Yürürüm duymaz beni, kaldırımlar şu hissiz,
Sızmış sokak lambası, kıpır kıpır şuh issiz,
Ay yanar “arustağ”da, öyle sensiz ve ıssız,
Ayak sürürüm lakin, çeker ayaklar arsız..
Yoksun işte yanımda, nefesin ve sesin yok,
Konuşsam hayalinle, içten bir gülesim yok,
Düşmüş gözlerim küskün, yerlerden alasım yok,
Gelsen diyorum artık, yabandayım kararsız..
Acımaz taş parkeler, yüzlerinde aymazlık,
Sensiz taşlarda bile, beni hiçe saymazlık,
Taş taş düşer sol yanım, yetişir bu ahrazlık,
Yarımız sen de ben de, bu hal bize yararsız..
Gel ve getir unutma, kayıp beni de sakın,
Köhne hor mecrasında, dönmüyor hayat çarkım,
Yordu beni sokaklar, yok divaneden farkım,
Altta sarhoş adımlar, kalp içimde ayarsız…
Hicret ve Zindan / Cihangir Asyalı
Bir tabure durdu
Duvarın dibinde
Sonra yine
Sonra yine
Niyedir
İç çekip dururlar
Yudum yudum eksilen
Bardağın renginde
Tabureler hicret
Tabureler gurbet
Tabureler hasret mi
Bir ince sızıdır lakin
Yoklar durur
İçlerini
.
Beyaz beyaz bulutlar geçti
Avlunun üstünden
Kuşlar geçti
Ve düşler…
Kuşlar uzaklarda
Küçücük simsiyah lekeler
Gökyüzü deli mavi
Leke leke tespihlerdir
Kuşların gözleri
Gözleri kuşların hayal mi
Çünkü hayaller
Bulutlar misâli
Alır gider uzaklara
Tespihleri
.
Sıra sıra bardaklar durdu
Avlunun içinde
Terlikler durdu
Tespihler
Ve zeytin çekirdekleri
Bardaklar kırmızı sıcak
Zeytinler sarı
Terliklerle dolu avlu kenarı
Terlikler aşağı
Yukarı
Terlikler içeri
Dışarı
Çekilir duvarlardan aydınlık
Kapanır kapı
.
Akşamdır
Toplanırlar cümle cümle yanyana
Kıpır kıpır hepsinin dudakları
Hoş Olur / Mehmet Remzi
Hayat ağaç yıllar daldır,
Gönül petek sevgi baldır
Cennet yolu yokuş yoldur
Varabilsek ne hoş olur..
Dikenler var gül dalında
Anılar hayat yolunda
İnsanlık tatlı dilinde
Erebilsek ne hoş olur
**
Olmak için baltaya sap
Gayret ver bize ya Rab..
Önce nefsimize hesap
Sorabilsek ne hoş olur..
**
Korkmayın iyi insandan,
Insanı eşref sayandan
Insanları şöyle candan,
Sarabilsek ne hoş olur.
Hakkın rızasını gözle
Batıĺ yolu alma kal’e..
Kur’andır semavî kale
Girebilsek ne hoş olur..
🍀🍀
Mehmet Remzi
Yol / Şennur Deniz
İki Kadın
Bir durakta
Yol Meleği selamladı onları büyük bir saygıyla
Okyanusları mavi olmayan
Kara yağız bu şehirde
Nasıl benziyorlardı birbirlerine!
Biri;
Toprağın derinliklerinden sana meyve sunacağım derdinde,
Birinin kökleri
Zaten bu toprağın derinliklerinde…
Hem son derece aynı
Hem son derece farklı kadınlar
Çürük dişlerden dökülen harfler farklı diye mi!
İki kadın
İkisinin arasında uzunca yakın bir Yol
Yolun bir tarafı dilek ağacı
Yıllarca üzerine bağladığı
Rengarenk çaputları
Mavi,mor,yeşil,kırmızı…
Günbatı kahküller
Yapışmış terli alnına
Yorgun aslında
Durmadan geçmişe Yol olmaktan.
