Babamın Mavi Duası / Yusuf Kar
Baba!
Bir gökyüzü çiz bana!
Köşeleri olmasın maviliklerin
Engelleri engelle
Mavi olsun manilere kalemin.
Hudutları olmasın mavi düşlerimin
Duvarsız, penceresiz, parmaklıksız
Seni düşleyeyim tadı kalsın
Ruhumda, kalbimde, zihnimde ânın sınırsız
Pembe hayallerimi umudun rengine boya
Boş yer bırakma mavisiz
Kavuşmayı, gri bulutlara serpiştir
O, yağsın biz sarıldıkça
Beyaz yer kalmasın kâğıtlarda
Senli benli ne varsa karala
Alnıma vurduğun huzur mührü buseni
Kollarınla açılan güven çiçeğini
Tekin bağırlı göğsünde uyumayı,
Sihirli bir düşçesine ıtrını duymayı
Saçlarımda gezinen parmaklarını
Ellerimi, en çok da avuçlarındaki ellerimi
Mutluluktan kalan yerlere iliştir.
Kelepçeli donuk bakışlarını
Müjdelerin simleriyle ışıldat
Ki siyah manasını bulsun, parlasın gözlerinde
O zaman varsın, kara olsun vuslatın adı
Varsın rengini çalsın deli zaman, sevinçlerin
Sen yine geleceğimin kaygısını yanında taşı
Yeni bir milat koy takvimlere
Bizden başlasın gün,
Bizden başlasın her ay
Seninle başlasın senden sabahlar
Geçen yılları sırala gelecek say
Ama saatleri koyma duvarlara
Aradaki masayı da çizme, unut
Beni gözlerinde avuttuğun kadar
Artık dizlerinde de avut
Olmayalım yokluğa mahkûm
Annem, kardeşim sarmaş dolaş
Namahrem olmasın hiçbir bakış
Gardiyanları dünyanın öteki ucunda tut
Uzak olsun ruhumuzdaki kara gölge
Eller uzanmasın yüreğimize
Girmesin aramıza camdan da olsa ayrılıklar
Beyaz benim rengim kalsın
Mavi ikimizin…
Yollar gelişine tozsun.
Hayat kaldığı yerden tozpembe olsun
Rengini bulsun siyah beyaz ömrüm…
ben babamı kırk yaşımda kaybettim/farzımuhal
Ben babamı kırk yaşımda kaybettim
Bir eylül gecesiydi
Kanadı kırık kırk kırlangıç süzüldü genzimden
Ağlayamadım
Gidemedim , koklayamadım avuçlarını
Gidemedim,
çok uzaktaydım babamdan ve denizden…
Tozlu düşlerime sığındım çaresiz
Elimden tutan bir el gördüm puslu camlar ötesinde
Sırtıma dağ,destanıma kahraman
Ben aciz
Bilemedim kırk yıllık hayal gördüm
Kendimi ağlamaya meyyal gördüm
Ağlayamadım
Bir ah çektim derinden
Ordular kurdum zihnimde, süvariler, piyadeler
Bombaladım tüm mevzilerini ayrılıkların
Esir ettim firari yakamozları ,
Sırdaş bildim yıldızları
Yolladığım tüm şifreli telgraflar çözüldü
Mors alfabesi terketti beni ilk önce
Sonra sen baba
Sonra sen gidince
Ağlayamadım
Sol yanımda bir sızı yeşerdi ince ince
Sol yanıma bir sızı yerleşti sen gidince
Farzımuhal
Sarmısaklı Kabak Aşı/Ensar Nuralp
Eksikliğini hissettiğin şey değerlidir. Cezaevinde özellikle siyasi tutuklulara yemekler az veriliyordu.
