Zahide Ana / Süha Berk


Elinde bir adresle çıkageldi, “hatun kalk gidiyoruz” dedi.

“Dur! Biraz soluklan, bir çay iç” dedim.

Hiç ses vermedi ama birazcıkta olsa rengini belli etti; heyecanlı, stresli ve de endişeliydi.

“Hadi toparlan gidelim, hatun” dedi.

Hiç ses etmeden toparlandım. “Nereye gideceğiz, niçin gideceğiz?” demedim.

Yüz hatları gerilmişti, gözleri dolu dolu olmuştu. Bir şeyler olduğunda genelde giyinip kuşandığı bir ruh haliydi bu. Bir şeycikler vardı ama ne olduğunu söylemiyordu.

Sessizce arabaya bindik ve yola koyulduk.

“Emir bey, nereye gidiyoruz?” dedim.

“Zahide Ana’ya” dedi.

“Kimmiş peki bu Zahide Ana, neden bu vakte kadar ismini hiç duymadım?” dedim.

Sesi çatallaşmış ve titrek titrek olmuştu, “bir arkadaşımın annesi” deyiverdi.

Anlamıştım vaziyeti..

Amacım eşimi konuşturmak, onu rahatlatmak ve derdine ortak olabilmekti.

Emir..?

Efendim, dedi.

“Neden silecekleri çalıştırdın?”

“Özür dilerim, farkında değilim” derken ağladığını fark ettim. Aracı kenara çekti, ağladı, ağladı, ağladı. Dudaklarının diyemediğini gözyaşları ile anlatmaya çalıştı. Onun ağlamasına ben de dayanamadım, ağladım, ağladım.

Sonra ufaktan sarıldı bana.. “İyi ki varsın” dedi.

Gözlerini sildi, gözlerimi sildi ve şehrin dışına doğru ilerledik.

Sora sora Zahide Ana’nın adresini bulduk.

Zile bastık ancak ne bir gelen vardı ne de bir giden.

Çıkıp yan komşuya sorduk, evdeler dedi.

Tekrar bir ümitle geri döndük.

Yer yer zile bastık, yer yer de kapıya vurduk. İçeriden çocuk sesleri geliyordu ama kapı bir türlü açılmıyordu. Yirmi dakikadan fazla bekledik ve sonunda kapımız açıldı.

Kapıda Zahide Ana belirdi; ayakta zor duruyordu, düşmemek içinde sıkıca bastonuna tutunuyordu. Yüzü kırış kırıştı, nurdan bir çehresi vardı, dudağında ise zikirleri..

Yaşmağını öylesine bağlamıştı başına, eteği ayaklarına kadar uzanıyordu. Gözlerinde yağmur yüklü bulutlar, sırtında yılların vebali, bastonunda seksenlik bir ömrün iniltileri…

“Buyrun yavrum, kime bakmıştınız?” dedi.

Emir, Zahide Ana’nın ellerini aldı, öptü öptü.

“Geç mi kaldım, Zahide Ana.! Beni içeri almayacak mısın?” dedi.

Zahide Ana birden heyecanlanmıştı. Buyrun, buyrun yavrum ama kusuruma bakmayın ben sizi tanıyamadım.

Emir, biz “Tanrı misafiriyiz” Zahide Ana, dedi yavaşça..

“Ev içinde kusura bakmayın” dedi.

“Ne kusuru Zahide Anam..!” “O nasıl söz öyle” dedik, yavaşça evin içine doğru ilerledik. Evin durumunu görünce büyük bir sarsıntı yaşadık. Bu durumu nasıl anlatırım bilemiyorum.

Boyası, badanası, eşyaları, temizliği.. Evin hali içler acısıydı, desem…

Çocuklar mı?

Dört yaşında ikiz erkek çocuk ve iki yaşında bir kız çocuğu vardı. İkizler ayrı tatlı, minik kız ayrı tatlıydı.

İkizler bizi görünce anneannesine kaçıştı, minik kız ise dudaklarını büküp ağlamaya başladı. Kucağıma aldım, bir sofanın kenarına oturduk. Ağladı, ağladı, ağladı…

Altına baktım temizdi, eline bir şeyler vermek için mutfağa geçtim. Dolaplarda hiçbir şey yoktu, yerimde çakılı kalmıştım. “Evde hiçbir şey yokmuş” dedim. Minik yavruya daha da bir sarıldım.

Eşimin sesine tekrar salona geçtim. Zahide Ana yavaş yavaş geldi, karşımıza oturdu. Yaşmağının kenarı ile ıslak ıslak olmuş asırlık gözlerinin kenarını sildi. Hasretle baktı, özlemle içlendi..

Yüreğinde bir yanardağ lavla doluydu.

Eşim, “Zahide Ana, ben ben…” dedi. İsmail’in arkadaşıyım, diyecek oldu diyemedi. Toparlamaya çalıştı ve “Zahide Ana biz Tanrı misafiriyiz,” dedi.

“Yavrumm” dedi, başladı ağlamaya..!

