Yalnızlık / Tahsîn-i Kelâm



Yürürüm duymaz beni, kaldırımlar şu hissiz,
Sızmış sokak lambası, kıpır kıpır şuh issiz,
Ay yanar “arustağ”da, öyle sensiz ve ıssız,
Ayak sürürüm lakin, çeker ayaklar arsız..

Yoksun işte yanımda, nefesin ve sesin yok,
Konuşsam hayalinle, içten bir gülesim yok,
Düşmüş gözlerim küskün, yerlerden alasım yok,
Gelsen diyorum artık, yabandayım kararsız..

Acımaz taş parkeler, yüzlerinde aymazlık,
Sensiz taşlarda bile, beni hiçe saymazlık,
Taş taş düşer sol yanım, yetişir bu ahrazlık,
Yarımız sen de ben de, bu hal bize yararsız..

Gel ve getir unutma, kayıp beni de sakın,
Köhne hor mecrasında, dönmüyor hayat çarkım,
Yordu beni sokaklar, yok divaneden farkım,
Altta sarhoş adımlar, kalp içimde ayarsız…

Hicret ve Zindan / Cihangir Asyalı

Bir tabure durdu

Duvarın dibinde

Sonra yine 

Sonra yine

Niyedir

İç çekip dururlar

Yudum yudum eksilen 

Bardağın renginde

Tabureler hicret

Tabureler gurbet

Tabureler hasret mi

Bir ince sızıdır lakin

Yoklar durur

İçlerini

.

Beyaz beyaz bulutlar geçti

Avlunun üstünden

Kuşlar geçti

Ve düşler…

Kuşlar uzaklarda

Küçücük simsiyah lekeler

Gökyüzü deli mavi

Leke leke tespihlerdir

Kuşların gözleri

Gözleri kuşların hayal mi

Çünkü hayaller

Bulutlar misâli

Alır gider uzaklara

Tespihleri

.

Sıra sıra bardaklar durdu

Avlunun içinde

Terlikler durdu

Tespihler

Ve zeytin çekirdekleri

Bardaklar kırmızı sıcak

Zeytinler sarı

Terliklerle dolu avlu kenarı

Terlikler aşağı

Yukarı

Terlikler içeri

Dışarı

Çekilir duvarlardan aydınlık

Kapanır kapı

.

Akşamdır

Toplanırlar cümle cümle yanyana 

Kıpır kıpır hepsinin dudakları

Hoş Olur / Mehmet Remzi

Hayat ağaç yıllar daldır,
Gönül petek sevgi baldır
Cennet yolu yokuş yoldur
Varabilsek ne hoş olur..


Dikenler var gül dalında
Anılar hayat yolunda
İnsanlık tatlı dilinde
Erebilsek ne hoş olur
**
Olmak için baltaya sap
Gayret ver bize ya Rab..
Önce nefsimize hesap
Sorabilsek ne hoş olur..
**
Korkmayın iyi insandan,
Insanı eşref sayandan
Insanları şöyle candan,
Sarabilsek ne hoş olur.


Hakkın rızasını gözle
Batıĺ yolu alma kal’e..
Kur’andır semavî kale
Girebilsek ne hoş olur..
🍀🍀
Mehmet Remzi

Yol / Şennur Deniz

İki Kadın
Bir durakta
Yol Meleği selamladı onları büyük bir saygıyla
Okyanusları mavi olmayan
Kara yağız bu şehirde
Nasıl benziyorlardı birbirlerine!
Biri;
Toprağın derinliklerinden sana meyve sunacağım derdinde,
Birinin kökleri
Zaten bu toprağın derinliklerinde…
Hem son derece aynı
Hem son derece farklı kadınlar
Çürük dişlerden dökülen harfler farklı diye mi! 

