Mazgal / Erkan Bilgin

Bir haber, bir gözyaşı, bir müjde

Dünyaya açılan bir demir pencere

Kesilir her bakış, demir dile gelince

Gözler mazgal, ses mazgal , yürekler mazgal

.

Gözlerde ümit, kalplerde tevekkül açar

Zülüm olsa bile kaderden kim kaçar

Bırakır mı hiç yaradan kulunu naçar

Mazgal nur, demir nur, beton nur

.

Dertler sükût eder, hemdertler tebessüm

Biri ağlar geceye , gözyaşı döker  cisim

Işıktan fırçalarla tamamlanırken bir resim

Mazgal susar, demir susar, beton susar

.

Mazgal, keser mi sesini içerdeki çılığın

Mazgalın diğer yanı umursuzca bir yığın

Yığından çıkmaz bir ses, sen Allah’a sığın

Kulaklar sağır, vijdanlar sağır, insanlık sağır

.

Bir müjde bekler alınlardaki seccade

İsmin yankılanır beton ve demirde

Dualar taşar mazgaldan , biliriz emir sende

Derman sensin , müjde sensin, hüküm sen

Kader sensin, ressam sensin, resim ben.

âhminelaşk / Farzımuhal

varlığın gamzede yapıncak

hasretin natuvan ingiliz kırbacı

afrika gibisin sevgilim

ürkek, olağan ve hazırlayıcı

âhminelaşk ” travmalara

.

bir oranj sitem düşer yanağından

bir pigme utancı sarmalar seni

afrika gibisin sevgilim

sende, sensiz yürümek tehlikeli

vehâlâtihî

.

iki mevsim gülersin ben dört  bilirim

senden önce harmatan öper sakalımdan

ve uğramaz buralara nevroz 

sen gülmedikçe 

afrika gibisin sevgilim

yağmur ve toz arasında

ahrakakalbîbi-harârâtihî

Gönlü pırlanta olanlara içelim (@kahekasu) / Emin Osman Uygur

Gönlü pırlanta bir akşam vakti

Bir yıldız sesime ses verdi

Ay sapsarı som altın gökte

Sahneye ansızın giriverdi

Süzüldü nice güzel duygular

Kalbime

Gönlüme

Ta içime

Sımsıcak bir tebessüm gibi

.

Sımsıcak bir tebessüm gibi

Gönlü pırlanta olanlara içelim

Tutalım el ele birlikte nice sıratlar geçelim

.

Sevdik bir kere vazgeçer miyiz

Girdik bahar iklimine geri döner miyiz

Dal dal çiçek çiçek ağaçlar gibiyiz

Güneşi maviyi hiç terk eder miyiz

Biz güller ülkesinin sessiz sakinleriyiz

Döküldük kırmızı güllerle

İklimlere

Mevsimlere

Aşk bahçesine

Sımsıcak bir tebessüm gibi

.

Sımsıcak bir tebessüm gibi

Gönlü pırlanta olanlara içelim

Zaman bükülsün biz mesafeler geçelim

.

Gönlü pırlanta bir akşam vakti

Bir yıldız duama üç kere âmin dedi

Üç cemre üst üste düştü bahçeme

Toprağı dirilten bir rüzgâr esti

Uçuştuk çınardan tohumlarla

Gündüzlere

Gecelere

Tüm saatlere

Sımsıcak bir tebessüm gibi

.

Sımsıcak bir tebessüm gibi

Gönlü pırlanta olanlara içelim

Bir yolcu gibi yollara takılmadan geçelim

.

Bir iftar sonrası yudumlanan çay

Hüzünlü kavuşmaların var mı bir tarifi

Bembeyaz bulutlar ay ve akşam vakti

Düştük gündeme düşen güzel bir haberler gibi

Şehirlere

Köylere

Karyelere

Sımsıcak bir tebessüm gibi

.