Yüzünü karartan
Acıdan bir tül
Tülün üzeri nakış nakış
Belli kendi işlemiş dövmelerini
Geçmişine çiçek uzatmış
Belki ruhum çicek açar
Sızan kan tüm geleceğimi yıkar diye…
Elleri kuru akan bir kum
Kınalı parmakları
Her gece siyah bir Dua’ya yol
Bir an
Havı dökülmüş kirpiklerle
Yolun diğer tarafına baktı
Kendi yüzünü arar gibi
Kaybolduğu yolu sorar gibi
Bedduasının nerede olduğunu bilmek ister gibi
Buraya nasıl geldin!
Nasıldı geçtiğin Yollar!
Bir Hayat toz ve sabırdan oluşur muydu?
Sonra bir dolmuş
Düdük çala çala geldi yoldan…
Geçti şiirimin ortasından…
İnsan Bu 2 (İstasyon Yolunda İnsan) / Alpen Nur
İnsan ne tuhaf varlık! Hem uğruna can verilircesine sevilen, hem canı pahasına düşmanlık edilen…
İlkbaharından yazına, sonra da sonbaharına girerken var olma telaşıyla ruhunun her titreşimini göstermek istercesine halden hale geçer. Bazen masmavi gökyüzünde aniden beliren ve mütereddit damlalarıyla ıslatan toprak kokulu bir yağmur. Bazen de koyu gri bulutlarından çılgın sağanak bırakırken aniden yerini parlak bir aydınlığa bırakan berrak bir güneş…
Uç vermiş nar’in bir goncanın yanında ömrünü büyük bir zarafetle bitirmiş kızıl sarı arası bir yapraktır bazen. Bazen çocuksu bir neşe. İçiçe bir melankoli…
Bazen baştan başa etrafını anarşinin kuşattığı bir kale, bazen kendi kalesinin içinde bir anarşist… Kimi zaman yeşil çimenlerine kuru yapraklar dökülür, kimi zaman redingot çizmelerin arasında üç parmak terlikle görülür. Kendi içinin duvarlarında endişeleri duvardan duvara vurur boşvermişliklerini…
Hayat bazen Himalayalar gibi dikilir karşısına bazen öfke kusan Etna yanardağı.
Kimi zaman hayat, bir Selimiye gibi ihtişama bürünür gözünde. Her santimetresi işlenmiş, tesadüflere bırakılmamış, muhteşem bir mimarı olan… Bütünü muhteşem bir yapı, parçasına bakınca darmadağınık kaos hali. Bir eşyanın rengindeki durgunluk gibi. Atomlarına inince, nötron ve protonlarının delice dönüp savrulması hali…
Ve kimi zaman bu ihtişamı dizayn eden mimar, kimi zaman bu ihtişamın içinde fenafillaha ermiş derviş, kimi zaman bu muhteşem mimarinin önünde rızkını çağıran bir işportacı…
İnsan; bazen ürkütücü bir zalim, bazen mahzun bir mazlum, bazen kederli, bazen şen, bazen öfkeli, bazen sevecen; biraz iman, biraz kan, türlü duyguların cenderesinde bir can.
Arada bir insanı kalbi kırılmalı, diyor başka bir insan. Tekdüzelik Tanrı’nın yarattığı bu varlığa uygun değil sanki.
Sürekli bir mutluluk, düzenlilik hali, hiçbir şarta bağlı olmayan kesintisiz şefkat, sıkıcı mı geliyor insana? Sürekli bir hal memnuniyetsizliği, ruhunun kodlarına pusuya yatırılmış.
Bir aşk gibi insan hayatı; sadece düzlükten ibaret olmayan, derelerden, tepelerden, bazen geçit vermez dağlardan, kimi zaman da düzlüklerden ibaret… yeryüzü gibi ya da… Yeryüzü dümdüz olsaydı, yaşanılır olur muydu bilnmez. Belki de yeryüzünü yaşanılır kılan, engel gibi görülen, zorluklarla yüklü dağlar, aşılmaz gibi gözüken zorlu geçitler…
Tur Dağı’nın üzerine yemin edilmesi boşuna olmasa gerek. Tur Dağı, Nur dağı, Sevr, Olimpos, Tanrı dağları olmasaydı bunca öyküyü nasıl biriktiridi insan? Ferhat’ın öyküsünün bir anlamı olur muydu dağ olmasa?
