Geçen yıl bugün, diye hatırlattı telefonumdaki fotoğraf uygulaması. Güzel bir teknoloji…
Unutkan insanoğluna eski günleri hatırlatıyor. Bir akşam vakti çekmişim bahçedeki karahindibayı. Sonra da dönüp bir daha hiç bakmamışım galerideki o kareye. Üç binden fazla fotoğraf arasında belki de daha kaç fotoğraf vardır da gel tut elimi, bir yazı yaz diye bekleyen. Bugün karahindiba yazısı yazmak istiyorum size. Fotoğrafını çekmişim. Biri dimdik dururken diğerinden parçalar kuş misali uçmakta. Karahindiba… Şiirler de yazdım bu çiçeğe. Kendimi gördüğüm anlar oldu. Kendimi bulduğum zamanlar. Çokluğun içindeki yalnızlık. Her yere doğru giderken hiç bir yerde tam olamamak. Karahindiba… Dostlarımı da gördüm o çiçekte. Naif, zarif ve kırılgan. En küçük bir esinti ile dağılan hayaller gördüm orada. Biliyor musun sevgili dost? Özgürlüğü de gördüm onda. Hürriyetin hafifliğini sevgiliye doğru kanatlanmanın evrenselliğini. Gülme bana olur mu? Mevlana’yı da gördüm orada bizim Yunus’u da. Şeb-i Ârus vakti hazırlanan kollar gibi muhayyel hafiflik…
Dedim ya ben karahindibada çok şey gördüm. Melamet gömleğini çıkaran Yunus’u gördüm…
“Kanaat hırkasın geydim, selamet başını çektim
Melamet gömleğin biçtim, arif olup giyen gelsin “
Ben karahindibada dosta seslenen Ahmet Terzioğlu gördüm…”
“Yüreğin alev ocak,
Dertlerin kucak kucak.
Dalın yok tutunacak,
Candan bîzâr mısın dost.”
Ben karahindibada yıkanan hıçkırıklara şahit olan Farzımuhal’i gördüm.
“her istasyona yazılmış özge şiir var mıdır
ya da banklarda geceleyen şair
sanırım her köşesine sinmiş
elveda hikayeleri tıkanır genzine garın
belki bu yüzden peronlarda hüzünler hıçkırıkla yıkanır”
Karahindiba naif çiçek.
Tutmak istersin gül gibi.
Merak edersin kokusunu.
Tutarsın dalından da ha gitti ha gidecek.
Ben karahindibada zamansız gidenleri gördüm. Muaz’in ahını üşüyen ayakları gördüm.
Görmek, hissetmek, nesnelerin hatırlattıkları… Güzel bir çalışma olmuş emeğinize sağlık.
BeğenBeğen