İki kadın
İkisinin arasında uzunca yakın bir Yol
Yolun bir tarafı dilek ağacı
Yıllarca üzerine bağladığı
Rengarenk çaputları
Mavi,mor,yeşil,kırmızı…
Günbatı kahküller
Yapışmış terli alnına
Yorgun aslında
Durmadan geçmişe Yol olmaktan.
Yüzünü karartan
Acıdan bir tül
Tülün üzeri nakış nakış
Belli kendi işlemiş dövmelerini
Geçmişine çiçek uzatmış
Belki ruhum çicek açar
Sızan kan tüm geleceğimi yıkar diye…
Elleri kuru akan bir kum
Kınalı parmakları
Her gece siyah bir Dua’ya yol
Bir an
Havı dökülmüş kirpiklerle
Yolun diğer tarafına baktı
Kendi yüzünü arar gibi
Kaybolduğu yolu sorar gibi
Bedduasının nerede olduğunu bilmek ister gibi
Buraya nasıl geldin!
Nasıldı geçtiğin Yollar!
Bir Hayat toz ve sabırdan oluşur muydu?
Sonra bir dolmuş
Düdük çala çala geldi yoldan…
Geçti şiirimin ortasından…

İnsan Bu 2 (İstasyon Yolunda İnsan) / Alpen Nur

İnsan ne tuhaf varlık! Hem uğruna can verilircesine sevilen, hem canı pahasına düşmanlık edilen…

İlkbaharından yazına, sonra da sonbaharına girerken var olma telaşıyla ruhunun her titreşimini  göstermek istercesine halden hale geçer. Bazen masmavi gökyüzünde aniden beliren ve mütereddit damlalarıyla ıslatan toprak kokulu bir yağmur. Bazen de koyu gri bulutlarından çılgın sağanak bırakırken aniden yerini parlak bir aydınlığa bırakan berrak bir güneş…

Uç vermiş nar’in bir goncanın yanında ömrünü büyük bir zarafetle bitirmiş kızıl sarı arası bir yapraktır bazen. Bazen çocuksu bir neşe. İçiçe bir melankoli…

Bazen baştan başa etrafını anarşinin kuşattığı bir kale, bazen kendi kalesinin içinde bir anarşist… Kimi zaman yeşil çimenlerine kuru yapraklar dökülür, kimi zaman redingot çizmelerin arasında üç parmak terlikle görülür. Kendi içinin duvarlarında endişeleri duvardan duvara vurur boşvermişliklerini…

Hayat bazen Himalayalar gibi dikilir karşısına bazen öfke kusan Etna yanardağı.

Kimi zaman hayat, bir Selimiye gibi ihtişama bürünür gözünde. Her santimetresi işlenmiş, tesadüflere bırakılmamış, muhteşem bir mimarı olan… Bütünü muhteşem bir yapı, parçasına bakınca darmadağınık kaos hali. Bir eşyanın rengindeki durgunluk gibi. Atomlarına inince, nötron ve protonlarının delice dönüp savrulması hali…

Ve kimi zaman bu ihtişamı dizayn eden mimar, kimi zaman bu ihtişamın içinde fenafillaha ermiş derviş, kimi zaman bu muhteşem mimarinin önünde rızkını çağıran bir işportacı…

İnsan; bazen ürkütücü bir zalim, bazen mahzun bir mazlum, bazen kederli, bazen şen, bazen öfkeli, bazen sevecen; biraz iman, biraz kan, türlü duyguların cenderesinde bir can.

Arada bir insanı kalbi kırılmalı, diyor başka bir insan. Tekdüzelik Tanrı’nın yarattığı bu varlığa uygun değil sanki. 
Sürekli bir mutluluk, düzenlilik hali, hiçbir şarta bağlı olmayan kesintisiz şefkat, sıkıcı mı geliyor insana? Sürekli bir hal memnuniyetsizliği, ruhunun kodlarına pusuya yatırılmış.

Bir aşk gibi insan hayatı; sadece düzlükten ibaret olmayan, derelerden, tepelerden, bazen geçit vermez dağlardan, kimi zaman da düzlüklerden ibaret… yeryüzü gibi ya da… Yeryüzü dümdüz olsaydı, yaşanılır olur muydu bilnmez. Belki de yeryüzünü yaşanılır kılan, engel gibi görülen, zorluklarla yüklü dağlar, aşılmaz gibi gözüken zorlu geçitler…

Tur Dağı’nın üzerine yemin edilmesi boşuna olmasa gerek. Tur Dağı, Nur dağı, Sevr, Olimpos, Tanrı dağları olmasaydı bunca öyküyü nasıl biriktiridi insan? Ferhat’ın öyküsünün bir anlamı olur muydu dağ olmasa?