O gün birkaç kişi toplanmış dışarı çıkınca yiyeceklerin hayallerini kuruyorlardı. Herkes en çok sevdiği yemeği dillendiriyor bazıları espiriyle karışık dışarı çıkınca Adana kebabını lahmacuna sarıp yemekten bahsediyordu. Herkesin yemekle ilgili bir hasret hikayesi vardı. Bu yemek muhabbetinin ardında oruçlu olmanın etkisi de yok değildi.
Veda/Adem Yağmur
“Artık yolun sonuna gelmiştik. Yolları ve yılları kovalaya kovalaya sende de derman kalmamıştı. Bunu kabul etmelisin. Sana yaptığım masrafın karşılığını alamıyorum” diyor biraz içli bir nefes aldıktan sonra devam ediyordu.“Kim derdi ki gün gelip seni yaban ellere terk edeceğim bir daha arkama bakmadan eve geri döneceğim. Kim derdi kim demezdi ama benim bugün eve yalnız döneceğim kesindi.”
Etrafı irili ufaklı sıra dağlar gibi ardı ardına devam eden tepelerle çevrili bu büyük kasabanın sakinleri binek olarak kullandıkları yaşlanan atları, artık kendisinden bir beklentisi kalmayan sahipleri günü geldiğinde bu tepeden özgürlüğüne bırakırlardı. Bu iş için kış mevsimini seçerlerdi çünkü altı aylık kış boyunca hiçbir iş yapamayacak olan bu hayvanların beslenmesi ve bakımı çok masraflı oluyordu. Bu atlara “yılkı” derlerdi. Atlarını her ne kadar terk etmiş olsalar bile o sadık kara gün dostlarını anmadan da edemezlerdi. Kimisi acıyarak kimisi hasretle bahsederdi. “Şimdi bizim doru at olsaydı senin yükünü çekemeyen atı da yüküyle birlikte çekerdi.” “Artık bunun da tepelerde otlama zamanı geldi ne dersin?”
Vahşi doğanın ağır kış şartlarına daha fazla dayanamayanlar ölürdü. Sağ kalanların kimisinin yeni yavruları olurdu. Herkes atını bildiği için yanındaki yavrusunu alır her ne kadar annesi arkasından baksa da sahipleri sevinçle evlerine getirirdi. Tay giderken annesi onun arkasından acı bir kişneme sesi çıkarırdı. Tay da annesine kendi çapında cılız bir sesle cevap vermekle kalırdı.
Çobanlardan alınan haberlere göre yılkıların bir kısmının öldüğü kurtların onlarla kışlık yiyecek ihtiyaçlarını giderdiklerini, ölmeyenlerinde çoğunluğunun çökmüş olduğu anlatılırdı. İç yakıcı bu haberler karşısında yaşlılar “Hayat böyle yapacak bir şey yok” diyordu. Mecliste bulunan yeni yetme bir genç “Aslında hayatı böyle yapanlar bizler değil miyiz? Düşünsenize atların da elden ayaktan kesilmiş sahiplerini götürürken bir uçurumun kenarında sırtından attıklarını ve feryat figan bağıran sahiplerine –Hayat böyle yapacak bir şey yok – dediklerini duyar gibi oluyorum da bütün bu yaşananlara bir anlam veremiyorum.”
Bütün bu olanları gören ve hayatın hiçbir şeyle değiştirilmeyeceğini insanların vicdansızca hareket etmemesi gerektiğini savunan Ali de şimdi aynı noktadaydı. Yılların yıprattığı küçücük bineğini vahşi doğanın karlarına, boranlarına bırakacaktı. Belki de seneye sadece iskeleti kalır diye de düşünmeden edemiyordu. İçi ne kadar acısa da artık ayrılacaklardı. Bazen arkadaşlarıyla şakalaşırken “Sizinki tek beygir benimki yüz beygir gücünde” der gülüşürlerdi. Sıkıntılı zamanlarda birisiyle konuşmak insanı rahatlatırdı. Ali de kendisinin bu veda konusunda biraz suçlu olduğunu düşündüğü için emektar dostuyla sohbet ediyordu daha doğrusu sadece kendisi konuşuyordu.