İnsan; vahşetle şefkatin, güzellikle çirkinliğin birbirine karıştığı bir orman. Dağları, dereleri, platoları, ağaçları olan ve içinde türlü varlıkların birbirini parçalayarak ya da şefkat göstererek yaşadığı…
Leyla’nın kalbini kırmadan hayatını ritme bağlayan bir Mecnun, ya da Mecnun’u hırpalamadan hayatına ritim vermiş bir Leyla var mıdır? Gökyüzünün hep mavi kaldığı görülmüş şey midir?
İnsan, dünyadan farklı bir şey midir?
Hep düzlükte geçmiş bir ömür eksik bir ömürdür oysa. Soğuğa, kara, rüzgara hiç tutulmadan daha dalından koprılmışbir goncadır bazı eksik hayatlar. Hiçbir dalı dümdüz yapmayan Allah, insan hayatını neden dümdüz yazgılasın ki?
Aslında insan; pılısını pırtısını sırtına sarmış bilinmeyen bir yerdeki tren istasyonuna yolculukta gibi. Dere tepe aşıyorsun, istasyona varıyorsun, trene binip dere-tepenin çilesiyle sessizce vedalaşıyorsun. Kimi tren bir an önce kalksın diye bekliyor, kimi tren kalkacak diye ağlıyor, kimi bir doğum hastanesinde istasyona çıkacağı yolculuğa hazırlanıyor, kimi yolculukta harlanıyor, kimi darlanıyor. Herkes istasyona doğru yollarda. Kimi iflah olmaz bir kibirle uflayıp pufluyor, kimi kendini diğerine taşıtıyor, kimi zorbalıkla diğerinin bineğini çalıyor, kimi neşe içinde kimi ağlıyor. Kimse istasyona gitmek istemese de gözükmez zaman gemisi insanları sürüklüyor.
Ne planlar kurarsa kursun, ne sabit saraylar yaparsa yapsın nehir üzerindeki bir saman çöpü gibi istasyona gidememezlikedemiyor insan. Bu yolculuk en çok da hanları hamamları, şanları sarayları olanlara hüzün veriyor.
Ve bir düdükle gidiyor insanlar. Kimi vagonlara ölü çocuklar diziliyor, kimine gençler, kimine ihtiyarlar. Kalanlar, gidenlerin ardından yıldız tozuna batırılmış sözler ediyorlar. En çok da trendeki çocukların ardından ediliyor yıldız tozuna batırılmış cümleler.
Ve kalanlar, bir sonraki trene binecekler için gümüş tozuna batırılmış kelimeler biriktiriyorlar.
İstasyon yolundaki insan; bazen ürkütücü bir zalim, bazen mahzun bir mazlum, bazen kederli, bazen şen, bazen öfkeli, bazen sevecen; biraz iman, biraz kan, türlü duyguların cenderesinde bir can.
İnsan hep istasyona varacak demde
Sahi sizin yolculuk ne alemde!
