Kaç zaman geçti nerelere gitti, nelerin yaşandığını anlayamadı, olanların farkında değildi ama yine olmaktan keyif aldığı yerde, her an etrafta hareket olan salonda,konsolun üstünde…
2005’te Kadıköy’de bir kırtasiyeden alınıp, satır satır okunup,hediye edildiği günden beri nelere şahitlik etmiş, nelere sebep olmuştu oysa ki…
Kitaplar kitaplar kitaplar hep vardı etrafta.Onun yeri hep özeldi ,ne olmuştu da aylarca bir kolide hiç dokunulmadan tek bir sayfası dahi açılmadan durmuştu.Daha öncede kolilerle oradan oraya taşınmış, evi, yurdu değişmişse de ona verilen önem hiç azalmamıştı. Ne kadar orada kalmıştı, neler yaşanmıştı, bu ev neden eksikti? Sesinde neşe olan kadın neden bu kadar az konuşuyor, daha çok kahve içiyor, daha az uyuyordu. Peki gülünce gözleri gülen, kahkahasıyla yeri göğü inleten adama ne olmuştu?
Belki de çok basit bir açıklaması vardı tüm bu yaşanılanların ama ayrılık hüznü evin her köşesine sinmişti.
Hep etraflarında bir yerlerde olurdu.Değişik zamanlarda yeni basımlarını almış olsalarda , bu yaprakları iyice sararmış, cildi yıpranmış, bazı satırları el titreyerek çizilmiş,7. Basımın yeri hep ayrıydı zihinlerinde, gözlerinde, ellerinde…
Kaç yıldır sayfaları arasında bir kaç gül yaprağıyla onlara eşlik eden bu kitabın aslında birlikte inşa edecekleri hayatlarının ilk tuğlası olduğunu ikisi de bilmiyordu…
Birbirlerini yıllardır tanıyor olmalarına rağmen, isimle hitap etmek artık eksik kalıyordu. Bey-hanım deseler deli deli akan kanlarına ters düşecekti. Zamane İnsanlarının sevgisiz şekilci hitapları ikisi içinde yok sayılan türlerdendi. Aradıkları da yoktu ama bulduklarında çok sevdiler, çok sevindiler.
Ne diyordu 9. Mektupta “Sevgili olunmadan dost,dost olunmadan sevgili olunmuyor.” Aralarındaki kuvvetli bağa yakışır bir hitaptı. İki kelime, çokça tılsım, özen, vefa, arkadaşlık, hasret, vuslat ne varsa ihtiyaçları olan her şeyi barındırıyordu, “Sevgili Dost”
Konuşurken resmiyet kalkacak gibi değildi ama zaten ikisine en çok birlikte oldukları, iki şehir arası postacıları kıskandıracak hızda yazılan mektuplarda, ne denli özel olduklarını hissedebilecekleri iki kelimeydi.. “Sevgili Dost” ne güzeldin sen sıcacık, bir o kadar mesafeler barındıran.
Sadece bir kitap muamelesi görmemişti o sayfalar genç dostlardan. Son sınıfın son cumasının hüznüyle yürürken de yanındaydı. Ağaçlı ışıklı yolda yorgun argın evine dönerken de. Çocukluk hayali olan tebeşir elinde beyaz önlüğüyle bir tahta önündeyken de çantasında. Gelin olmuş gidiyorken sandığının bir kenarında. İlk evladını kucağına aldığında evin başköşesinde.
Ne zamana kadar orda garip duracak bilmiyorum ama bir gün yine sesiyle gülen adam gelecek ve “hey 1-61 arası bir sayı söyle “diyecek. Sonra sayısı söylenen kefaret mektubunu okuyacak. Belki bir kahve eşliğinde saatlerce bir muhabbet başlayacak öncekilerden daha koyu.
Muhabbetin sonunda kadın yine aynı satırları tekrarlayacak
“Sevgili Dost , eğer yeryüzünde ki bütün elleri bir masanın üzerine koysalar, ellerini bulabilirim onların içinden.”
Sermest
Ali Ural’ın Posta Kutusunda ki Mızıka kitabına ithafen yazılmıştır…
Bir Cevap Yazın