Sımsıcak bir tebessüm gibi

Gönlü pırlanta olanlara içelim

Selam olup gül olup gülüp geçelim

14.04.2022

eminou

Lebt Wohl / Gökhan Bozkuş



Tief tief drinnen, vielleicht
Und eine Stimme
Lebt wohl, lebt wohl


Ein Vogel ohne Flügel
Eine Blume ohne Farbe
Und eine Stimme ohne Menschen
Tief tief drin
Lebt wohl, lebt wohl


Winziger Sarg
Eine Wolke darüber
Und Tränen ohne Augen
Und Lippen ohne Worte

Tief tief drin
Lebt wohl , lebt wohl

Özgürlük Tutkusu / Abdullah Harun

Buluşsam sevgiliyle güneşin battığı an
Ve kaybolsam güneşle, gecenin yattığı an
Sonra yeniden doğsam zamanın ötesine
Sancısını çektiğim kıyamet koptuğu an

Kahkahası çınlıyor kulaklarımda çağın
Ruhum terliyor sanki düşündükçe zulmeti
Hayalini kuruyorum bilmediğim uzağın
Bir hayal ki dindiriyor içimdeki nefreti

Zum yapıyor vizyonlar adım başı çığlığı
Ajansların yaydığı bu ölüm kokusudur
Betonlaşmış kalplerin alaylı sırıtığı
Bir yanda direnense özgürlük tutkusudur

Hüzün / Adem Yağmur

Üzüldüm dedi anlamadı, anlaması için ne söylemeliydi? Hani sen de üzülmüşsündür anlarsın diyecekti vazgeçti.
Üzülmek, ezilmekti biraz da, hem de üzüldüğün yerden. Ya sana yapılanların ya da senin kendine yaptıklarının altında kalmaktı.
Sokaklarını arşınladığı kentin kemancısı,
bir hüzün bestesi icra ediyordu. Besteyi, kemanı yapan mı, yoksa kemanı çalan mı hüzünlendiriyordu. Ağlayan Keman bu senfoniye neden beni de eklemeye çalışıyor diyordu.

Hüzün ateşmiş onu ancak gözyaşı söndürürmüş.

Belki çektiği ne tasa ne kederdi sadece tek derdi üzülmekti. Yaşamadığı zamanların hüznüne dalıp gidiyordu yaşadığı zamanları anlamadan.
Uzun uzun kum saatine baktı. Bir tarafı bittikçe çevirdi, zamanı öldürdü ama bu duruma üzülemedi. Zamanla ölenin kendi olduğunu anlayamadı. 
Hüzün, baharı soyunan mevsimin adıydı. Güz mevsimi, kolu kanadı kırılan zamanın dalı yaprağıydı. Sokaklarında yaprakların solgun yüzleri, kırılganlığın sesleri doluydu.

Sokağın başındaki üzgün adam bütün bu olup bitene, hafiften titreyen zayıf bedenine yol gösteren gözleriyle baktı. Ne gördüğünü tarif edemedi fakat derin bir nefes çekerek oooff dedi ve yoluna devam etti.
Duygunun yoksunluğundan anlayamadı kimse, herkes sessizce baktı birbirine, birisi konuşsa, herkesin mahcubiyeti kendisini hesaba çekecekti ama sustu herkes. Herkesin arasından geçip gitti üzgün adam, hemde herkesin kendisine baktığını bile bile. Sizden bir alacağım var dedi kendi kendine ama onu da  istemeyeceğim.   
Hüznün en çok yakıştığı çizgili yüzünde ellerini dolaştırdı. Elleri boş döndü, kolları yana düştü. Yoluna devam etti. 
Ürkek adımları, fersiz dizleri, ruh yorgunu bir bedeni sürükler gibi yavaş yavaş ilerliyordu. O bu durumdan şikayetçi değil hatta memnundu çünkü alıştığı hüznünü artık dert olarak değil, olmazsa olmaz bir parçası gibi görüyordu.
Derdini dökmezdi kimseye çünkü çoğalacağına inanıyordu. Unuturum zamanla diye ümid ediyordu. Derdini bilmeyenler onu deli zannediyordu. Onları deli olmadığına ikna edemeyeceğine de inanmıştı. 
Anlaşılamamak…
Sen kendini ne zannediyorsun, suskunluğunla bize tepki mi gösteriyorsun?
Filozof efendi konuşmadan öğreti peşinde, eeeee daha ne var ne yok, tarzında alaycı üsluplara da cevap vermiyordu. 
Susmak güzeldi, herşey konuşularak halledilmezdi.
Sustuğun kadar varsın konuştuğun kadar azalırsın. 
Bir hüzünkârın bestesi, ancak sessizlik olurdu.
Kafese mahkum bir kuş misali zamana mahkum olmuş biriyim.   hayatımı yaşıyorum zannettiğim bu kafes benim sonum olacak diyordu.
Hüznü zamana yaymak acaba onunla dostluğu uzatır mıydı? Şundan eminim ki benim yolcuğumun son durağında o beni terkedecek ve beni sevenlerime miras kalacak diyordu.