Alpen Nur
Sin Vadisi / Emin Osman Uygur
Karanlık yerlerde parlayan dualar gibi
Rahman nurunda
Rahim şafağında
Görünür yükseklerden
Pırıl pırıl uzaktan Sin vadisi
Kalbin detay haritasında
Bir devrin konum noktasında
Yasin bakışlı günler var yadımda
Azim olan Kuran’ın burçlarına
Takılmadan çık ay ışığı yürümelerinde
Sin vadisi kutsileri adına
Nice bin can gelir kalp okumalarına
Sessizlik hâkim tüm sokaklara
Adımlar takip eder koşar adımları
Gözleri görmez onların korkma
Setler var önlerinde ve arkalarında
Bir temiz su Sin vadisinde
Mağfiret ve ecir günleri
Sen neredesin aç ellerini
İnsanlık için yaz dilekçeni
***
Ruhlar dönünce bedenden evlerine
Kimi bahar bulur kimi virane
Defterler vardır beyin arşivlerinde
Kimi korkar kimi sevinir kimi şaşırır bu işe
Aç defteri oku şimdi yaptıklarını
İşte bir misal
İsyan içinde bir belde
Saldırdılar hışımla
Sin vadisi kutsilerine
Beşer değil misiniz siz de
Ölümü tatmak için bu ne acele
Taşlarız ateşlere atarız
Kurtaramaz sizi kimse
Koşarak geldi bir adam
Sin vadisinden elinde bereketlerle
Haber verdi olanlardan olacaklardan
“Şimdi ayrılın siz ey mücrimler” sayhasından
Derin bir sarsıntı ya da kurutan rüzgârdan
Ölüm dedi biri ve bir kılıç darbesi
Mahzun oldu o an Sin vadisi
Çiçekler kapandı
Sular çekildi
Kararırken bulutlar üşürken dallar
Keşke dedi kavmim bilseydi
O büyük ikramı o cömert mağfireti
25.03.2022
Eminou
Bir Elif Şiiri / Farzımuhal
-memleketimin isimsiz eliflerine
Biraz utanç içinde yazdığım mısralarım
Soylu direnişini nasıl eder ki tarif
Destan yazamam belki harfleri sıralarım
Bu şiirin özeti iki hecedir “ E-lif “
.
Bilmem kaç gece sahi uyku nedir bilmedin
Gülce bakışlı balan raks ederken düşünde
Bükülüp vav olsan da zalime eğilmedin
Aydınlık bayram yaptı senin bir gülüşünde
.
Dilinde ıslak dua, kollarında bukağı
Yoruldun biliyorum cevapsız sorulardan
Belki kutlu görevin nurlandırmak bu çağı
Umut peylemek belki gökteki kumrulardan
Farzımuhal
Bahar Heyecanı / Mehmet Şahin Keskin
zaman nehrinde bahar mevsimi
bir koşturmaca sürer her yanda
yamaçlarda vuslat heyecanı
tomurcuk serpilme ısrarında
küme küme dönerler güneşe
karıncalar, çiçekler rengârenk
hepsi sevgiyle yürür, pür neşe
renkler atlası sanki kelebek
rüşeymler birbiriyle yarışta
seyrine doyulmaz bağ-ı irem
sergiler fasıl fasıl; art arda
kim aşina ki bu ba’sa her dem?
ne enfes, bahar iklimi tek ses
yer ve gök topyekün tefekkürde
dünya baharı geçici heves
bazen boğulan olur içinde
Kağıttan Hayatlar / Hamide Yaramış
Filmin Adı: Kağıttan Hayatlar
Yönetmen:Can Ulkay
(Paper Lives)
Yapımcı:Onur Güven Atan
Senaryo: Ercan Mehmet Erdem
Oyuncular:
Mehmet:Çağatay Ulusoy
Ali:Emir Ali Doğrul
Gonzales:Ersin Avcı
Tahsin:Turgay Tanülkü
Süre; 1.37dk
Gözyaşlarından kale yapmak, bağrında biriken yüklerden kurtulmak gönlünün bamteline dokunan hikayelerle mümkün oluyor. Bu hikayelerin yaşanmışlığını izlemek, o duyguların, o acıların resimlenmesi algı kanallarımızın açılıp, vicdan muhasebemizi güçlendiriyor.
Havaların çok soğuk olmasıyla kapanan okullar ve pandemi dönemi gibi herkesin evde olduğu bu tatil döneminde çocukların her iki dile de aşina olmaları için Türk filmlerine dadandık. ‘Kağıttan Hayatlar’ (Paper Lives)
Yağmurlu bir havada zengin, züppe bir adamın filmin kahramanına laf atması ve kahramanımızın tutuklu kaldığı hayat mekanıyla başlar.