“Hani senin oturağını yeni moda kırmızı şallarla kaplattığımda sende diğer bineklerden daha havalıydın bunu da inkâr edemezsin. İçeceğin tükense hemen tekliyordun. En yakın yerden ihtiyacımızı karşılamalıydık yoksa sen yola gitmezdin doğru mu değil mi? Tabi buna verebilecek bir cevabın yok. Şimdi o canlı renklerin soldu üzerinde çöküntüler oluştu. Yollar kardı çamurdu ama ben senin üzerindeyken bizi kimse durduramazdı. Bütün o günler geçti artık. Şimdi durduğun zaman tekrar harekete geçmen çok güç oluyor, kötü kötü öksüren biri gibi cılız sesler çıkartarak hareket ediyorsun. Gözlerinin feri gittiğinden beri yolları çok yavaş geçiyorsun bunu fark ediyor musun? Bu durumda seni biraz hızlandırsam maazallah bir kazaya davetiye çıkarmam an meselesi. Böyle gittiğime bakmayın hiç halim yok dercesine hareket ediyorsun.” Bu sözleriyle biraz ileri gittiğini düşünen Ali, iyi şeylerden de bahsetmeliyim diyerek biraz anlatacaklarını toparlamaya çalıştı.
“İyi kötü günlerimiz oldu. Seni bahçeye getirdiğim gün senin kalacak yerini iyice hazırlamış hatta komşulara inat iyi bir garaj görüntüsü vermiştim. O gün farklı bir yere girdiğin ama orayı garipsemediğin halinden belliydi. Bütün bunlar benim yanımda değerli olduğunu göstermiyor muydu?”
Tepede yalnız başlarına kalan bu iki dost dertleşiyordu ama konuşan sadece Ali’ydi, kendisini sessizce dinleyen birini bulmuş bu fırsatı kaçırmak istemiyordu. Konuşuyor konuşuyordu; “Senin üzerinde giderken sırma gibi saçlarımı rüzgârlara bırakırdım, senin dillendirdiğin nağmelerle coşar daha da hızlı gitmeni isterdim, şimdi ne benim sırma saçlarım kaldı ne de senin hız limitin.” Konuşulanları anlıyormuş hissi ile anlatmaya devam ediyordu. “ Her canlı doğar büyür ve ölürdü. Ben de ölecektim ama ayrılığı önce sen dillendirdin. Belki tam anlamıyla ifade edemesen de hal ve tavırlarından dolayı acıda olsa bu kararı almak zorunda kaldım. Benim bir suçum yok ben bu kararı almasam bir gün ve de ansızın sen beni terk edecektin.” Sessizce yüz yüze geldiler “Şimdi bütün bu olup bitene sessiz kalman beni anlayıp onayladığını göstermiyor mu?”
Karşısındaki emektarının sessizliği Ali’nin veda konuşmasının devamını getiriyordu. “Ben seninle yollarda ağır aksak ilerlerken bizim kasabanın gençleri Chevrolet ile hızla yanımızdan geçerek –Bırak şu külüstürü bu devirde nostalji mi olurmuş- diyerek caka satarlardı. Olsun ben seni seviyordum akranlarından yirmi yaş büyük olman seni yolundan alı koymuyordu. Sen benim yanımda Chevrolet göre impala idin. Gerçi senin haline bakınca içimden sana Hacı Murat demek geliyor”. Yanlarından geçenlerin sözlerini anlamış gibi Ali onu bir kenara çekerek onun sakinleşmesini beklerdi. Bu sessizlikte o göğsünden su kaynatan bir motor gibi öksürüğe benzeyen hırıltılar çıkartırdı.
