Umutsuz bir yalnızlığın ortasında kalmak.
Giderken arkandan sallanan bir elin, gelirken açılan bir kucağın olmaması.
Başlangıç noktası ile bitiş noktasında sadece sen varsın.
İnsan gittiği her yerde kendinden bir parça arar, onlara tutunmak yaşamak için. Geride bıraktığı parçalar, elinde kalan parçalar. Aslında paramparça olur insan. Hayat bundan ibaret, hatırlamamak için tutunduğu yerler alır her bir parçasını kendisinden.
Bir varoluş sorunsalı; yaşadığından haberdar etmek mi istiyor etrafını yoksa kendi yaşadığının farkına varmaya mı çalışıyor. Belki de bu kısır döngü insan hayatı boyunca devam edip gitmekte. Hayat bitene kadar etrafındaki insanlar fark etsin diye belli bir yaşa kadar çaba sarf ediyorsun ama gün geliyor bu insanlar hala senin farkında değil, acaba ben kendimin farkında mıyım, kendi varoluşsal sorunlarımı aşabildim mi diye düşünüyorsun.
Bir varmış bir yokmuş diye başlayan masalların arasında kalıyor insan varla yok arasında yani.
Varlığımın armağan olduğu kimseleri arıyorum ama görüyorum ki kimse bu armağanı kabul etmemiş. Varlığımı muhtaç olduğum bir varlık bana daha anlamlı geliyor.
“Var olmak” ve “yaşamak” kelimelerinin birbirlerinden çok farklı olduğunu anladım. Yaşadıkça var olmaya çalışmak.
Duymak istediğimi söyleyenlerle, görmek istediğimi ortaya koyanlarla birlikteliğimi, aslında onların benim var olduğuma beni inandırmaya çalışmalarına borçluyum.
Dalıp gitmiştim. “Bizim oralar bir başkadır hocam” demişti. Anlatırdı arada, öyle bir anlatırdı ki; iç çeke çeke uzaklara baka baka, onun bu samimi anlatımlarını dinlemekten zevk alırdım. Oraların bizim olması gerek derdim ama oralar bunun farkında olmazdı. İnsan bağlanma duygusunu tatmin etmek adına bağlanıyor galiba.
İnsan kendi varlığını hissediyor biryerin varlığıyla. Başkalarının gözüyle kendini görüyor ve bu şekilde kendini seviyor. Olmanın dayanılmaz ağırlığını kendince hafifletmeye çalışıyor.
Bir şey bulmayı ümit etmeden varmak varacağın yere, bulduğunda yetinmek, vardığında belki onlar da olmasa diyebilmek, mutlu olabilmenin anahtarı belki de buradadır diyebilmek.
Açılan bir kapıdan içeri girebilmek, bilmediğin bir yerde tanımadığın insanlar arasında sadece sen olarak kalabilmek, sen olarak var olabilmek varoluş mücadelesi dedikleri bu değil belki ama var olduğunu hissetmek budur herhalde.
Gezerken kaldırımlarda, parklarda, bahçelerde gözlerinle merhaba diyeceğin birini aramak ama bulamamak.
Sadece izlerinde varolmak…
Bir şeyler yapmak, kendi varlığını hissetmek için belki ışığı yakmak, belki yerinden kalkmak çok basit hareketlerde kendi varlığını fark etmek.
Her nerede olursan ol hiçbir sesin sana hiçbir şey hatırlatmıyor olması senin bu ellere en çok da kendine yabancı olmandan.
Odadaki eşyaların hiç bir zaman sana ait değil onlara daha önceleri bir başkası dokunmuş. Bir başkasından miras kalmış gibi onlara sahip çıkmak, onları sahiplenmek sende ne kadar kalacaklarını bilemeden sahiplenmek. Sokaktan geçen insanların sesleri, pencerene konan kuşun, arabaların, hiç bilmediğin yerlerin seslerine ses eklemek için kendi kendine konuşmak. Belkide bir canlının en büyük isteği ve en büyük mutluluğu iz bırakmak, bırakılmış izin üzerinden giderek iz bırakmaya çalışmak. Senden sonrakilerin senin bıraktığın izlerin üzerinden geçmesiyle kalmayan izlerini anlamlandırmak için yaşamak.
Belki bir çiçeği sulamak sana hayat veriyor, belki sokak kedilerini köpeklerini beslemek, “Merhaba” diyen birinin sesiyle teselli olmak.
Geçmişte kalan sevinçlere tekrar sevinmek, belki de hüzünlere tekrar tekrar ağlamak. Varolmak, kendince kendini bulmak bu olsa gerek, tek başına bir evin penceresinden sokağa izlemek ve dalıp gitmek.
Olanlardan bir dünya kur, olmayanlarla hayalini…
Yüreğine sağlık Adem hocam. Alıp götürdün gönlümün hayal dünyasına.
BeğenBeğen
Teşekkür ederim efendim
BeğenBeğen