Emeğiyle çalışan birçok insanın yaptığı işten dolayı hor görüldüğü bir medeniyette yetişmiş olmak önyargılı yaklaşımı oluşturmuş zihnimizde. Burun kıvırıp, acıların çocuğu modunu izlemek istemiyorum diyerek bencilliğin dehlizine yuvarlanmış oldum. Aslında kapkaranlık bir labirenttir o diyar. Yol bulmak, eğitebilmek ruhunu çok zordur. Sürekli çabalamayı gerektirir.
O gün ev ahalisi izledi. izlerken de sürekli yorumla yaptılar. Evsizlik, küfretmek, hastalıklar,şükretmek gibi mevzularda konuştular. Ara ara kulak kesildiğimde duyabildiklerim bunlardı.
Ağladıkça rahatladığımı bilen kuzucuğum, ‘Anne bu filmi izlemek istersin belki. Tam sana göre. Bize sürekli köprü altındaki evsizleri gösterip hüzünleniyorsun. Onlara benziyor biraz ‘ dedi.
Çağatay Ulusoy’un Mehmet karakterindeki özlük arayışı, benlik dizaynı özümsenerek yansıtılmış. ‘Dejavu’ filmi gibi değişik bir anlamlandırma ve algılama, şaşkınlık ve gerçekle hayalin bütünlüğünü sezmek muhteşem bir duygu senfonisi.
İçinden kendimizi alamadığımız teknoloji dünyası bakış açımızı değiştirecek ve travmaların şablonlarını gözlemlemek empati ve sempati yanlarımızı besleyecektir.
Zamanın her anı kıymetli. Sahip olduğumuz anları gerçek huzur ve mutluluğu bulma adına kullanma derdindeyiz hep.
Bu film, insan denen varlığın koskoca alemi benliğinde nasıl taşıdığını yansıtmış sahneleriyle.
Ali’ye, Gonza’ya, Tahsin babaya ve diğerlerine kahramanımızın yazgısını, kaderini paylaşmaları, onun bu hayata geliş ve gidişlerini görünen, görünmeyen etkilerini sunmak düşmüş.
Niyazlarımız iyi niyet ekseninde makes bulursa nice Mehmet Ali’ler, Ganzalar, Tahsin babalar hayatın çarklarında acı çekmekten kurtulur belki. Kişinin kendi içindeki çatışmaları, doğallığından çıkıp zırvalamanın nirvanasında inlerse acılarından kurtulma potansiyelini işleyen uzuvlarını uyuşturmak şeklinde rahatlama yolları seçecektir.
Ya da yağmurlu bir günde başlayan yaşam mücadelesi artık hiçbir uyuşturma yolunun işe yaramadığı acılarıyla yine yağmurlu bir günde son bulacaktır.
İlgisizliğin, sevgisizliğin, dışlanmanın, hiçe sayılmanın telafisi yoktur.
Ölüm bile hafif gelir.
Mart 2022
Hayatım / Erhan Bozkurt
Okunmamış bir kitabın en ücra sayfasında…
Tükenmiş bir kalemle yazdığımdır hayatım.
“Ne sen sor, ne ben anlatayım” denir ya laf arasında…
İşte öyle bir düğümdür, yutkunduğum hayatım.
Ne kazandım, ne kaybettim belli değil aslında.
O koskoca yılların bad-ı heva faslındadır hayatım.
Ümitlerim, hayallerim, emeklerimin kırık pusulasında…
Yönü yok, menzili yok, dönülmez akşamın ufkundadır hayatım.
Doldur almaz, boşalt olmaz, yer kalmadı kafa tasında…
İşte öyle; iflas edip bitirdiğim…. sermayemdir hayatım.
Ne hoş diyor “geldim yarım, kaldım yarım” hani bir şarkısında….
Ne geleni güldürdüm, ne gideni…. ne de güldüğümdür hayatım.
Vefa, hatır, kadir, kıymet kimin umurunda…
Ya bir de Sen olmasan dediğimdir hayatım.