Seni o mu gönderdi?

Evet, Zahide Ana..

Mehtap hanım nerde, dedik.

Bu sefer hıçkırıklara boğuldu. İkizler, Zahide Ana’nın dizlerine sarıldı.

Anneanne Anneanne diye onlarda ağlamaya başladı. Betül ise başını göğsüme dayamış, huzurun tadını çıkartıyordu.

Zahide Ana dertliydi, çocuklar kederli..

İsmail’im den sonra bir gün, Mehtap dizlerimin dibine çöktü; “Anne, iki dünya bir araya gelse ben seni bırakmam biliyorsun değil mi?” dedi.

Biliyorum, kızım dedim.

“Annem müsaaden olursa ben İsmail’in ailesine gideceğim” dedi.

Başını kucağıma koydu, grastonluk gemileri yüzdürdü yüreğinde, yutkundu. Acıları indirdi, ateşleri bindirdi, doluya koydu olmadı, boşa koydu dolmadı. Sonra konuştukça konuştu ağladı, ağladı. Istıraptan bir kor haline gelmişti tutunduğu hayat..

Annem, dedi; “Annem, beni de tutuklarsalar çocuklar ortada kalır. Sen onlara bakamazsın, onları yediremezsin, içiremezsin, giydiremezsin.”

“Oyun isterler, oynayamazsın. Onlar sana çok yük olur annem” dedi.

Kızım, bunları bana niye anlatıyorsun ki, dedim.

“Annem, ah annem…” dedi.

İki gözüm iki çeşme ağladı. O gün benimle her an gidecekmiş gibi konuştu ama ancak bir ay sonra gidebildi.

Mehtap kızım çok içli ve hisliydi. Şimdi yersiz korkularını daha iyi anlıyorum.

Ağlaya ağlaya gitti.

Kayınvalidesi onu eve almamış.

“Nereden geldiysen oraya git. Teröristlerle işimiz olmaz” demiş.

Annecim, ne olur bir dinle demiş, ne olur bir kerecik dinle..

Çok şükür gidecek bir yerimiz, başımızı sokacak bir yuvamız var. Ama çocukların hatırı için bir dinleyin, demiş.

Ama nafile.. dinlememiş..dinlememişler.. yavrumda derdini anlatamamış.

Elinde valizler, yanında üç çocuk tekrar terminale gitmiş. Orada aç susuz beklemişler, sonra binip ağlaya ağlaya buraya geldi.

Geldiğinde çok bitkin ve yorgundu. Gözleri şiş şiş olmuştu.

“Annem” dedi, “sen olmasan ben ne yapardım.!” Çok çaresizdi, çok yalnızdı.

Bir sabah namazı vakti onu da aldılar.

Otuz iki yaşında özürlü bir oğlum var. Üç küçük çocuk ve seksen yaşında kanser hastası bir Zahide…

“Kim ortada kaldı yavrum, inanın bilmiyorum.”

Bunu yapanlar insan mı yavrum.? İnsan, insana bunu yapar mı yavrum.? Kuvvetine güvenen neden korkutma küçüklüğünde bulunur ki.?.

Şimdi “Anne” yok “Baba” yok.

Bu çocuklar durur mu, bu çocuklar susar mı yavrum.?

Bak o küçük yavru seni annesi zannetti, sana sıkı sıkı sarıldı. Annesi olsaydı, ona sarılsaydı olmaz mıydı.?

Mehtab’ım tutuklu, ziyaretine gidemiyorum.

Para yok yatıramıyorum, kıyafet gönderemiyorum. Avukat desen hangi parayla ve kimi tutalım.?

Evrak felan lazım oldu, anlayıp gönderemedim. Evraklarını gönderemediğimiz içinde Mehtab’ım tutuklandığı günden beri çocuklarını göremedi. Çocuklar burada perişan, o orada..

Bu nasıl bir zulüm yavrum? Merak ediyorum bunu yapanların yatacak yeri var mıdır, diye.?

“Elim ayağım tutmuyor,

Ölüm var canım almıyor,

İnsanlar merhamet etmiyor,

Kim ortada kaldı yavrum,”

İnanın, kim ortada kaldı bilmiyorum. Mehtap’la arada bir telefonla görüşebiliyoruz. O da hep ağlamayla geçiyor. Çocuklar nasıl demeden telefon tak kapanıyor. Biz burada ağlamaya devam ediyoruz.

Onun halini düşünemiyorum..

Kapı çaldı, Emir açtı.

Buyrun, dedi.

Gelen kişi, “siz nesi oluyorsunuz bu kadının?” dedi.

Emir, biz “Tanrı misafiriyiz”, siz ne istiyorsunuz diye, sordu.

“Şu köşedeki marketçiyim”, Zahide Ana’nın borcu için geldim. “Veresiye alış veriş yaptılar, ay sonu öderiz dediler ama şuana kadar hiç bir ödeme yapmadılar.

Birincisi, borçlarını ne zaman ödeyecekler onu sormak istiyorum. İkincisi de, bizdeki veresiye defterleri kapandı onu da haber vereyim” dedim.

