Bir adam gördüm birkaç gün önce. Başında mavi bir şapka, üzerinde kirli ve eski bir mont, ayağında ikinci dünya savaşından kalmış gibi bir çift bot ve ellerinde parmaklarının ucu aşınmış eldivenler ile yaşlı bir adam gördüm. Ağır ağır bana doğru yürüyordu. Ve bense treni bekliyordum. Birkaç dakika önce okuduğum şiirin etkisi de henüz üzerimdeyken adam tam önümden geçiverdi. Ve garip bir musiki… O yaşlı ayakların hareket edişi ile sesler geliyordu yaşlı adamdan.
Köylü çocuğuyum. Gözlerimi köyde açtım. Koyunlarımız da oldu ineklerimiz de. Kaybolursa eğer birisi dağ başında, ayrılırsa eğer sürüden, fark edilsin diye her birinin boynuna çanlar taktığımızı biliyordum. İneklerin kocaman , koyunların küçücük… O çanlar korosuna gittim bir an. Ve geldim yeniden yaşanan zamana. Yaşlı adam beş on metre önümdeydi. Ayağa kalktım ve yürüdüm ona doğru. Hiç olmazsa o seslerin kaynağını öğrenmeliydim. Ah insanoğlunun içini kemiren kurt, merak… Azin Nesin’in

İçimde bir merak
öyle bir merak
Ölümümden bir ay sonra
bir güncük yaşamak
Ve dostu düşmanı
Suçüstü yakalamak
dediği gibi olmasa da içimde bu merak ve ben yaşlı adama doğru yürüdüm. Ve aralandı zihnimdeki perdeler. Seslerin kaynağı yumurtadan başlarını çıkaran ilkbaharın süsü kaz civcivleri gibi ışıldadı gözlerimin önünde. İrili ufaklı onlarca anahtar. Bir gelinin gerdanından sarkan altınlar gibi mi , bir asmadan yere sarkan üzümler gibi mi ya da tersine dönmüş bir dünyada çaresizce gökyüzüne kalkan eller ve yere düşen umutlar gibi mi desem… Beyaz, sarı, parlak,paslı onlarca anahtar vardı adamın belinde. Parklarda , istasyonlarda geceleyen evsiz biriydi belki de bu anahtarlar ülkesinin padişahı. Tren geldikten sonra uzun uzun o anahtarları düşündüm ve kapıları. Acaba her birinin birer kapısı da var mıydı? Hangi kapılar içindi o anahtarlar. Ve o kapıların ardından hangi renkler hangi sesler saklanıyordu da o sesler ve renkler hürmetine taşıyordu yaşlı adam.
Kimbilir belki de Mevlana’yı okumuş ezberlemişti bu adam. Ve ben ona bakarken o da içinden ezbere Divan-ı Kebir’den
Ey eskimiş,
müzminleşmiş dert,
maşallah maşallah, şifa geldi;
ey kilitlenmiş,
kapanmış kapı,
açıl, anahtar geldi
diyordu. Kimbilir?
Sırtında kocaman anahtar taşıyan ve ben o kapıyı bulacak ve içindeki ışıkla doyacak içindeki sesle mesrur olacağım diyen sabrı giyinmiş aziz dosta selam…

Bir Cevap Yazın