Paslı Kalp /Yaşar BEÇENE
Elimde paslı bir kalp artar git gide
Bir hüsran bin zayiat duadan uzak
Kalır mı ötelere bir lahza bir an
Dört bir yanı sarmışken o meçhul tuzak
Elimde paslı bir kalp artar git gide
Tevazu hep yeniden her şeyi saran
Yaralansa da yine bu aşk bir tutku
Bir elif miktarında ah gitsem aşka
Mavi renkler tutuşsa kaplasa ufku
Tevazu hep yeniden her şeyi saran
Dökülsün gün yine taptaze birden
Ruhumu okşayan gonca gül gibi
Her yerde bir şölen rengarenk bahçe
Bilsen nasıl bekler aşkın sahibi
Dökülsün gün yine taptaze birden
Cizlavet Akademi Başlıyor
Cizlavet Kültür ve Sanat Platformu ve Berlin Kültür Akademi’nin işbirliği ile her hafta cuma bir saat olacak şekilde Zoom dersleri başlıyor. İlk ders 24 Haziran Cuma günü Türkiye saati 22.00 ‘de Programa katılmak ücretsiz. Akademi@cizlavet.com adresine email atarak katılım linkini alabilirsiniz. Bütün derslere katılan herkese sertifika da verilecektir.
24 Haziran 2022 : Şair Ahmet Terzioğlu’nun sunumu olacak. Konu: Şiirde estetik
1 Temmuz 2022: Ressam Elif Altıntaş -Resim yapmaya yeni başlayanlar için bilinmesi gereken bilgiler
8 Temmuz 2022 : Ressam Huriye Genç – Yağlı Boya resim çiziminde dikkat edilecek hususlar
15 Temmuz 2022: Şair Fuat Eren – İkinci Yeni şiiri ve şiirde imge
22 Temmuz 2022: Yazar Gökhan Bozkuş – En çok okunan romanların yazım serüvenleri
29 Temmuz 2022: Cenk Enes Özer – Romanda kurgu
5 Ağustos 2022 : Yazar Mehmet Karadayı – Hatıra yazmak ve düzyazı teknikleri
12 Ağustos 2022 : Seslendirme Sanatçısı Mustafa Keskin – Güzel konuşma teknikleri
19 Ağustos 2022 : Şair Yaşar Beçene – Şiir ve Hatıra
26 Ağustos 2022 : Ebruzen Ayşe Beçene – Ebru sanatında temel bilgiler
2 Eylül 2022 : Yönetmen Engin Koç : Kamera arkasında yaşanan tecrübeler
9 Eylül 2022: Hasan Ahmet Gökçe – Edebi metinlerde temel ölçüler
16 Eylül 2022: Zafer Dinçer – Fotoğrafçılıkta Önemli Detaylar
Nasılsın / Gökhan Bozkuş
Sevgili Dost
İçimden gele gele bir daha soruyorum, nasılsın?
Nasılsın, ey dost ?
Beni iyi tanıyan biri olarak bu soruma içinden gele gele ‘iyiyim’ dediğini duyarak bir daha soruyorum.
Farkındayım epeydir seninle okuduğum kitaplardan notlar paylaşmıyorum. Epeydir sana okuduğum kitaplardan taşan sesleri getirmiyorum. Epeydir sana o kitabın kapağından raflara uzanan ellerden bahsetmiyorum. Demiştim ya hani bir gün sana. Dolabımda kitaplar yok aslında. Sesler var, gözler var ve uzun yollar. Hisler var, sözler var ve tutulmayı bekleyen kollar. Sen paylaştıkça yaklaşıyorum ben okumaya , sen yazdıkça cesaret ediyorum yazmaya demiştin de ümit vermiştin bana. İşte ondandır yine yazıyor, yine geliyorum buraya. Fransız yazar Jean-Louis Fournier’nin Tek Yalnız Ben Değilim isimli kitabından ‘Yazın en sıcak günleri, boğuluyorum sıcaktan, hükümetin yaptığı sert uyarılara rağmen yakınlarım –artık yakınım değil de uzaktan’ cümleleri ile bir melankoli yağmuru ıslattı ilkin beni. İnsanoğlunun farklı zamanlar, farklı coğrafyalardaki benzer yazgılarının şerhi oluyor kitaplar, evet… Ama ne kadar yağarsa yağsın o bedbin damlalar, içimde ümit adında bir toprak var.