Eşim sen git ben birazdan geleceğim, hesaplaşalım dedi.

“Olmaz, Zahide Ana’yı görecem” dedi.

Zahide Ana bastonuna basa basa geldi, koynundan 50TL çıkarıp uzattı, “Bunu al yavrum geri kalanını da getireceğim” dedi.

Emir, Zahide Ana ben varım burada sen ne yapıyorsun, dedi.

Oğlum, sen “Tanrı misafirisin” dedi.

Marketten gelen çırak, “ohooo Zahide Ana borcun çok kabarık bu ödemez ki” dedi. Parayı da yere atıp söylene söylene gitti.

Zahide Ana sofaya öylece oturuverdi.

Kırıldığını gösterircesine sustu, sustu.

“Zahide Ana, biz bir saatliğine dışarı çıkıp geleceğiz” dedik.

Minik bebek dudaklarını büktü ağlamaya başladı, o ağlayınca ben ağladım, Zahide Ana bana sarılıp ağladı.

Gözyaşları arasında sokağa çıkıverdik.

Zahide Ana’nın borcu bizim borcumuzdur, dedik. Zahide Ana’nın markete birikmiş olan borcunu ödedik.

Marketçi, “kardeşim o kadın bir daha bu markete gelmesin” dedi.

Neden, dedik.?

Sustu..!

Biz de o marketten alışveriş yapmadık. Yan markete geçip gıdadır, ettir, peynirdir, çikolatadır, süttür, oyuncaktır, kahvaltı malzemesidir,… vs alış verişimizi yaptık. Alışverişten sonra da patrondan bir ricamız oldu. Zahide Ana’nın durumunu anlattık. Çırak devamlı eve gidip bir ihtiyacınız var mı diye sorabilir mi? Dedik.

Süttür, ekmektir, çikolatadır,.. ihmal edilmesin istiyoruz. Bunu yapabilir misiniz? Yoksa başka bir markete mi gidelim, dedik.

Adam “bak ne diyeceğim”, dedi. “Ben Ehli beyt bir insanım bu alışveriş benden olsun. Bundan sonra da sizin dediğiniz olsun, olur mu.?”

Emir, Zahide Ana’yı ihmal etmemeniz şartı ile olur, dedi.

Marketçi, etmem de.. Siz, siz kimsiniz dedi..

“Tanrı misafiriyiz” dedik.

Ufaktan bir tebessüm etti; Tanrı misafirleri başımızla beraberdir, dedi.

Eve geldiğimizde Sefa ağlıyordu. Zahide Ana, Sefa’yı susturmak için çok uğraştı ama Sefa’nın susmaya hiç niyeti yoktu.

Zahide Ana da onunla ağlamaya başladı.. Son günlerde çocukların gece geç saatlere kadar anneleri için ağladığını söyledi.

Yürek dayanır mı buna yavrum..?

Yürek yanıyor, kavruluyor ama dayanıyor işte..

“Bu bir zulümdür yavrum. Yapanları öylesine yutar ki öylesine kavurur ki; şu yavruların

kavrulmasına da benzemez” dedi. O arada çocuklar için aldığımız oyuncak ve çikolotaları çıkartıp verdik, havalara uçtular.

Ortalığı toplamaya çalıştım, güzelde bir yemek yapıp sofraya oturduk.

Zahide Ana’nın bir dua edişi vardı ki dünyalara bedeldi.

“Ey olmuş olanı, olmakta olanı ve gelecekte olacak şeyleri bilen, kendisine kâinatta hiçbir şey gizli kalmayan ve ilmi küçük- büyük, zahir-batın her şeyi kuşatan Allah’ım.”

“Ey hayrı çok olan kerim Rabbim, ne olur ayrı olan yavruları anne ve babalarına bağışla..!

Ne olur ayrı olan anne ve babaları yavrularına kavuştur.”

Ne olur zalimleri perişan eyle.!

“Kapımızı çalan şu misafirler ki; onlar senin misafirin onları sen muafaza et, sen ki bu seferki rızkımıza onları vesile kıldın. Onların ve onlar gibilerin bu iyiliklerini de cennetine vesile kıl Rabbim.”

Biliyorum ki; rızkımızı bir şekilde gönderiyorsun Rabbim, ama ben şu çocukların çığlıklarını durduramıyorum. Ben yaşlı bir kulunum, ihtiyar bir Zahide’yim.

Ne olur merhamet et, ne olur duy sesimizi, Rabbim. Bahtına düştük Rabbim derken, nefesi kesilmiş gözyaşlarına boğulmuştu.

Sen kendini bu kadar üzme Zahide Anam.! Dedi Emir.

Minik kızın gözyaşları, Zahide Ana’nın duaları arasında müsade istedik.

Mehtab ve İsmail’e ne mi oldu..?

Ah Zahide Anam, Ah.!.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

WordPress.com'da bir web sitesi veya blog oluşturun

Yukarı ↑

%d blogcu bunu beğendi: