Eskiden ölümler azdı, olağandı. Cenaze törenleri, herkesin ortak ritüeliydi. Hanlısı hanlısına, kinlisi kinlisine musalla taşında helallik istendi mi hakkını helal eder geçerdi. Türlü şeytanlar, türlü yollarını insanların zihninde projelendirmemişti. İnsanların dünyası gördükleri gökyüzünden ibaretti.
Bir zaman sonra dağların ardındaki dünyanın varlığını keşfeden insanlar İstanbul, İzmir, Adana’ya hatta Almanyalara gitmeye başladıktan sonra işler değişti. Allahın verdiği mühlet elbette değişmezdi ama insanlar dış dünyaya açıldıkça ölümün akla hayale gelmedik halleri geldi insanların başına. Türlü türlü hastalıklar çıktı sonra. Ölümlerin şekillenmesi cenaze törenlerini de değiştirdi.
Cenaze törenleri ne kadar değişse de rutinin dışına hiç çıkıldığı olmamıştı. Ta ki Asım Efendinin mesleğinden atılıp hapsedilen oğlu Kamil’in cenazesine kadar.
Adil Hoca pek düşünceliydi o gün. Kimi, onun kederini arkadaşı Asım’ın hapiste ölen oğluna üzüldüğüne bağlasa da işin aslı öyle değildi. Cami avlusundaki cemaatin gündeminde, “teröristin namazı kılınır mı?” idi.
İçlerinden biri; “yahu dedi, Asım Efendinin oğlunun ne teröristliğini gördünüz de öyle konuşuyorsunuz” diye çıkıştı ama diğerlerinin yoğun ve dumanlı sözleriyle nefes alamaz oldu.
“Devletin en başındaki insan terörist diyorsa teröristtir. Koca adamlar yalan mı söylüyor. Demek ki gizliden yürütüyormuş hainliğini!” Kasabanın parti yöneticisi, cami avlusunu ele geçirmişti.
“Eliyle eden gözüyle ağlar!” diye yangını körükledi.
Gökyüzü kurşuni bir dalgalanmadaydı. Adil Hoca selamla girdi avluya. Cemaat selamını aldı almasına ama “Hoca bu Asımın oğlunun namazını kıldıracak mısın?” diye teste tabi tuttular. Acelesi varmış gibi geçiştirdi soruyu kendini camiye attı.
Kıldırdığı namazın fesada gittiğini düşünüyordu. Aklında olmadık düşünceler. Namaz bitiminde yağmur başlamıştı. Bu, Adil Hoca için iyi bir şeydi. Yoksa namaz sonrasında avluda sıkıştırılacağını biliyordu. Cemaatin camiden el ayak çekmesinden sonra, yağmurun hafiflemesini fırsat bilerek çıktı dışarı. Gizlice vardı Adil Efendinin evine. Sakindi taziye evi. Başsağlığı dileyip kısa bir aşr okudu. Dua faslından sonra kalktı hızla kapıya yöneldi. Asım Efendi yapıştı koluna.
“Kasabalı, namazı kılınmaz diye yaygara yapıyormuş. Benim oğlumun ne teröristliğini görmüşler!.. Sen de bilirsin ki evladıma terörist demek iftiradır. Öğretmenin darbeyle marbeyle ne işi olur Adil Hoca. Terörist demek küfür ehli demek yani kafir demek. Birine kafir derseniz, kafir değilse siz kafir hükmüne geçmez misiniz? Böyle demiyor mu Peygamberimiz. Sen demiştin bu Peygamber sözünü. İkindi namazı sonrası gelecek cenaze. Selâsını ihmal etmeyesin.”
Adil Hoca düşünceliydi. Başını sallayıp ayrıldı taziye evinden. Yağmur ikircikliydi. Tıpkı ruhu gibi… Ne edeceğini bilemez bir haldeydi Adil hoca. Çaresizliğin gerginliği kırçıllaşmış sakalının gölgelediği yüzünde asılı kalmıştı. Köşeyi dönmüştü ki tenhalıkta bir el yapıştı koluna. Bu partinin kasaba teşkilat başkanı Kirli İdris’ti.
“Adil Hoca, dedi. Sakın ola o teröristin selâsını okuyup namazını kıldırmayasın. Devletine isyan eden teröristin namazı kılınmaz.”
Adil Hoca kaşlarını çattı, bakışlarını sertleştirdi.
“Kimin namazının kılınıp kimin kılınmayacağına siz mi karar veriyorsunuz efendi, dedi. Bu olacak iş mi? Şurada yüz yüze bakıyoruz ya hu!”