Devam edeyim kitaba.
[Nefes alamıyorum, manzara soluğumu kesiyor, çok güzel, ama yanımda “ne kadar güzel” diyebileceğim kimse yok.
Haykırıyorum: “Yalnızım.”
Yankılanan sesimden gelen yanıt: “Ben de.
Birinin bana “Nasılsın?” dediğini duymak için dünyadaki bütün altınları verebilirim.]
Yazar dünyadaki bütün altınları vermeye razı bir “Nasılsın?” sözüne karşılık. Ben sana içimden gele gele , ilkbahar yağmurları gibi umut ve bereket ile aziz dostum yine soruyorum. “Nasılsın?”
Biliyorum bulunduğun yerde Kemalettin Kamu’ nun
“Yıllardır ki bir kılıcım kapalı kında,
Kimsesizlik dört yanımda bir duvar gibi;
Muzdaribim bu duvarın dış tarafında,
Şefkatine inandığım biri var gibi.
Sanıyorum saçlarımı okşuyor bir el,
Kıpırdamak istemiyor göz kapaklarım;
Yan odadan bir ince ses diyor gibi gel!
Ve hakikat bırakıyor hülyamı yarım.
Gözlerimde parıltısı bakır bir tasın,
Kulaklarım komşuların ayak sesinde;
Varsın yine bir yudum su veren olmasın,
Baş ucumda biri bana ‘su yok’ desin de”
şiirindeki hisleri yaşıyorsun. Ama ne kadar da etkisinde kalsan kimsesizliğin yine de dünyanın ta öteki ucunda seni düşünen sana ağlayan sana dua eden biri var ve sen bunu biliyorsun.
Belki yanında sana bir tas veremiyorum aziz dost. Ama yine de soruyorum dilimde dualar ile. “Nasılsın?”
İNTİZÂRIM / Ahmet Terzioğlu
Dilim tadım damağım, şekerim balımsın sen.
Köküm gövdem yaprağım, çiçeğim dalımsın sen.
…
Kalp atışım nabızım, benim sol yanımsın sen.
Varım yoğum hayatım, her şeyim canımsın sen.
…
Yazım kışım her ânım, güzüm bahârımsın sen.
Günbatımım sabâhım, leyl-ü nehârımsın sen.
…
Enîsim hüsn-ü yâdım, duâm ezkârımsın sen.
Ümîdim ihtiyacım, hep intizârımsın sen.
…
Nazarımda sevâbım, gözde günâhımsın sen,
Tâc-ı tahtım sultânım, cây-i penâhımsın sen.
…
Zülf-ü yârim nigârım, çeşm-i siyâhımsın sen.
Kalırsan kisb-ü kârım, gidersen âhımsın sen.
Sor / Mehmet Remzi-İbrahim Sayar
Bu dağlar bu ovalar bu yollar bilir bizi
Gelmeyen sabahlara gecelere sor bizi
Hapishaneler karakollar bilir bizi
Kalemlere harflere hecelere sor bizi
🌺
Meriçin kan gölüne dönmüş azgın suları
Zalim haydutların kurduğu pusuları
Memleketin küf kokan taş duvar kuytuları
Bilir bizi yaslara acılara sor bizi..
🌺
Yuvaları dağılmış kuşları tanır bizi
Şu dağların en sarp yokuşları tanır bizi
Öksüz çocukların bakışları tanır bizi
Ezmediğimiz şu karıncalara sor bizi
🌺
Bilerek zulme taraf olan ne bilsin bizi
Hak yerine dünyaya tapan ne bilsin bizi
Menfaatini Kabe yapan ne bilsin bizi
Haktan milim sapmayan yolculara sor bizi ..
Mehmet Remzi & İbrahim Sayar