“Toprakta gezen gölgeme toprak çekilince,
Günler şu heyulâyı da er, geç, silecektir.
Rahmetle anılmak, ebediyyet budur amma,
Sessiz yaşadım, kim beni, nerden bilecektir?”
Mehmet Akif Ersoy
Beylik laflar etmeyi seviyoruz. “Bir of çeksem karşıki dağlar yıkılır. Benim derdim yağmur olup yağsa dağları eritir. Dağlar seni delik delik delerim. Ordunun derleri aksa yukarı aksa / Vermem seni ellere ordu başıma ka(l)ksa.” Mübalağa sanatının bu müstesna ifadeleri hemen her sohbette ihmal edilmez replikler olarak tekrarlanır. Yaka bağır açılır. Dizler dövülür. Ama ihmal edilmeyen edilemeyecek olan bir ifade varsa o da “Hayatımı yazsam roman olur.” cümlesidir.
Bu cümlelerin karşısına “Hadi bir of çek de şu karşıki dağı yık.” diye bir iddia ile çıkmak istersin ama konu dertleşme olduğu için tutarsın kendini. Çünkü ortam ona müsait değildir. Bu cümleler başka bir ortamda dile getirilse drama uzak mizaha yakın olur. Çükü mübalağa içinde biraz da alay barındırır bana göre. Ama son cümleye gelince dururum. Mizaha yakın görünen ve bazen de birilerine alay maksatlı söylediğimiz bu cümle aslında hakikatin ta kendisidir. Çünkü bir of çeken yıkamaz karşıki dağları. Derleri yağmur olup yağsa bir dağı eritemez. Ordunun karşısına çıkıp sevdiğini ellerin elinden kurtaramazsın. Ama hayatını yazarsan bir roman yazmış olursun. Kötüdür belki, kısadır. Anlatımı bozuk, kurgusu zayıf, ifadeleri kudretsiz, tasvirleri tutarsız, kahramanları şöhretsiz olabilir. Ama bunların hiçbiri o hayatı roman olmaktan çıkarmaz.
Ben size Kays B. Mulevveh kimdir desem dudaklarınızı büker, kaşlarınızı kaldırır ve omuzlarını umursamaz bir tarzda kaldırıp bilmem diye cevap verirsiniz. Peki Leyla’yı seven Mecnun kimdir dediğimde herkesin Mecnun hakkında bir fikri vardır. Çünkü Mecnun Leyla’ya duyduğu büyük aşkı kayıtlara geçmiş bir kahramandır. Kasidede vardır, Gazelde vardır. Mesnevide vardır. Leyla ile olan aşkını anlatmak için divanlar yazılmıştır. Aşık olan her erkek bir Mecnun olma iddiasındadır. Çünkü tarihin belki de en büyk rol modelidir. Çünkü birisi Mecnun’un Leyla’ya olan aşkını kayda geçirmiş yani yazmıştır. Çoğunlukla gerçekte yaşamadığına dair bir inanç varsa da bazı Arap kaynakları Mecnun’u tarihte yaşamış bir şahıs olarak kabul eder. Esasında önemsiz ve halk arasında yaşamış sıradan bir kimliği olan Mecnun yaşadığı büyük aşk ve hakkında yazılmış edebi eserler sayesinde öldükten sonra meşhur olmuştur. İşte buradaki sır Mecnun’un hayatının yazılmış olmasıdır.
Bir şah oğlu iken Ermeni keşişin kızına aşık olan Kerem, Aslı’nın peşinde diyar diyar gezer, perişan olur ama sonunda muradına erer. Fakat bir büyü evlenen bu aşıkları ölüme götürür. Issız bir yere gömülen aşıklar unutulmaya mahkum edilmiş gibidir. Ama bir kişi onların hikayesini yazınca efsaneye dönüşürler. Kavuşup murat alamayan herkesin dilindedir Kerem ile Aslı hikayesi. Aradan asırlar geçmesine rağmen kızların adında yaşamaya devam eder Aslı. Kerem her aşıkta küllerinden doğup köze dönüşür.
Sadece aşıklar ölümsüzlüğe kavuşmak yazıyla. Yeldeğirmenlerine savaş açan Don Kişot ve sadık hizmetçisi Sanço Panço da bu kervana dahil olur. Kahramanlık hikayeleri okuyarak aklını devlerle mücadele ile bozan sıradan bir insan dünyanın her tarafında bilinen bir kahramana dönüşür. Cervantes Manş’ın bu sıradan şövalyesini yazmasıyla tarihin şeref levhalarına kendisini de kaydetmiş asırlar boyunca anılmayı hak etmiştir. Tarih hayatı yazılan herkesin bir roman kahramanına dönüştüğünün örnekleri ile dolu. Yazılan da yazan da tarihteki yerini alıyor. Unutulmaz oluyor.
Maksat unutulmamaksa yazmak icap eder. Rahmetle anılmaksa, hoş bir sadâ bırakmaksa gök kubbede, bir değere sahip çıkmaksa, içinin yangınlarını söndürmekse, kendini ifade etmekse, tarihe not düşmekse, tanıklık etmekse olağanüstü zamanlara yazmak icap eder. Okunmak kaygısı gütmeden, şöhret beklemeden, nazarlara arz etmeden, kçmseden övgü ve yergi beklemeden yazmak icap eder. Biz nasıl yüzyıllar öncesinden kalma bir esere değer veriyorsak bir gün birilerine ilham kaynağı olacağız belki de. Beki de bir araştırmanın kilidini açacak yazdıklarımız. Doğru verileri ulaştıracağız merakla bizi inceleyen torunlarımıza. Geçmişle bağlarını kuran, kurulmuş bağı güçlendiren bir delil olacağız.
Artık hokka ve mürekkep kullanmıyoruz. Sayfalarca yazıyı istiflemek, ciltlemek ve arşivlemek zorunda değiliz. Yazdıklarımızı tashih etmek için bütün metinleri teker teker okumak macburiyetimiz de yok. Parmaklarımızın hareketini yazıya geçiren makineler var. Seslerimizi yazıya geçiren bilgisayarlar. Kağıtta okumak istersek hemen önümüze çıkarıveren yazıcılar var. Artık bahanelerin ardına sığınmaktan vazgeme zamanı gelmedi mi?
Dağları deviremezsiniz bir of çekmeyle. Derdinizi dağlara dökmekle eritemezsiniz. Ordunun derelerini yokuş yukarı akıtamazsınız. Ama hayatınızı yazabilirsiniz. Ve o yazıldığı anda roman olur. Belki kısa olur. Anlatımı bozuk, kurgusu sıradan, olayları merakı celbedici değildir. Ama romandır o. Sizin hayatınızın romanı. “Hayatımı yazsam roman olur.” diyenler dinleyin. Evet yazarsanız hayatınız roman olur. Ama yazarsanız.
Bir Cevap Yazın