İnsan; vahşetle şefkatin, güzellikle çirkinliğin birbirine karıştığı bir orman. Dağları, dereleri, platoları, ağaçları olan ve içinde türlü varlıkların birbirini parçalayarak ya da şefkat göstererek yaşadığı…

Leyla’nın kalbini kırmadan hayatını ritme bağlayan bir Mecnun, ya da Mecnun’u hırpalamadan hayatına ritim vermiş bir Leyla var mıdır? Gökyüzünün hep mavi kaldığı görülmüş şey midir? 

İnsan, dünyadan farklı bir şey midir?

Hep düzlükte geçmiş bir ömür eksik bir ömürdür oysa. Soğuğa, kara, rüzgara hiç tutulmadan daha dalından koprılmışbir goncadır bazı eksik hayatlar. Hiçbir dalı dümdüz yapmayan Allah, insan hayatını neden dümdüz yazgılasın ki?

Aslında insan; pılısını pırtısını sırtına sarmış bilinmeyen bir yerdeki tren istasyonuna yolculukta gibi. Dere tepe aşıyorsun, istasyona varıyorsun, trene binip dere-tepenin çilesiyle sessizce vedalaşıyorsun. Kimi tren bir an önce kalksın diye bekliyor, kimi tren kalkacak diye ağlıyor, kimi bir doğum hastanesinde istasyona çıkacağı yolculuğa hazırlanıyor, kimi yolculukta harlanıyor, kimi darlanıyor. Herkes istasyona doğru yollarda. Kimi iflah olmaz bir kibirle uflayıp pufluyor, kimi kendini diğerine taşıtıyor, kimi zorbalıkla diğerinin bineğini çalıyor, kimi neşe içinde kimi ağlıyor. Kimse istasyona gitmek istemese de gözükmez zaman gemisi insanları sürüklüyor.

Ne planlar kurarsa kursun, ne sabit saraylar yaparsa yapsın nehir üzerindeki bir saman çöpü gibi istasyona gidememezlikedemiyor insan. Bu yolculuk en çok da hanları hamamları, şanları sarayları olanlara hüzün veriyor.

Ve bir düdükle gidiyor insanlar. Kimi vagonlara ölü çocuklar diziliyor, kimine gençler, kimine ihtiyarlar. Kalanlar, gidenlerin ardından yıldız tozuna batırılmış sözler ediyorlar. En çok da trendeki çocukların ardından ediliyor yıldız tozuna batırılmış cümleler.

Ve kalanlar, bir sonraki trene binecekler için gümüş tozuna batırılmış kelimeler biriktiriyorlar.

İstasyon yolundaki insan; bazen ürkütücü bir zalim, bazen mahzun bir mazlum, bazen kederli, bazen şen, bazen öfkeli, bazen sevecen; biraz iman, biraz kan, türlü duyguların cenderesinde bir can.

İnsan hep istasyona varacak demde

Sahi sizin yolculuk ne alemde!