Zor muydun?/ Nur Tatar

Yok muydun bu sefer
Yalnızlığın sahralarında
Çok muydu masum yüreğin
Zalimlerin sofralarında
Bir demet gülle geldim bak kapına
Çokça da yoruldum aslında
Koştum durdum kimsesizliğin sokaklarında

Kor muydun yoksa ocaklarda pişen
Yuvarlanan sen miydin peki
İçimin dik yamaçlarında
Zor muydun ey yâr ?
Kayboldum ben asrın sorularında
Söyle şimdi hangi limandayız biz
Bir demir atsak güneşin kıyılarında

Uzaklara giden sessiz yol muydun?
Zamanın tuzaklarına bir son muydun?
Garipliğimi asmışlar kara duvarlara
Şimdi üzerimde bin bir yama
İnsanın yendiği âlemde sen tok muydun?
Ey dünya söylesene bana
Yoksa sırtımda ki zehirli ok muydun?

Alma Sapı / Derya Hekim

      Kış soğuğunda uyuyup soğuk ılıman vakitlerde çiçeğe durdum. Bir gün kuru bir dalın kenarından hayata gözlerimi açtım. Tutunduğum dal benim evim, baharım idi. Havalar ısınınca; kış, karını can suyu yapıp damarlarıma katınca içimde bir coşku doğdu. Neşemi herkese duyurmak istedim. Kuru çalı halimle etrafta gezinen gözlere, ‘’Bak ben buradayım.’’ Demek istedim. Güneşin ziyası ile ısındım. Karın suyu ile doydum. Derken önce beyaz çiçek açtım. Soğuk ama ılık vakitte yavaş yavaş içten dışa pembeler saçıldı çiçeğimden. Allah’ım bu nasıl bir güzellikti böyle. Bu güzelliği taşımanın gururunu duyuyordum. Ben kuru bir dal parçası, tutunduğum koca dala bakıyorum o da kuru benim gibi. Sert ve çirkin görünüyoruz. Ama şu çiçeğin güzelliği bizim çirkinliğimizi unutturuyor hatta bizi sevdiriyor bile. Bu halime dilimde tesbih hamd ediyorum. Ben kuru dal parçası. Çiçek açtığımda göz alıcıyım, meyveye durduğumda ise çiçeğimin sapı olarak kıymet arz ediyorum. Gülgüllerin akrabası oluyorum ben de. Rabbim güzelliklerini hikmetle yaratıyor.

      Güneş, sıcağı ile çiçeğimin kalbine işliyor. Al al doğuruyorum bir vakit sonra tazeciğimi. Kendimi daha şanslı addediyorum. Tazeciğim topraktan gelen su ve güneşin sıcağı ile besleniyor. Meyvem beslenip büyüdükçe benim heyecanım da büyüyor. Sanki ben mutlu oldukça o da mutluluğumla büyüyüp lezzetleniyor. Ben heyecanlandıkça çiçek ucumda meyvem de kızarıyor. Etrafa yaydığı kokusu mest ediyor adeta. Rabbim ne büyük bir makam vermişsin bana. Şu kuru, odunsu görüntümde bana insanın iştahını kabartacak bir güzellik taşıtıyorsun. Evvel isminin mazhariyetiyle şu gölgesinde serinlettiğin koca ağaç mükemmel programını yerine getiriyor. Ahir isminin mazhariyetiyle bir parçası olduğum şu güzel meyve ise koca ağacın bütün fıtri vazifelerinin içeriğini taşıyor. Ademoğlunun bildiği, isimlendirdiği bin çeşitten bir tanesinin kuru sapıyım. O kadar anlattım meyvemi de, çiçeğimi de; bir ismini vermedim. Eskiden Alma idi sonradan Elma.

