Sustu kaba adam, ellerini iki yana açarak. Susmak çığlığıydı onun. Bağırdı kocaman. Bağırdı avazı çıktığı kadar. Onun bağırması içe doğruydu. Duymadı hiç kimse. Zaten duymuyorlardı ya. Yürümek istedi biraz. Ormana bıraktı kendini. Kuruyan yapraklara şiirler okudu. ıslanan toprağa türküler söyledi. Kendisi bulmuştu bu sıfatı kendine. Ve aynaya baktıkça sesleniyordu kendisine.
Sen kaba bir insansın.
Sen kaba bir insansın.
Ninesinden öğrenmişti. Bir şeyi ne kadar çok tekrar ederse olurmuş diye. Madem ki naif olmak incinmeye davetiye, madem ki hislenmek paramparça olmaya bir çağrı bu iklimde. O halde kaba bir insan olmalıydı. Duymamalıydı gelen sesleri. Görmemeliydi görülmesi gerekenleri. Kaba adam doluydu. Ormandaki ağaçların dalları kadar çıplak , ayaklarının altında ezilen yapraklar kadar kırılgan. Cebinde üç asır öncesinin sikkesi ile divane divane pazarda ekmek almak için uğraşan yedi uyuyanlardan biriydi sanki.
Bu para be devre ait değil.
Bu para bu devre ait değil.
O sikke ile ekmek alamazsın yabancı.
Paranın geçersizliğinden çok ona takılan yabancı sıfatı ne kadar acıtmışsa mağaradan uyanan o kutlu genci, işte o kadar incinmişti kaba adam. Elinde nezaket isimli sikke. Avara avare dolaşıyordu. Bu para bu devre ait değil, sesleri şimdi ormanda. Ve kaba adam bir su birikintisinde görüyordu kendisini.
Sen kaba bir insansın.
Sen kaba bir insansın.
Geçmiyor bu devirde nezaket. Elinde kalıyor sonra. Elde kalsa iyi. Kalbini acıtıyor insanın. Uykularını kaçırıyor. Alışa alışa dönüşmelisin. Gregor Samsa bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında, kendini yatağında devasa bir böceğe dönüşmüş olarak buldu. Sen de tekrar et bu nakaratı. Bir sabah uyandığında kendini çağın rengine bürünmüş olarak bulacaksın. Nezaket denen giysiyi giyinmiyor baksana etrafa. Naif başlar recmediliyor. Ellerde kocaman taşlar. Acele mi ediyordu yoksa. Direnmeli miydi kabalığa. Sesini duydu yine Kafka’nın. Ormanda bir çığlık oldu sanki. Milena’ya değil de ona söylüyordu sanki. “Şu yeryüzünde bana yetecek kadar sabır var mı dersin, Milena? “ Hz. Yunus balığa sığdı ve dokundu sahile sonra. Sabretmeli miydi acaba ?
Döndü ormandan ve kapıda bekliyor gördü kendi Milena’sını. Sarıldı kaba adam bu dünyada onu en iyi anlayan naif çiçeğine. Ve Mehmet Uzun’dan ezberlediği bir cümleyi fısıldadı kulağına. “Yüreğini ört! İnsanlar soğuk, üşürsün.” Yunus nebinin münacatı ile girdi odaya. En naif insanı düşündü sonra ve utandı aynadan. Şeyh Galip ete kemiğe büründü de girdi odaya. Dokundu omuzuna kaba adamın.
Yohsâ bunı sen kolay mı sandın
Gam leşkerinî alay mı sandın

Bir Cevap Yazın