Alpen Nur

Sin Vadisi / Emin Osman Uygur

Karanlık yerlerde parlayan dualar gibi

Rahman nurunda

Rahim şafağında

Görünür yükseklerden

Pırıl pırıl uzaktan Sin vadisi

Kalbin detay haritasında

Bir devrin konum noktasında

Yasin bakışlı günler var yadımda

Azim olan Kuran’ın burçlarına

Takılmadan çık ay ışığı yürümelerinde

Sin vadisi kutsileri adına

Nice bin can gelir kalp okumalarına

Sessizlik hâkim tüm sokaklara

Adımlar takip eder koşar adımları

Gözleri görmez onların korkma

Setler var önlerinde ve arkalarında

Bir temiz su Sin vadisinde

Mağfiret ve ecir günleri

Sen neredesin aç ellerini

İnsanlık için yaz dilekçeni

 ***

Ruhlar dönünce bedenden evlerine

Kimi bahar bulur kimi virane

Defterler vardır beyin arşivlerinde

Kimi korkar kimi sevinir kimi şaşırır bu işe

Aç defteri oku şimdi yaptıklarını

İşte bir misal

İsyan içinde bir belde

Saldırdılar hışımla

Sin vadisi kutsilerine

Beşer değil misiniz siz de

Ölümü tatmak için bu ne acele

Taşlarız ateşlere atarız

Kurtaramaz sizi kimse

Koşarak geldi bir adam

Sin vadisinden elinde bereketlerle

Haber verdi olanlardan olacaklardan

“Şimdi ayrılın siz ey mücrimler” sayhasından

Derin bir sarsıntı ya da kurutan rüzgârdan

Ölüm dedi biri ve bir kılıç darbesi

Mahzun oldu o an Sin vadisi

Çiçekler kapandı

Sular çekildi

Kararırken bulutlar üşürken dallar

Keşke dedi kavmim bilseydi

O büyük ikramı o cömert mağfireti

25.03.2022

Eminou

Bir Elif Şiiri / Farzımuhal

-memleketimin isimsiz eliflerine

Biraz utanç içinde yazdığım mısralarım

Soylu direnişini nasıl eder ki tarif

Destan yazamam belki harfleri sıralarım

Bu şiirin özeti iki hecedir “ E-lif “

.

Bilmem kaç gece sahi uyku nedir bilmedin

Gülce bakışlı balan raks ederken düşünde

Bükülüp vav olsan da zalime eğilmedin

Aydınlık bayram yaptı senin bir gülüşünde

.

Dilinde ıslak dua, kollarında bukağı

Yoruldun biliyorum cevapsız sorulardan

Belki kutlu görevin nurlandırmak bu çağı

Umut peylemek belki gökteki kumrulardan

Farzımuhal

Bahar Heyecanı / Mehmet Şahin Keskin

zaman nehrinde bahar mevsimi

bir koşturmaca sürer her yanda 

yamaçlarda vuslat heyecanı 

tomurcuk serpilme ısrarında

 

küme küme dönerler güneşe

karıncalar, çiçekler rengârenk 

hepsi sevgiyle yürür, pür neşe

renkler atlası sanki kelebek 

 

rüşeymler birbiriyle yarışta 

seyrine doyulmaz bağ-ı irem

sergiler fasıl fasıl; art arda 

kim aşina ki bu ba’sa her dem?

 

ne enfes, bahar iklimi tek ses 

yer ve gök topyekün tefekkürde 

dünya baharı geçici heves

bazen boğulan olur içinde

Kağıttan Hayatlar / Hamide Yaramış

Filmin Adı: Kağıttan Hayatlar

Yönetmen:Can Ulkay

(Paper Lives)

Yapımcı:Onur Güven Atan

Senaryo: Ercan Mehmet Erdem

Oyuncular:

Mehmet:Çağatay Ulusoy

Ali:Emir Ali Doğrul

Gonzales:Ersin Avcı

Tahsin:Turgay Tanülkü

Süre; 1.37dk

        Gözyaşlarından kale yapmak, bağrında biriken yüklerden kurtulmak gönlünün bamteline dokunan hikayelerle mümkün oluyor. Bu hikayelerin yaşanmışlığını izlemek, o duyguların, o acıların resimlenmesi algı kanallarımızın açılıp, vicdan muhasebemizi güçlendiriyor.

Havaların çok soğuk olmasıyla kapanan okullar ve pandemi dönemi gibi herkesin evde olduğu bu tatil döneminde çocukların her iki dile de aşina olmaları için Türk filmlerine dadandık. ‘Kağıttan Hayatlar’ (Paper Lives)

         Yağmurlu  bir havada zengin, züppe bir adamın filmin kahramanına laf atması ve kahramanımızın tutuklu kaldığı hayat mekanıyla başlar.

         Emeğiyle çalışan birçok insanın yaptığı işten dolayı hor görüldüğü bir medeniyette yetişmiş olmak önyargılı yaklaşımı oluşturmuş zihnimizde. Burun kıvırıp, acıların çocuğu modunu izlemek istemiyorum diyerek bencilliğin dehlizine yuvarlanmış oldum. Aslında kapkaranlık bir labirenttir o diyar. Yol bulmak, eğitebilmek ruhunu çok zordur. Sürekli çabalamayı gerektirir. 

        O gün ev ahalisi izledi. izlerken de sürekli yorumla yaptılar. Evsizlik, küfretmek, hastalıklar,şükretmek gibi mevzularda konuştular. Ara ara kulak kesildiğimde duyabildiklerim bunlardı. 

        Ağladıkça rahatladığımı bilen kuzucuğum, ‘Anne bu filmi izlemek istersin belki. Tam sana göre. Bize sürekli köprü altındaki evsizleri gösterip hüzünleniyorsun. Onlara benziyor biraz ‘ dedi. 

          Çağatay Ulusoy’un Mehmet karakterindeki özlük arayışı, benlik dizaynı özümsenerek yansıtılmış. ‘Dejavu’ filmi gibi değişik bir anlamlandırma ve algılama, şaşkınlık ve gerçekle hayalin bütünlüğünü sezmek muhteşem bir duygu senfonisi. 

          İçinden kendimizi alamadığımız teknoloji dünyası bakış açımızı değiştirecek ve travmaların şablonlarını gözlemlemek empati ve sempati yanlarımızı besleyecektir. 

          Zamanın her anı kıymetli. Sahip olduğumuz anları gerçek huzur ve mutluluğu bulma adına kullanma derdindeyiz hep. 

          Bu film, insan denen varlığın koskoca alemi benliğinde nasıl taşıdığını yansıtmış sahneleriyle.

          Ali’ye, Gonza’ya, Tahsin babaya ve diğerlerine kahramanımızın yazgısını, kaderini paylaşmaları, onun bu hayata geliş ve gidişlerini görünen, görünmeyen etkilerini sunmak düşmüş.

          Niyazlarımız iyi niyet ekseninde makes bulursa nice Mehmet Ali’ler, Ganzalar, Tahsin babalar hayatın çarklarında acı çekmekten kurtulur belki. Kişinin kendi içindeki çatışmaları, doğallığından çıkıp zırvalamanın nirvanasında inlerse acılarından kurtulma potansiyelini işleyen uzuvlarını uyuşturmak şeklinde rahatlama yolları seçecektir. 

          Ya da yağmurlu bir günde başlayan yaşam mücadelesi artık hiçbir uyuşturma yolunun işe yaramadığı acılarıyla yine yağmurlu bir günde son bulacaktır. 

           İlgisizliğin, sevgisizliğin, dışlanmanın, hiçe sayılmanın telafisi yoktur.

                      Ölüm bile hafif gelir.

Mart 2022

Hayatım / Erhan Bozkurt

Okunmamış bir kitabın en ücra sayfasında…

Tükenmiş bir kalemle yazdığımdır hayatım. 

“Ne sen sor, ne ben anlatayım” denir ya laf arasında…

İşte öyle bir düğümdür, yutkunduğum hayatım. 

Ne kazandım, ne kaybettim belli değil aslında.

O koskoca yılların bad-ı heva faslındadır hayatım. 

Ümitlerim, hayallerim, emeklerimin kırık pusulasında…

Yönü yok, menzili yok, dönülmez akşamın ufkundadır hayatım.

Doldur almaz, boşalt olmaz, yer kalmadı kafa tasında…

İşte öyle; iflas edip bitirdiğim…. sermayemdir hayatım. 

Ne hoş diyor “geldim yarım, kaldım yarım” hani bir şarkısında….

Ne geleni güldürdüm, ne gideni…. ne de güldüğümdür hayatım. 

Vefa, hatır, kadir, kıymet kimin umurunda…

Ya bir de Sen olmasan dediğimdir hayatım. 

WordPress.com'da bir web sitesi veya blog oluşturun

Yukarı ↑