“Sen beni iyi anla Adil Hoca!”
“Ya hu bu tür işler kasabada ikilik oluşturur, düşmanlıkları körükler. Önce de bana yapılır düşmanlık.”
Kirli İdris, gücünü başka yerlerden alıyormuş gibi kararlı bir kibirle devam etti:
“Bak Adil Hoca hala anlamadın beni. O adamın namazı kılınırsa, bizim düşmanlığımız daha sert olur sana. Devletin ekmeğini yiyip devlete düşmanlık edenin namazını kıldırırsan sonucuna katlanırsın.”
Sözünü bıçak gibi sokup uzaklaştı Kirli İdris. Adil Hoca, taşlaşmış bir susku ile öylece kalakaldı. Şimdi beyninde çelişkili düşünceler savaşı başlamıştı…
*
Bir süre içi çalkalandı durdu. Kasabanın dışına çıktı, deli deli dolaştı dere kenarında. İkindi namazına camiye gidip gitmeme ikircikliği içinde kavga etti. Ne ki görev itaati baskın çıktı. İkindi vakti gelmeden camiye geldi. Musalla taşının üzerinde bir tabut. Musalla tahtasında künyesi düşülmüş.
Asım oğlu Kamil…
Avluda kimse yok. Hocayı görünce Asım Efendi’nin yüzünde kederli bir çiçek açtı. Baş selamıyla merdivenlere yöneldi Adil Hoca.
Bekledi Asım Efendi selanın verilmesini. Adil Hoca suskun.
Biraz sonra ikindi ezanı okunmaya durduğunda avlu dışındaki cami cemaati bir bir camiye yöneldi. Asım Efendi kırgın bir acı kütlesi gibiydi.
Kamil’inin emaneti biri 8 diğeri 10 yaşındaki torunları babalarının tabutunun başında yalnız…
**
Namaz sonrası cemaat bir bir terk etti avluyu. Musalla taşında babalarının başında bekleyen iki çocuğun acısına kimse ortak olmadı. Kaba bir öfkeyle terk etti cemaat cami avlusunu. Çocuklar suskun bir boyun büküşle kalakaldılar öylece.
İki üç yakın akraba kaldı tabut başında. Asım Efendi, kederini yutkundu. Tabutun önüne gelip geriye döndü. “cenaze namazı inanmış beş kişiyle de kılınır.” dedi.
Oğlunun namazını kıldırırken zaman zaman dualar düğümlendi boğazında. Helallik dilerken sesine hakim olsa da gözyaşlarını tutamadı.
*
O günden sonra camiye uğramadı Asım Efendi. Bir yatsı öncesi Adil Hocanın koluna yapıştı tenhada. Hop etti Adil Hocanın yüreği.
“Korkma hoca, dedi. Korkacaksan Allah’tan kork!”
Asım Efendinin sesi yılgın, ölgün, kırgındı. Yüreğini yokladı şöyle bir. Kinli değildi ama kırgındı. Söz, namlusuna sürülmüş kurşun gibi dilinin ucundaydı.
“Onca yıl ardında namaz kıldım şimdi evde kaza ediyorum dedi. Evladımın beraati geldi Adil Hoca. Evladıma damga vuranlar, işkence ederek dünyayı dar edenlerin mezarı olmaya. Onların zulmüne bile bile çanak tutup evladıma terörist diyenleri Allah gerçek teröristlerle imtihan eyleye.
Rızkı veren Allah’tır deyip rızk endişesiyle hareket etmek vicdanına sığdı mı Hoca Efendi, dedi. Şimdi kıldırdığın namazın her rekâtında okuduğun fatihada, “bizi doğru yola ilet, gazaba uğrayanlarınkine sapkınlarınkine değil” diye Allah’a serzenişte bulundun. Doğru yolda olduğundan emin misin? Var git şimdi Allah’ın huzurunda aynı yalanı, utanmadan söyle! Eksildin hoca! Benim nazarımda, isminin sonundaki “L” düşmüştür. Dilerim Allah nazarında da düşmüştür.“
Yoluna devam etti Asım Efendi. İçindeki zehri biraz olsun dökmüştü.
O gece namazında fatiha suresini okuyamadı Adil Hoca. Sustu sadece. Namazın farzını cemaatten birine kıldırdı. Hiç huzurlu değildi. Ah bir Kamil öğretmenin terörist olduğuna inandırsa vicdanını! O zaman belki rahat edecekti!
Alp Ennur
Bir Cevap Yazın