      Mis kokulu meyvem ile yollar aştık. Elden ele gezdik sonunda rızkında yazılmış olana kavuştuk. Meyvem rızıklanacak olanın canına can olurken benim yolcuğum daha bitmemiş oluyor. Kuru dal parçasının ne tadı var ne de yenilebilir bir hali. Bir adım kalıyor geriye ‘’Alma Sapı’’. Artık atık hükmündeyim. Topraktan gelmiş ve sonunda ona dönüyorum. Toprak olunca adım da kalmayacak.

Derya Hekim

Haberin Var mı / İbrahim Sayar


Kainata sığmazken bir gönle girmiş

Canın dildarı sende haberin var mı?

Bir kendini bilenler O’nu bilirmiş

Cümle asarı sende haberin var mı?



Misal-i musağğarsın, sende kainat

Özündeki Nur’udur(sav) sebeb-i hilkat

Esbab ile kilitli,hazine kat kat

Tek anahtarı sende haberin var mı?



Bir zelleyle çarpıldın ve sürüklendin

Fani olan vücutla ebed yüklendin

Emaneti sırtlandın ve büyüklendin

Kibrin damarı sende haberin var mı?



Göz penceredir ruha, görmesi için

Ruh hüzünlenir iken göz ağlar niçin?

Hikmet tecelli eder, yolunda hiçin

Hiçliğin sırrı sende haberin var mı?



Niye Ruh ölümsüzken ölüyor beden?

Arzular mahdud hayat,sonsuzu neden?

Sonsuzluğu cesette, mahpus keşfeden

Ruhun esrarı sende haberin var mı?



Rahman suretindedir hazreti insan

Hasleti öğrenmektir, illeti nisyan

Bu ne ağır imtihan…ah bir anlasan

Hilafet barı sende haberin var mı?



Sağ yanındadır yolu yokuş ezelin

Sol yanında zehirli balı güzelin

Ya narı ya da nuru vardır amelin

Karı-zararı sende haberin var mı?



Yaşına bakmayacak musalla taşın

Ölümü unutturur dünya telaşın

Vedaya hazırlanır ağaran başın

Sonun ihtarı sende haberin var mı?

İbrahim Sayar

Edilmemiş Vedalar / Kübra Aydın

Elveda hüzün
Benim gamlı yüzüm
El sallarken vedalara yurtsuzlar istasyonunda
Hangi bankta yarım kalmış sözüm
Gitmek iki hece dilde yükü ağır sözde
Kalana tren penceresinin buğusu
Gidene gözyaşının büyüsü


Elveda sızım
Benim gizli saklım
Yaşanmamış sevdalardan arda kalan
Kırık dökük ne varsa omuzlarında
Söylenmemiş cümlelerde
Tükenmiş hayallerde
Özgürlüğe vurulan prangaların soğukluğu
Lacivert şehrin yosun kokusu


Elveda…
En deli yanım
Senle dolu rüyalarım
Kitapların arasında kurutulmuş çiçeklerim
Giderken dönüp arkama bakamadıklarım
Baksam gidemeyeceklerim
Kalsam yaşayamayacaklarım


Merhaba
Uzak bir sahilin memleket gören yamaçları
Bilinmedik bir diyarın
Dilsiz sokakları
Kimliğini kaybetmiş sol yanım
Adresi şaşmış düşüncelerim
Uzun bekleyişlerim
Sonu gelmez hikayelerim
Virgülsüz şiirlerim
Soluksuz seslenişlerim
Kayaların altına gömdüğüm
Israrcı umutlarım

Merhaba…..

WordPress.com'da bir web sitesi veya blog oluşturun

Yukarı ↑