caddesi tarafından Migros’un otoparkında telaşlı adımlarla yürüyüp evime zor atmıştım ve ölmediğim bir akşam olmuştu. Hâlbuki o duygu beni öldürebilirdi.

Canımı sıkan bir şeyler var biliyorum. Olmaz olur mu? Ama bu hissin bu kadar kuvvetle beni felç edecek gibi güçlü olacak sebepler yok. Bu daha başka bir şey. İçimde göğsümü parçalayıp, yırtıp çıkmak isteyen başka bir varlık var gibi. Hapsolmuş ve bunalımdan bunalıma giren boğulan ve can havliyle dışarı çıkıp nefes almaya çalışan bir varlık. Sanki denizin dibinde nefesi kesilmiş, oksijeni bitmiş bir varlık. Nefes alması gereken acil. Yoksa ölecek. Bu nasıl bir duygu böyle. Bağırmak, feryat etmek isteyen bir ses. Haykırışlar, çığlıklar doya doya bağırmak isteyen içime hapsettiğim feryatlar. Ve durduk yere ağlama hissi sonra. Neden, niçin. Çözemiyorum. Delirmek, çıldırmak eşiğinde olmak böyle bir hal mi yoksa. Dün geceden beri yatakta dön dön dur…

Geçmişimi özlüyorum. Hem de nasıl. Hasret alev alev. Ben hasret yangınında kıpkırmızı kor. Geçmişi özlüyorum. Gelecek… Geleceğin gelmesi, gelecek hiç umurumda değil. Ölsem hiç gam yemem. O haldeyim. Gelecek olsun olmasın. Hiç önemi kalmadı daha fazla yaşamanın belki de.
Çay yaptım. Porselen demlikte. Bardağımı aldım. Kitabımı aldım. Defterimi aldım. Bahçeye çıktım. Bahçeyi seyre koyuldum. Kapalı bir eylül gökyüzü kül renginde. Hava nasılda aniden değişiverdi. Daha dün pırıl pırıl berrak mavisinde bir yaz gökyüzü… beyaz bulutlar maviliği daha da güzelleştirircesine akıp gidiyordu gökyüzü denizinden köpük köpük dalgaları andıran o bulutlar o engin mavilikte. Şimdi gri kül rengi bir kurşun yüklü gökyüzü. Mevsim ne de çabuk değişiverdi. Yaz nasılda sönüp bitiverdi.

Bahçede, sessizlik içinde feryat eden bir musikiyi dinler gibi eylülü dinliyorum. Eski gençlik yıllarımın sakin gecelerinde çalan kemanların acı feryatlarıyla dolu bir musiki gibi etrafa hüzünlü bir sükûnet havası üflüyor eylül. O rüzgârdan daha çok nefese benzeyen, ölmek üzere olan bir hastanın son kuvvetsiz nefeslerini andıran bir hafif fısıltıyla eylül nefesi… hafif hafif kımıldatıyor yaprakları serin serin bir hüzün. Ah eylül. Nereden geldin böyle aniden… Halbuki yaza daha yeni başlıyor gibiydik.

Ben bakışlarımda sonsuz bir bekleyişle oturmuşum, bahçeyi seyrediyorum engin bir sükûtu içmiş bir halde: sardunyalar son günlerde nasılda serpildi gelişti top top açtı kan kırmızı kadifelerin koyu kırmızısıyla, damla damla hayat fışkıran kan kırmızısıyla. Narçiçeğinin alev renkli parlak kırmızısıyla gittikçe yayılan camgüzeli. Şu maydanozlar ne canlı, ne diri bir yeşillikte. Naneler köpürüyor gibi hayat coşkusuyla yerden yeni yeni sürgünlerle fışkırıyor. Kuzu kulakları ne gümrah ışıltılı bir yeşille can dolu. Kahkaha çiçeği nasıl da sarıldı ardıç çalısına ve her sabah tiril tiril tazelikte o ağaççığın başını mor mor çiçeklerle taçlandırıyor. O cırtlak denilen çiçek en güzel turuncuyla kınalı sarı rengiyle yeşil yapraklar üstünde lambalar gibi yanıyor. Hatmiler uzadı da uzadı en güzel tazelikle etrafa göz göz bakıyor. Kasımpatı tekrar tomurcuklanıyor sarı sarı. Biberler son haftalarda yaşama arzusuyla her gün boy atıyorlar üstlerinde bembeyaz kar gibi nokta nokta çiçeklerle, alt dallarda salkım salkım sarkan yeşil kırmızı biberlerle. Biberiye iyice dallanıp gelişip serpildi. Ne kadar da keskin kokusu var. Elini değdirip şöyle bir okşayınca elden çıkmayan keskinlikte hayat dolu bir kokuyla biberiye. Keskin kokusuyla peppermintler. Semizotları, roka… Domateslerin üstü sarıçiçek yağmuru. Salatalıklar yeni yeni kollarla uzayıp gidiyor canlılık dolu. Akşamsefası ha açtı ha açmak üzere. Isırganlar yine diz boyu delişmen. Hindibalar ilkbahardaki gibi yine çoşmuşlar bahçenin her köşesinden. Biberlerin dibinden bir kök hardal bir bahar sarhoşluğunda…. Her şey nasıl da coşkuyla hayat dolu, capcanlı yemyeşil tiril tiril renk renk… her şey daha ilk gençliğinde taptaze dipdiri.

 Çiçeklerin yüzünde öğrencilerimi görüyorum. Ah eski günlerim. Eski eylüllerim. Cıvıl cıvıl hayat dolu cıvıl cıvıl okul avluları, şen gürültülerle koridorlar. Meraklı azimli bakışlarla kampüsleri dolduran üniversiteliler, delişmen delikanlı liseliler.. hayat dolu gelecek dolu taptaze capcanlı ümit dolu gençler. Bahar dalları gibi geleceğe uzanan… Çiçeklere bakınca öğrenciler canlanıyor gözümde…

Benim üstümde, içimde bu can sıkıntısı. Benim üstümde gel de canımı al ey melek diyen bir hüzün atlası. İçimde bastırılmış feryatlar figanlar, söndürülmüş volkanlar… Gel al. Gel de al canımı. Kurtar beni bu huzursuzluktan bu buhranlar anaforundan diyen bir sesle ben.

Nüzhet Kuzey

Benim de Diyarlarım Vardı / Michelle Granas

Benim de diyarlarım vardı
Kuzey kutbuna yakın bir yerde
İçinden coşkun Çina akardı
Altın madencilerinin şehirlerinde

Orada ladinlar zor bela yaşar
Cüce orduları tepeleri kaplar
Kasabayı tepeler çepeçevre sarar
Levandel mesafede yükselir dağlar

Labrador çayı ve kamburüzüm’de,
Yosunun kokusu bir yaz gününde
Bir ferahlık duyulurdu her bir tepede
Sular, kuşlar, ağaçlar,.. insanlar hep içi içe

Bir yaz gününde o tepenin başında
Mavimsi mor fiğler dizim boyunca
Şenlendi yüceldi kalbim, güneş yakınlarımda
Hükümdar benim artık bilsin bunu bütün dünya

Michelle Granas

WordPress.com'da bir web sitesi veya blog oluşturun

Yukarı ↑